Annan Planı adıyla anılan Birleşmiş Milletler Planı'nı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Süleymanoğlu: Geçmişten günümüze Kıbrıs'ta gelişen sürece baktığımızda, emperyalizmin ada üzerindeki hakimiyetini ve bunun devamı için iki toplumu çatıştırdığını görüyoruz. 1974 sonrası Türkiye Cumhuriyeti devletinin adanın yarısı üzerindeki hakimiyeti vasıtasıyla ele geçirdiği konumu ve ülkemizde rejimi elinde tutan güçlerle ittifakı ile adadaki statükonun katıksız devamından yana olduklarını görüyoruz. Hal böyle iken ortada çıplak bir gerçeklik var: Ya statükonun devamı ya Kıbrıs halkının yararına olabilecek bir takım adımların atılması.
On binlerce insan alanlara çıkıp barış ve çözüm şiarını yükselttiği yani rejimin ve statükonun karşısına dikildiği bir dönemde Annan planı dendiği zaman statükonun devamı karşısında biz parti olarak statükonun kitleler lehine biraz değiştirilmesini ve kitle kuyrukçuluğu yapmadan kitlelerin yanında yer almayı ama kendi bakışımızı da gizlemeden doğruları söylemeyi görev bildik. Bu Memleket Bizim Platformunda kolektif iradeye tabi olacağız ama bu bizim bağımsız tavrımızın çöpe atıldığı veya bağımsız propagandamızın olmadığını göstermeyecek.
Kıbrıs Cumhuriyetinin AB üyeliğini, Türk ve Rum halkı, Türk ve Rum işçi ve emekçileri açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Süleymanoğlu: Şu anda cellat rolünden papaz rolüne geçen emperyalist güçlerin adaya barış getireceklerine inanmak, garantörlüklerini istemek mümkün değildir. Kaldı ki çok ilginçtir; 1960 yılındaki garantörlük, bir hak değil bir yükümlülüktü ve bu yükümlülüklerini ada halkına dönük kötüye ve yıkıma yönelik kullanmışlardır. AB de bu bağlamda böyle. Partimizin AB'yi emperyalist bir blok olarak gördüğünü herkes biliyor. Ama bu aşamada kitlelerin yoğun olarak "Çözüm ve AB" dediği süreçte, kitlelerin karşısına geçip "hayır durun başka yöne gideceksiniz" deme şansımız yok.
Biz bağımsızlığımızı sürdürmemize rağmen, şu anda kitleler iki seçenek arasında kalmıştır, ya statüko içinde yok olup gidecekler ya da yeni açılım şansını değerlendirecekler. Bu da "Çözüm ve AB" hikayesi. Olası bir anlaşmanın Kıbrıs halkına, emek mücadelesine ve sınıf mücadelesine bir dizi olumsuzluğuna rağmen, şu anki pozisyonu itibariyle bir dizi de olumluluk katacağı inancı var bizde.
ABD'nin bu konudaki yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Süleymanoğlu: Kıbrıs'ta ABD'nin de AB gibi veya İngiliz gibi anlaşma istediği ve Annan planının arkasında olduğu söyleniyor ama biz samimiyetle söyleyelim: Amerika'nın bu yeni çözüm perspektifini gerçek anlamda desteklediği konusunda ciddi kuşkularımız var. ABD'nin Kıbrıs'ta hedeflenen bir çözüm noktasında Türkiye'nin statükoyu koruma gayretine karşı durmak istediği ve duramadığı varsayımı çok hatalı.
Denktaş gücünü nereden alıyor? Sadece Ankara'dan mı alıyor? Ankara gücünü nereden alıyor? İster istemez bunları düşünmek lazım. Dolayısıyla emperyalist çelişki yumağı içinde bir Kıbrıs olarak baktığımızda işimiz zor ve bu zorluk içinde de bizim partimizin temel bir duruşu var. Başta Türkiye emek güçleri, Yunanistan emek güçleri ve İngiliz emek güçleri ile diğer bölge halkları ile çok yoğun bir işbirliği, dayanışma sağlanmadığı sürece, bu coğrafyada halklar ve emekçiler hayır yüzü görmeyecektir.
Türk ve Rum Kıbrıs halkları için çözümü nerede görüyorsunuz?
Süleymanoğlu: Biz özellikle "Kıbrıs halkları" olarak bakmıyoruz. İki etnik yapıdan kaynaklanan tek bir Kıbrıs halkından söz ediyoruz, öncelikle bunun altını çizmek lazım. Gerçek anlamda çözümün, anti-emperyalist, bağımsız bir birleşik Kıbrıs'ın yaratılmasından geçtiğine inanıyoruz ve süreç içerisinde de Kıbrıs'ta etnik örgütlenme yerine dünya görüşü ve sınıfsal bakış temelinde bir örgütlenmeyi arzu ediyor ve diliyoruz. İşte o zaman ülke gerçek anlamda İngiliz üslerinden ve bir dizi yabancı güç ve askerlerinden arındırılmış olur.
Güneydeki sol sosyalist parti veya çevrelerle ilişkiniz ne düzeyde?
Süleymanoğlu: İlişkilerimiz var, temaslarımız da ama temel soruna dönük bir akıl birliğine ulaştığımızı söylememiz mümkün değil. Günlük yaşamda kuzeydeki sorunların yakıcılığı güneyde hissedilmemektedir. Dolayısıyla oradaki tabandan yükselen çığlıkla kuzeydeki tabandan yükselen çığlık arasında ciddi ton farkı vardır.
Cengiz: Bir şeye gerçekten gereksinim duyarsanız istersiniz. Çünkü mideniz hakikaten açsa yemek talebinde bulunursunuz. Bizim yaşadığımız yoksulluk, asimilasyon ve göç olgusu güneyde bu denli şiddetle yaşanmamıştır. Güneydeki yaşam standartı çok daha iyi durumda, kişi başına düşen yıllık gelir 20 bin dolar civarındadır. Siyasi yapıları da insanların içinde bulunduğu koşullardan etkilenmektedir.
16 Nisan'dan sonra bir anlaşmanın olmadığı koşullarda özellikle bu halk hareketi ve hareketi örgütleyen insanlar açısından baktığınızda durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Süleymanoğlu: Yeni bir evreye girilecek ve rejim korkunç derecede sertleşecek. Şimdi mücadelenin ana ekseninden biri olan sendikaları etkisizleştirmek için sözüm ona AB kriterleri aradıkları bir dönemde meclise yeni sendika yasası sunarak sendikaların belini kırmaya çalışıyorlar. Buna benzer bir dizi saldırı olacaktır. İkincisi ve daha da önemlisi ise Kıbrıs Türk halkının ciddi bir ikileme girecek olmasıdır. Kıbrıslının tabiri ile bu "mandıra" yaşamında kalıp mücadele mi edeceğiz yoksa 1kilometre ötede AB pasaportu ile yeni bir hayat mı kuracağız? Bu konuda ciddi kaygılarımız var. Kıbrıs Türk halkında korkunç bir çözülme olacak. Kaçış gündeme gelecek ve buradan ayrılma noktasında arayışlar artacak.
Türkiye'deki sol sosyalist çevrelerin Kıbrıs'a yaklaşımını nasıl değerlendiriyorunuz?
Süleymanoğlu: Uzun süre Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikasının başkanlığını yaptığım için Eğitim-Sen ve sosyalist parti kongrelerinde temaslarım oldu. Şu sıkıntıyı Türkiye solu aşmamıştır. Lenin'in iki temel ilkesi var: Bir tanesi "bütün yaptıklarınız ve yapacaklarınız, işçi sınıfının mücadelesinin önünü açıyor mu açmıyor mu, bu kritere bakınız" der.
İkincisi de, temel doğruların ışığında, ülkenin ve dönemin şartlarını dikkate alınız. Şimdi biz oturup şunu yapabilirdik. Tarihe kayıt düşme anlamında gayet güzel yaklaşımlarla mükemmel doğrular ortaya koyabilirdik veya altmış bin kişi alanlardayken biz dağın başına çıkıp "hu" çekebilirdik. Her gün bir bildiri patlatırsınız ve doğruları söylersiniz ve hiçbir anlamı da olmaz. Ama yirmi yıl sonra tarih size "çok doğru söyledi" der ve orada kalır.
Önümüzdeki dönemin koşulları düşünüldüğünde Türkiye sol sosyalist çevrelerden, partilerden nasıl bir beklentiniz var?
Süleymanoğlu: Çok fazla beklentimiz var. Samimiyetle itiraf edeyim, her şeyden önce bilgi eksiklikleri olduğunu görüyor ve üzülüyoruz gerçekten. Türkiye sosyalist solunun, devrimci kesimlerinin Kıbrıs'a dönük tarihsel yükümlülükleri vardır. Kendi burjuvalarının kendi ulusları adına hegemonya sürdüğü, baskı altında tuttuğu bir coğrafyadaki halka ve emek güçlerine karşı sosyalistlerin kendi burjuvaları karşısında yer alıp bu yığınlarla emek güçleriyle yoğun bir dayanışma gösterme ve mücadeleye katkı koyma sorumlulukları vardır, bunu yapmak zorundalar.
Cengiz: Şu anda Türkiye solunun bazı kesimleri: "Annan planı emperyalist bir plandır ve Kıbrıs'ta ki sol güçler Annan planını destekliyor, bu yüzden biz de onları desteklemeyelim" türünden bir kaygı güdüyorlar. Oysa ki Türkiye solunun şu gerçeği artık görmesi gerekir: bizim için de Annan planı emperyalist bir plandır, sonuçta eğer emperyalizme karşı mücadele vereceksek bunu da enternasyonalist bir boyutta Kıbrıs'taki devrimci güçlerin, Türkiye, Yunanistan ve güneydeki devrimci güçlerle ciddi bir şekilde örgütlenmesi ve bu noktada mücadele etmesi tarihi bir zorunluluktur.
Türkiye solunun Kürt sorununa da ciddi bir biçimde yaklaşmadığını düşünüyorum ve Kıbrıs sorununa yaklaşımda da aynı paralelliği görüyorum. Aslında Türkiye solunun başaramadığını Savaşa Hayır Kadın Platformu başardı, çünkü en azından eksiklerini gidermeye, bu ülkede ne oluyor ne bitiyor bunu yakalamaya çalıştılar.
Süleymanoğlu: Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden buraya insanlar taşındı ve bu insanlar bizde en alt seviyedeki koşullarda yaşamaktadır. Bu insanların Kıbrıs Türkleri ile ilişkileri zayıf tutulmaktadır, tecrit edilmişlerdir. Seçim dönemlerinde baskı ile yönlendirilmektedirler. Bu noktada bile Türkiye'deki solun, göçmenlerin Kürt olsun Laz olsun buradaki emek güçleri ile entegre olmalarını sağlayacak bir dizi adımlar atma şansları vardı ve bunu yapmadılar.
Bizim gidip Karpaz yöresinde bir takım Kürt kökenli insanlarla temas kurmamızla bu konuyu kendine görev bilecek Türkiye'deki belli sol güçlerin gitmesi arasında büyük fark var. Bunu anlatamadık. Anlattık anlattık, anlatamadık. Şu anda olası bir referandum gündemde ve rejimin bel bağladığı kesimler bu göçmenler.
Türkiye solunun kavraması gereken bir olgu var. Buraya gelip gözlem yapıp belli bir temas kurmadıkları sürece şu resmi göremezler: kilometrekareye 22 tane askerin düştüğü bir adadan bahsediyoruz. Tamamen bir askeri üstür, burası bir garnizondur. Kıbrıs'ın doğusundan batısına giderseniz bütün köylerde hep asker görürsünüz. Bu coğrafya dünyanın herhangi bir yerine benzemiyor, belki Panama'ya benziyor, belki Cebelitarık'a benziyor. Dolayısıyla buranın koşularını doğru analiz etmediğiniz sürece doğru adım atma şansınız yoktur.(NK/BB)