Bazen ortalıktan kaybolup, bir süre sonra yeniden ortaya çoksa da, iki yıldır sabahları onu görmeye alıştım.
Postane ile Halk Ekmek Büfesi’nin köşesinde plastik kolçaklı -aslında beyaz olmalı- bir sandalyede bacak bacak üstüne atıp, ağzından burnundan dumanlar çıkartarak sigara içerken gelip geçenle göz iletişimi kurmadan çevreyi boş gözlerle seyreden, görmekten aşina olduğu insanlar önünden geçerken elini kalbine doğru götürerek selam veren birisi o.
Sakalına karışık kuzguni siyah, uzun ve kirli saçları tuhaf bir biçimde şekilli. Geniş alnına düşen perçemleri içe kıvrık. Esmer, kara uzun kıvrık kaşları var.
Üzerindeki pantolon, ceket ve garson yeleğini değiştiğini fark etmedim hiç. Uzun aralıklarla ekose oduncu gömleklerini değiştirir sadece. Yazın kollarını sıvadığı bu gömleklerin sayısı iki-üç olmalı. Kış aylarında giydiği paltosu Rus askerlerinin giydiğinin benzeri. Haki, kruvaze, çoğu kopuk olsa da sarı parlak düğmeli.
Bir kez sandalyesi sırtında köşesine doğru giderken yolda karşılaştığımızda, her zaman, herkese tepeden bakan tavrını, fiziğinin desteklediğini anladım. Ruh sağlığının bozuk olduğuna dair belirgin bir emare yok. Sigara içmediği nadir zamanlarda postal bağcıklarıyla oynayan yaşsız bir adam o.
"Hakkında herkes bir şey söylüyor..."
Sandalyesinin yamacında içi tıka basa dolu sırt çantası, transistörlü radyosu ve plastik su şişesi durur. Radyosu sadece kendine ve yanından geçenlere yayın yapar. Bazen fal tutarım: Geçerken çalan şarkı benim olsun diye. Her tür müziği dinlediğinden, müzik zevkini saptayamadım. Zaten hakkında bildiklerim de gözlemlerimle sınırlı.
Ekmek büfesindeki satıcı hariç kimseyle konuştuğunu görmedim. Bir sabah onun olmamasının, satıcının da boş olmasını fırsat bilip: “Şey, komşunuz bu adam hakkında ne biliyorsunuz?” diye sorduğumda şaşırsa da, bildiklerini paylaştı.
İşte söyledikleri… “Hakkında herkes bir şey söylüyor. Doğrusu ne; bilmiyorum. Kimi ‘Eşini öldürmüş, yeni ceza evinden çıkmış’ diyor, kimi ‘Annesi ölünce kendini sokağa vurmuş’ diyor. ‘Evi yanmış’ diyen de var, ‘Aşkından mecnun olmuş’ diyen de. Arsız, yüzsüz biri değil; dilenci hiç değil. Arada poğaça ve çay ikram ederim ona. Beş ikramdan üçünü geri çevirir. Çok nadir konuşur. Sanki başka bir evrende yaşıyor.
"Nerede kaldığını da, kalacak yeri olup, olmadığını da bilmiyorum. Sizin gibi soranlar olduğunda ‘Sandalyesi boynunda, çantası sırtında, radyosu elinde göçerek, konarak yaşıyor işte.’ diyorum. ‘Ortalıktan yok olduğunda ne yapıyorsun?’ dediğimde cevap vermedi.
"Geçen şubat ayındaki o çok soğuklarda vatandaşın biri sosyal hizmetlere ihbarda bulunmuş. Gelen ekip götürmeye ikna edemeyince, tutanak tutup gitti. Bir defa polisler, iki- üç kez de zabıta geldi; barınağa götürmek için. Gitmiyor.
"Belki görünmediği zamanlarda hastalandığı için gelmiyordur. Kim bakar nasıl iyileşir: muamma. Öksürdüğünü bile duymadım. Tiner, ispirto, bally filan kullandığını görmedim. Sadece vapur bacası gibi sigara tüttürüyor.
"Müşterilerden biri ‘Bu adam kendini kendine sürgüne yollamış’ dedi. Ben onun görmüş, geçirmiş bir ailenin evladı olduğunu zannediyorum.”
Kaç gündür ortalıkta yoktu
En son yılbaşı sabahı gördüm onu. Yanından geçerken radyosunda çalan o günkü fal şarkım “Hayat bayram olsa”ydı. Şenay’ın söylediği bu güzelim şarkının içi doldu mu, yoksa boşaldı mı bilemedim o gün akşama kadar.
Kaç gündür ortalıkta yoktu. Ekmek Büfesi’ndeki satıcıya da soramadım bir türlü. Bu ara Ankara karlı olduğundan kendini sürgüne yollayan adam ve arkadaşlarının durumu daha da vahim.
Derken dün sabah işyerimden bir arkadaş “Sandalyesi sırtında gezen o adamı dün akşam Köroğlu Caddesi'ndeki bir bankamatik kabininde sandalyesinde otururken gördüm” dedi laf arasında.
Rahatladım diyebilir miyim? Bilmem.. (ŞD/TK)