İş dünyasının en başarılı ve en Avrupai isimlerinden Rahmi Koç, Türkiye’de 5,5 milyon kişinin devlette çalıştığını ama aslında 2 milyon kişinin yeterli olacağını söyledi. Önemli kişilerin bütün sözleri gibi bu cümleler de medya aracılığıyla yayıldı.
Gerçi devlet memuru sayısının çok fazla olduğuna dair yaygın bir inancın varlığı nedeniyle memleketin bütün kahvelerinde bu sözlerin benzerleri sık sık tekrarlanır. Zira devlet boş oturan insanlarla dolu bir istihdam kapısı olarak görülür.
Memurlar kol emeği kullanmak zorunda kalmayan ve patronun ağzından çıkan bir cümleyle işsiz kalma tehlikesi yaşamayan çalışanlar olduklarından, biraz kıskanılan insanlardır. Köylüler, işçiler, işsizler, küçük esnaf ve zanaatkârlar tarafından pek sevilmezler. Memur denince insanların aklına, gitmek zorunda kaldıkları kamu kurumlarındaki büro elemanları gelmektedir.
Devlet istihdam kapısı mı?
Popüler inançların çoğu gibi bu konuda da yanlış bilgilere sahip olunduğunu göstermek için biraz rakam vermek gerekiyor. Öncelikle, Türkiye’deki kamu istihdamının öteki ülkelere göre yüksek değil tam tersine düşük olduğunu belirtmek lazım.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) verilerine göre, Türkiye’de toplam istihdam içinde kamu istihdamının payı yüzde 13. Oysa OECD ülkeleri ortalamasında bu sayı yüzde 18’e ulaşıyor. Kamu istihdamının en yüksek olduğu ülkeler yüzde 29 ile İsveç ve yüzde 28 ile Danimarka. Kamu istihdamının payı Fransa’da yüzde 21, Yunanistan’da yüzde 17, Britanya’da yüzde 16. Kamu sektöründen nefret edilen ABD’de bile yüzde 15.
Kamunun payının Türkiye’den düşük olduğu ülkeler de var. İsviçre’de yüzde 10, Kore’de yüzde 8, Japonya’da yüzde 6. Yani ülke ekonomisinin içinde kamu hizmetlerinin payının ne kadar olacağı, bir siyasi tercih meselesi. Siyasi tercihlere göre kamunun payı düşürülebilir. Nitekim Türkiye’de düşürülüyor.
Burada birilerinin, kamunun hangi hizmetlerinin küçültüleceğine, hangi hizmetlerinin varlığını sürdüreceğine karar vermesi gerekiyor. Yani asıl siyasal tercih konusu söz konusu kamu hizmetleri arasında yapılacak seçim. Bu konuda da birkaç rakam vermek gerekli olacak.
Türkiye’de toplam kamu istihdamı söylendiği gibi 5,5 milyon değil 5 milyon kişi civarında. 5 milyon çalışanın 3,5 milyon kadarı devlet memuru. Kalanları, az sayıda sözleşmeli personel ile 1,5 milyona yakın daimi ve geçici işçi.
Devlet memurlarının içinde en büyük grupları eğitim ve sağlık personeli oluşturuyor. Kamuda çalışan 1 milyonun üzerinde öğretmen ve 1 milyonun üzerinde sağlık personeli var. Bu iki temel alanın istihdamı zaten 2 milyonu aşıyor.
Bunlardan sonra güvenlik güçleri geliyor. Polis sayısı çok net değil. Polisler için TÜİK 330 bin, Eurostat 475 bin sayısını veriyor. 45 bin subay, 135 bin astsubay, 110 bin uzman er ve erbaş bu grupta. Ayrıca 55 bin korucu var ama onlar memur statüsünde değil. İstihbaratçı sayısının da 8 bin kişi olduğu tahmin ediliyormuş.
Bu sayılara devletin vazgeçilmez bulduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 140 bin ve zorunlu olduğuna kimsenin itiraz edemeyeceği itfaiye teşkilatlarının 35 bin personelini ekleyince zaten 3 milyon rakamına ulaşılıyor.
Tasarruf nereden yapılacak
Kamu istihdamının azaltılmasını isteyenler, tasarrufun hangi alanlarda yapılmasını istiyorlar? Bu soruyu yanıtlamak için kimin kamu hizmetlerini azaltmak istediğine bakmak gerekir. Bilindiği gibi, kamu hizmetlerini azaltmak her zaman liberallerin en öncelikli taleplerinden olmuştur.
Liberal ekonomi anlayışı zaten kamu hizmetlerinin azaltılmasını gerektirir. Konu verimlilik açısından değerlendirilir. Verimli çalışamadığına inanılan kamu sektörüne tahsis edilen kaynakların israftan ibaret olduğu savunulur. Oysa kaynakların özel sektöre tahsis edilmesi durumunda toplam verimliliğin artacağı ve bunun ekonomik büyümeye daha çok katkı sağlayacağı öne sürülür.
Bu düşünce kendi içinde tutarlıdır. Eğer piyasanın her şeyi dengeleyebileceğine inanıyorsanız, piyasa dengesinin ortaya çıkardığı her durumu meşru kabul ediyorsanız, kamu hizmetlerini de mümkün olduğunca küçültmeniz gerekir ki kamunun piyasayı bozucu etkileri sınırlansın.
Bu çok eski bir düşünce tarzı. Daha doğrusu eskiden beri varlığını ve etkisini sürdüren bir düşünce tarzı. Zaman içinde buna ekonomi dışı ilaveler de yapıldı. Önce liberal ve demokrat kavramları arasında özdeşlik kuruldu. Liberal olmak demokrat olmanın ön şartı gibi sunuldu. Sovyetlerin çöküşü de bu bakışın birçok yerde popülerleşmesine yardımcı oldu.
Liberal ve demokrat kavramları bütünleşince, devlet ne kadar küçülürse o kadar demokrat olunur gibi bir akıl yürütme biçimi yayılmaya başladı. Özellikle 12 Eylül döneminde devletin baskılarından bunalan insanlar için küçük devlet, küçük anayasa gibi sloganlaşmış ifadeler çekici hale geldi.
Geçtiğimiz dönemde, az rastlanır bir toplumsal uzlaşıyla devlet küçültüldü. Satılamayan çok az kamu işletmesi kaldı. İşletme niteliğinde olmayan bir dizi kamu kurumu da kapatıldı. Kamuya ait gayrimenkuller satıldı, özellikli doğa parçaları ya satıldı ya da sonsuza kadar kiralandı. Bu süreç bitmedi, devam ediyor.
Liberaller hala devletin küçültülmesini savunuyorlar fakat artık özgürlüklerden, demokrasiden dem vurulmuyor. Verimlilik, etkinlik, karlılık gibi gerekçeler kullanılıyor. Özgürlüğün, demokrasinin yolunun devleti küçültmekten geçmediği yaşayarak görüldü.
Devleti küçültmek demek devletin baskı araçlarını küçültmek demek değil. Asıl istenen devletin sağladığı kamu hizmetlerini küçültmek. Bu da liberallerin güvenlik devletini hayata geçirmek demek oluyor.
Kamu hizmetleri kime lazım?
Devleti küçültmekten söz edenler, kamu istihdamını azaltırken hangi kurumları küçültmeyi kast ediyorlar? Orduyu, polisi, jandarmayı, istihbaratı küçültmeyi akıllarının ucundan geçiriyorlar mıdır? Diyanet personeli hakkında ne düşünüyorlardır? Yoksa devasa kadroları nedeniyle masraf kapısı olarak gördükleri eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerini mi küçültmekten yanalar?
Kamu hizmetleri bir ülkenin orta ve alt gelir grupları için önem taşır. Bu hizmetlerin yaygınlığı da kalitesi de üst gelir gruplarını ilgilendirmez. Üst gelir grupları sağlık sorunlarını özel hastanelerde çözer, çocuklarını kaliteli eğitim veren özel okullara gönderir, gündelik hayatını sürdürmek için kamu ulaşım araçlarına ihtiyaç duymaz, konut ve işyerini korumak için özel güvenlikçiler kullanır.
Bütçeden kamu hizmetleri için ayrılan payların düşmesi, bu hizmetleri verecek kadroların daralması sadece kamu hizmetlerini kullanan kesimlerin sorunudur. Bu hizmetleri kullanmayanlar için bunlar vazgeçilebilir konulardır. Bu yüzden tasarruf gerektiğinde akla kamu hizmetleri gelir, bu yüzden bu kurumlar sürekli olarak nitelik kaybeder, bu yüzden çeşitli usullerle kamu hizmetleri bedelsiz olmaktan çıkarılır.
Hükümetin bazı uygulamalarından memnun olmayan bir takım iş çevrelerinin olduğu biliniyor. Bunların zaman zaman kur politikasını, faiz politikasını hatta bazı kamu yatırımlarını eleştirdikleri görülüyor. Fakat eğitim, sağlık gibi hizmetlerin kalitesinin sürekli düşürülmesine yönelik tek bir eleştiri getirdikleri görülmez. Ne kadar anlaşmazlık yaşasalar da sonuçta kamu hizmetine ihtiyaç duymayanların devletinde anlaşırlar.
(BD/VC)