Londra’da Feminizm Konferansı, 2008 yılından bu yana Londra Feminist Ağı tarafından kadınlar için örgütleniyor. Açılış ve kapanış oturumlarında konuşmacıların davet edildiği konferansta, sabah ve öğleden sonra eşzamanlı atölyelere yer veriliyor. Ayrıca, ortak alanda konferansa katılan kadın örgütlerinin stantları ve feminist sanat çalışmaları yer alıyor. Bu sene 25 Ekim’de düzenlenen konferansa yaklaşık 3 bin kişi katıldı. Konferansın öğleden sonraki oturumunda, İstanbul Feminist Kolektif (İFK), Türkiye'de Patriyarka ile Mücadele Ederken (Fighting Against Patriarchy in Turkey) başlıklı bir atölye düzenledi. Konferansa Türkiye’den katılan feministler olarak bu yazıda, düzenlediğimiz ve katıldığımız atölyelere ilişkin izlenimlerimizi paylaşmak istiyoruz.
Sabah 10’da başlayan açılış panelinin kolaylaştırıcılığını, Britanya’da yaptığı politik içerikli komedi gösterimleriyle tanınan komedyen ve köşe yazarı Kate Smurthwaite yürüttü. İlk konuşmacı Annette Lawson, feminizmin Batıdaki tarihinden bahsederken, bugün öfkelerini politikaya dönüştüren birçok genç feminist olmasının olumlu olduğuna işaret etti. İkinci konuşmacı Gial Dines ise konuşmasında, feminizme 3. Dalga ile gelen liberalleşme eğilimini ve beraberinde getirdiği bireyselleşme tehlikesini eleştirirken, feminist aktivizmde 2. Dalga’da olduğu gibi radikal olanı canlandırmak gerektiğini vurguladı. Bu oturumun ardından sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki grup şeklinde eş zamanlı atölyeler düzenlendi (Atölyelerin içeriği için tıklayın.)
Konferans, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete dair farkındalık yaratan kadınlara verilen Emma Humphrey ödüllerinin verilmesi ve konferans kurucularından Finn Mackay'in kapanış konuşması ile sona erdi.
Atölyelerde neler konuşuldu?
Katıldığımız atölyelerden üçüne ilişkin izlenimlerimizi aşağıdaki başlıklarda kısaca paylaşmak isteriz.
Seks endüstrisinde karşılaşılan baskılar
Katıldığımız atölyelerden biri Seks Endüstrisi’nde Kesişen Baskı Biçimleri (Intersecting Oppressions in the Sex Industry) başlıklı atölyeydi. Bu atölyede, seks ticaretinin kadına yönelik bir şiddet olarak kabul edilmesi gerektiğini savunan ve bu yönde yasalar çıkarılması için faaliyetler yürüten Space International, Poppy Project ve Femage World gibi sivil toplum kuruluşlarından konuşmacılar yer aldı. Kendileri de geçmişte fuhuş sektöründe çalışmış olan konuşmacılar, kendi deneyimlerinden yola çıkarak seks işçisi ve seks ticareti gibi adlandırmaların kadınların yaşadığı şiddetin üzerini örttüğü ve durumu normalleştirdiği konusunda hemfikirdi.
Fuhuşun ve içerdiği şiddetin normalleştirilmesine örnek olarak verilen, Uluslararası Af Örgütü'nün bazı şubelerinin resmi belgelerinde “seks satın almak bir insan hakkıdır" ifadesinin geçtiği bilgisi birçok dinleyicide soğuk duş etkisi yarattı. Bu atölyede dikkat çeken diğer bir nokta ise Kuzey Modeli tartışmasıydı. Kuzey Modeli, halihazırda İsveç, Norveç gibi ülkelerde uygulanmakta olan ve halen İngiltere'de de tartışılan, yukarıda bahsettiğimiz sivil toplum kuruluşlarının savunuculuğunu yaptıkları bir model.
Bu model üç ayaktan oluşuyor: Birincisi müşterileri cezalandırmak, ikincisi kadınlara suçlu muamelesi yapmamak ve fuhuştan çıkmak isteyen kadınlara çıkış stratejileri sunmak. Bu modelin kadınlar lehine işlemesi için bu üç noktanın da birlikte ve düzgün bir şekilde işlemesi gerekiyor. Ancak, kadınlara suçlu ve "toplum dışı" muamelesinin yapılıp yapılmayacağı ve yeni bir hayata başlaması için yeterli desteğin verilip verilmeyeceği konusunda şüpheler azalmış değil.
Farklı ülkelerde erkek şiddeti deneyimleri
Sabah katıldığımız bir diğer atölyede Zimbabve ve Nikaragua’dan kadınlar konuşmacıydı. Kız Çocuklarının Küresel Ağı’ndan (Girl Child Network International) gelen ve kız çocuklarının eğitim hakkı için mücadele veren konuşmacı, Zimbabve’de gelenek kisvesi altında erkek şiddetinin aldığı farklı biçimleri anlattı. Nikaragua’dan gelen konuşmacılar ise kadın cinayetlerinin yaygınlığından bahsetti (Central America Women’s Network).
Yine, uzun mesai saatleri, düşük ücretler ve kötü çalışma koşullarının kadınları nasıl bir cendereye hapsettiğini anlattılar. Böylelikle bu oturum kapsamında erkek şiddetinin farklı biçimleri ve yaygınlığı etraflıca ele alındı. Feminist politika açısından kadınların ücretli çalışma koşullarının da önemli olduğu vurgulandı. Ancak, konuşmacılar Zimbabve ve Nikaragua’da kadınların Batılı ülkelere nazaran patriyarka tarafından daha farklı değil, ancak daha fazla ezildiklerini ve/veya sömürüldüklerini varsaymıştı. Bize göre böylesi bir varsayım ulusal düzeyde burjuvazinin erişebildiği sermaye birikimi üzerinden tariflenen azgelişmiş/gelişmiş ülke ayrımının feminizm içinde de yer bulmasına yol açtı. Bu nedenle, ulus-ötesi feminist dayanışma “Biz sizin için ne yapabiliriz?” tartışmasına indirgendi. Konuşmacılar ise bu soruya dinleyicilerden imza vermelerini ve bağış yapmalarını istemek gibi taleplerle yanıt verdi.
İFK olarak biz kendi oturumumuzda, kadınlar arasında “yardıma ihtiyacı olan” ve “suçluluk hissiyle yardıma koşan” ayrımını yeniden üretmemeye özen gösterdik. Bu nedenle, Türkiye’de kadınların, feministlerin patriyarkaya karşı farklı alanlarda verdikleri mücadeleyi ön plana çıkarttık.
El işini canlandırmaktan feminist aktivizme
Zanaatçılık/El işçiliği şeklinde çevirmenin mümkün olduğu Craftivism atölyesinde, aktivizmlerinin odağına zanaat ve el işini koymuş 3 farklı gruptan kadınlar deneyim aktarımında bulundu. Bu aktarımların ortaklaştığı nokta, gerektiği değeri görmeyen ve ev içinde kadınlar ile özdeşleştirilen el sanatlarına yeni anlamlar yükleyerek bunu bir aktivizm haline dönüştürmek düşüncesiydi.
Yaptıkları işlerden çeşitli örnekler şunları içeriyordu: büyük şehirlerin köprü ayağı, trafik lambası, çöp kovası gibi değişik yerlerine örgü işler yapmak; kapitalist sömürü düzenine karşı bazı büyük markaların mağazalarının önünde birkaç kişi oturup örgü örmek; örgüden duvar yazıları yazarak çeşitli mesajlar paylaşmak, vb. Üçüncü dalga savunucuları olan el işi aktivistleri (craftivist), bu işin politik ve sosyal değişim yaratmak için kullanılabilecek bir araç olduğunu ve toplumsal dönüşümün bireysel olandan başlayacağını; bireysel tercihleri ve arzuları içermesi gerektiğini savunuyor.
Geleneksel eylem biçimlerine alternatif olarak bireysel yaratıcılığı içeren bu eylem biçimini koyan el işi aktivistleri, bunun kişinin kendini değişime dahil etmesi için bir alan açtığını savunuyor. Katılımcılardan bir akademisyen bu tür aktivizme inandığını ve ders verirken öğrencilerinin karşısında örgü örerek feminizmden bahsetmesinin çoğunu nasıl rahatsız ettiğini aktardı. Atölye genel olarak aktivizm ve sanata dair farklı bir bakış açısını tartışmaya açsa da, feminist aktivizmle kurulan bağın ve toplumsal değişimi yaratmada yüklenilen rolün tartışmalı olduğu söylenebilir.
İFK ile Türkiye’de Patriyarka ile Mücadele Ederken Atölyesi
Türkiye'de Patriyarka ile Mücadele Ederken atölyesinde Türkiye'de feminist hareketin patriyarka ile mücadele deneyimlerini, İstanbul'daki feminist harekete odaklanarak 3 farklı sunum ile aktarmaya çalıştık.
Erkekten, devletten, sermayeden bağımsız bir feminist hareket
İlk sunumda, Türkiye’de ‘80’lerden itibaren feminist hareketin tarihine odaklanarak ‘80’ler, ‘90’lar ve 2000’lerin başlıca özelliklerini kısaca özetledik. 1987’de Dayağa Karşı Yürüyüş ile başlayan ve erkek şiddetini görünür kılmayı odağına alan feminist hareketin erkek, devlet ve sermayeden bağımsızlığı önüne koyduğunu aktardık. 90’larda kurumsallaşma eğilimi gösterilmesinden ve aynı zamanda farklı feminist seslerin duyulmaya başlamasından bahsettik. 2000’lere gelirken “proje feminizmi” tartışmalarının baş göstermesi bir yana, feministlerin bir arada eylemeye yönelik platformlar kurma ihtiyacı içine girmesine değindik. 2000’lerden itibaren İstanbul özelinde giden sunumda, 2007 ve 2009’daki genel ve yerel seçim kampanyaları ile 2010’daki Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası’nı kısaca aktardık. Bu süreç sonunda feministlerin bir arada politika üretme ve eyleme zemini olarak İstanbul Feminist Kolektif’i kurmasını anlatarak İstanbul’da farklı platformlarda bir araya geldiğimiz kadın hareketinin bileşenleri ile ilişkilerimize değindik. Bu süreçte Kürt Kadın Hareketi, LGBTİ Hareketi ve Müslüman feministler ile kurulan ilişkilerin feminist hareketi nasıl beslediği ve dönüştürücü olduğunu vurguladık. Sunumu, tüm bu hareketlerle bir arada eyleme alanı olarak Gezi’ye ve bu alanda feministlerin dönüştürücü etkisine değinerek noktaladık.
Kadın cinayetlerine isyandayız
İkinci sunumda, İstanbul Feminist Kolektif olarak kadın cinayetlerinin politik olduğunu vurgulamak amacıyla yürüttüğümüz mücadelede takip ettiğimiz kadın cinayeti davalarını ve bu davaların sonucunda elde ettiğimiz kazanımları kısaca aktardık. Töre ve namus cinayetleriyle başlayıp kadın cinayetlerine kadar politikleşen sözümüzü, haksız tahrik indiriminin esasen erkeklik indirimi olduğunu, dava takibinin feminist mücadeleyi ve kadın dayanışmasını güçlendirdiğini ifade etmeye çalıştık. Tokatla başlayan erkek şiddetinin cinayetle sonlandığını, devletin “aile merkezli” politikalar benimseyerek kadını değil de aileyi güçlendirmek amacıyla boşanmaları engellediğini vurguladık.
Ücretli-ücretsiz emek kıskacında kadınlar
Türkiye feminist hareketinin, kadın emeğine bakışı ve talepleri dört kampanya üzerinden özetledik. İlk olarak “işyerinde patriyarka” başlığı altında, Novamed direnişinden bahsettik. Ardından, kadınları soyut bir eşitlik anlayışıyla aileye ve erkeklere mahkum eden SSGSS yasasına karşı yürütülen kampanyaya değindik.
Üçüncü kampanya ise Sosyalist Feminist Kolektif tarafından başlatılan Erkeklerden Alacaklıyız Kampanyası’ydı. Bu başlık altında, erkeklerin ev içindeki cinsiyetçi işbölümü sayesinde patriyarkadan fayda sağlayan başlıca özne olduğuna, erkek-devlet-sermayeden oluşan birbiriyle ilişkili bu üç ayağın patriyarkal sistemi ördüğüne dikkat çektik.
Son olarak, AKP'nin kadınları ücretli-ücretsiz emek kıskacına sıkıştırmaya yönelik son dönemdeki hamlelerine karşı kurulan "Kadın Emeği Platformu"ndan bahsettik.
Konferansa dair izlenimlerimiz
Londra’da Feminizm Konferansı’nın feminist harekete önemli katkıları olduğu aşikar. Yıllardır örgütlenen konferans, birbiri ile ilişkili ancak farklı konularda çalışma yapan feministlerin buluştuğu bir yer halini almış.
Gerek oturumlarda yapılan tartışmalar, gerekse açılan masalar farklı feministler ve kurumlar arasındaki ilişkiyi tazeliyor. Yine, farklı bakış açılarının tartışılmasına ön ayak olarak, belli bir yere kadar gündemlerin ortaklaştırılmasına da hizmet ediyor. Bu anlamda geçtiğimiz yıldan bu yıla, konferansın temasında şu değişiklikler olduğunu gözledik. Öncelikle, antikapitalist bir feminizm vurgusu bu yıl epey ön plandaydı.
Yine, kadın (ve çocukların) para karşılığı cinsel ilişkiye girmelerine karşı, Kuzey modelinin hayata geçirilmesi İngiltere’deki feminist hareketin önemli talepleri arasında. Son olarak, birkaç yıldır yaşanan sadece kadınlara açık oturumlarla ilgili gerginlik, bu yıl bir tür barış yapılarak sonlanmış görünüyor. Oturumların, kendisini kadın olarak tanımlayan herkese açık olması trans-kadınları da kapsanması açısından önemli bir adım olmuş.
Londra’da Feminizm Konferansları şimdiye dek özellikle İngilizce konuşulan ülkeler için ayrı bir önem taşıyor idi. Ancak gittikçe ulus-ötesi bir niteliğe bürünen konferans, önümüzdeki yıldan itibaren tamamen uluslararası bir konferans olarak örgütlenecek. Bunun için konferansın süresinin iki güne çıkartılması planlanmış. Ancak, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, gerçek bir uluslararası feminist dayanışmanın örülmesi yardım alan-yardım eden ikileminin aşılmasına bağlı gibi görünüyor. İhtiyacımız olan 1970’lerde Aborjin hareketinin sözcülerinden Lilla Watson’un bahsettiği türden bir dayanışma ilişkisi. Lilla diyor ki: “Eğer ki buraya bana yardım etmeye geldiyseniz, zamanınızı boşa harcıyorsunuz. Ancak, buraya kendi özgürlüğünüz benimkine bağlı olduğu için gelmişseniz, birlikte çalışmaya başlayalım.”
Konferansa dair bir diğer eksiklik ise 2008 krizi ile birlikte özellikle son üç yıldır kendisini iyiden iyiye hissettiren bütçe kesintileri konusunda hemen hemen hiç tartışma yapılmamış olmasıydı. Bütçe kesintilerinin yüzde 75’inin kadınların cebinden çıkacağının bilinmesine rağmen, bu konunun kapsam dışında kalması bizler için şaşırtıcı oldu.
Türkiye’deki feminist hareketin de tarihinde buna benzer pek çok konferans var. Önümüzdeki dönemde feminist hareketi güçlendirmesi anlamında böylesi bir konferansı yeniden örgütleyip örgütleyemeyeceğimizi birlikte tartışmayı umuyoruz. (İFK/AS)
* Ayşegül Taşıtman, Begüm Acar, Deniz Ulusoy ve Ece Kocabıçak; İstanbul Feminist Kolektif.