Seçimler bitti ve hükümet 2009 için öngördüğü rakamları baştan aşağı değiştirerek, krizin teğet geçmediğini ilk kez kabul etti.
2009 yılı için yüzde 4 büyüme öngörülürken, şimdi yüzde 3.6 küçülme öngörülüyor.
On gün içinde, bütçe açığı, dış borç vb. tüm iyimser rakamlar yerlerini daha kötümser rakamlara bıraktı.
2010 ve 2011 yıllarında ise Türkiye ekonomisinin tekrar büyümesi bekleniyor.
2010’da yüzde 3.3, 2011’da ise yüzde 4.5. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış göreceğiz ama rakamların daha gerçekçi bir düzeye çekilmesinin, özellikle sermaye çevrelerinin hükümete duyduğu güveni arttırdığı yazılıyor, çiziliyor.
İşsizlik verilerine baktığımızda bizim için ilginç olan iki nokta hemen dikkat çekiyor.
İlki 2010-11 yıllarında büyüme yaşanacağı söylendiği halde işsizlik oranında artışın devam etmesi.
2009 yılında işsizlik oranı yüzde 13.5, 2010-11 yıllarında ise yüzde 13.9 olarak bekleniyor.
Bildiğiniz gibi 2001 krizinden sonra ciddi oranlarda büyüme yaşanmasına rağmen istihdam artmamıştı.
Büyümeye rağmen istihdamın artmaması, ancak üretimde kullanılan teknolojilerdeki değişim ve gittikçe uzayan mesai saatleri sayesinde bir kişinin artık üç kişinin yarattığı değeri yaratabiliyor olmasıyla açıklanabilir.
Sermaye çevrelerinden gelen mesaj da aynı şeyi söylüyor: İşgücü maliyetlerini aşağıya, verimliliği (sömürüyü) yukarıya çekerek Türkiye sermayesinin dünya ölçeğinde rekabet gücünü arttırmak.
Görünen o ki, bu kriz ile birlikte daha az maaşa artık beş kişilik iş yapacağız.
Hükümetin güncellediği rakamlarda dikkat çeken bir diğer nokta da, 2008 yılı sonunda zaten yüzde 13.6 olarak açıklanan işsizlik oranının, 2009 yılındaki ekonomik küçülmeye rağmen yüzde 13.5 olması.
Yani ekonomideki küçülmeye rağmen işsizlikte azalma bekleniyor. Rakamların gerçekçi olmadığını söyleyebilirsiniz.
İşsizlik oranının ne olacağından ziyade, bu oranın düşürülmesine yönelik bir eğilim olduğu ortada.
Önemli olan bu eğilimin hangi yöntemlerle uygulanacağı.
Referans gazetesi yazarı Seyfettin Gürsel, işsizliğe dair yapılan iyimser tahminin arkasında bir ihtimal işgücü piyasasına giren kadınların geri çekilmesi olabileceğini yazıyor.
Bu ihtimal, özellikle son bir yıldır AKP iktidarının kadınlarla ilgili demeçleri göz önüne alındığında karşımıza hesaba katılması gereken ciddi bir olasılık olarak çıkıyor.
Eğer siz çalışan kadınları ikna ederseniz ve ev kadını olarak evlerine çekilmelerini sağlarsanız, bir kerede iki iş başarmış olursunuz.
Özellikle kriz dönemlerinde daha önce de başvurulan bu yöntem ile “işgücü piyasasına giren kadınların geri çekilmesi” işgücüne katılabilir toplam insan sayısını düşük gösterecek ve böylelikle resmi işsiz sayısı düşecektir.
Bir sermayedar olarak yedek işgücü ordusu küçülüyor diye endişelenmenize gerek yok, çünkü istemediğiniz kadar işsiz erkek zaten piyasada hazır vaziyette.
Yarın öbür gün koşullar değiştiğinde işçi sınıfına karşı bir koz olarak kullanmak isterseniz, yine aynı kadınları bu defa işgücü içerisinde tanımlamanız mümkün.
İkincisi “kadın işi” olarak görülen işler, koşulları ne kadar kötü olursa olsun, kriz dönemlerinde kıymete bineceğinden erkekler tarafından kabul görür.
Böylece kadınların boşalttığı işlere erkekler yerleşeceğinden, küçülmeye rağmen işsizlik oranı artmayabilir.
Bu sayede toplumsal yapının gittikçe ağırlaşan çalışma koşullarına ve azalan ücretlere rağmen “dengede” kalmasını da sağlayabilirsiniz.
Kriz dönemleri, sisteme ait yapısal özellikler anlamında benzerlikler gösterse de, farklı coğrafyalarda, farklı biçimlere bürünecektir.
Örneğin Kuzey Amerika’da kriz ilk elden finans, emlak, sigortacılık sektörlerini etkileyerek bu sektörlerdeki nitelikli işgücü olan erkekleri işsiz bırakmış olabilir.
Ancak krizin, Türkiye’de aynı biçimde tezahür etmediğini gittikçe daha net görüyoruz.
Kapitalist üretim tarzının tarihinde yaşanan krizler ile kadınların ücretli ve ücretsiz emeği arasındaki ilişkiyi ele alıp, buradan bir genelleme yapmak mümkün değil.
Yine Türkiye’de 1970 ve 2001 yıllarında yaşanan krizlerin kadınlara etkisine dair elimizde yeterli veri olmaması da işimizi iyiden iyiye güçleştiriyor.
Ancak AKP iktidarının son bir yıl içerisinde, özellikle çalışan kadınlara yönelik olarak yaptığı açıklamaları hatırlayalım.
2008 yılının 8 Mart’ında başbakan kadınlar günü mesajında üç çocuk doğurmamızı istemişti.
Ardından kadınların iş başvurusunda bulunmak suretiyle, işgücü piyasasına dahil olarak işsizliği arttırdığı bizzat devlet bakanı Mehmet Şimşek tarafından dillendirildi.
İş isteyen kadınlara, “evdeki işler size yetmiyor mu?” diye yanıt veren Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu da, kadınları ev işi ve bakım emeği ile özdeşleştiren bakış açısını yansıtıyordu.
Özetle, yaşadığımız kriz koşullarında kadınların mevcut işlerini terk ederek, işgücü piyasasından çekilmeye zorlanması ihtimalinin ne denli güçlü olduğunu hesaba katmamız gerekiyor.
Kadınların ekonomik bağımsızlığına yönelik saldırıların artma olasılığının yükseldiği bu dönemde, sadece hükümetler değil, birkaç istisna dışında sendikaların da benzer bir tavır içerisinde olacağı öngörülebilir.
Kadınların ücretli ve ücretsiz emeği ile sermayenin birikim krizi arasındaki ilişkide yeniden bir denge kurulacaksa, bu dengede ibrenin kadınlardan yana olmasını sağlayacak olan en önemli etken feminist hareketin gücü olacaktır. (EK/EZÖ)
* Ece Kocabıçak, Sosyalist Feminist Kolektif üyesi