İnsanın derisi bir kez kalınlaşınca sonrası kolay. İşittiğin sözler bir kulağından girer, ötekinden çıkar. Dünya yansa umrunda olmaz. "Bana ne canım" diyerek havaya savuracağın bir ele bakar.
Peki ya derimiz henüz böylesine boşverecek kadar kalınlaşmamışsa?
Halil Serkan Öz, Yalova Fen Lisesi'nde genç bir öğretmendi. Geçtiğimiz günlerde, ders anlattığı öğrencilerinin önünde üst düzey bir devlet görevlisi tarafından aşağılandı. Ağır hakaretlere maruz kaldıktan sonra yine aynı kişi tarafından kendi sınıfından kovuldu. Yalova Valisi Selim Cebiroğlu, Halil öğretmene şöyle demişti:
"Bu saç sakal ne? Sen ne biçim öğretmensin? Öğrencilerine böyle mi örnek oluyorsun? Çık dışarı o sakalını kes. İnsanlar dışarıda görseler dilenci zannedip para verirler."
Bu olayın ardından başta meslektaşları olmak üzere geniş bir kitle, Öz ile dayanışmak için "Öğretmene Saygı Yürüyüşü" adıyla bir etkinlik düzenledi. Orada, o yürüyüş sırasında, kalbi tekledi Halil öğretmenin. Ambulansta iki kez duran kalbini çalıştırmaya uğraştı doktorlar.
Olmadı. Hastaneye yetiştiremediler, öldü.
Derisi kalınlaşmamış bir avuç insandandı. Yoluna ışık tutan ve öğrencilerine de tavsiye ettiği kitapların kuvvetle muhtemel onda birini dahi okumamış bir mühim yetkili tarafından "ne biçim bir öğretmen" olmakla sorgulanmaya, çocuk gibi çocuklarının önünde azarlanmaya dayanamadı belki.
Kalp kırılganlığını ölçebilen alet yok. Bakkalların ekmek belgesi vermediği gibi.
Ancak bunların pek bir önemi yok.
O kalp, durduk yere de durmuş olabilir. Sokakta vurulan bir çocuk, bakkala gitmemiş de olabilir.
Önemli olan, netice. Olayların nihayete ermeden sonuca giden yolların nasıl döşendiği, önemli olan.
Ey üst perdeden konuşmayı marifet bilen zatlar ve onların ateşli yandaşları, bu sefer biz size soralım:
Siz ne biçim insanlarsınız?
301 işçiye mezar olan, yüzlerce çocuğun babasız kaldığı, binlerce kişinin travma yaşadığı bir ilçede, hükümeti protesto eden vatandaşı tekmeleme cüreti gösterenler, siz kimsiniz?
"Çiftçinin hali ne olacak" diye sorana, "Ananı da al git" diyenler, siz neyin kibri içindesiniz?
Biber gazıyla canını aldığınız emekli öğretmen, yıllarca bu topraklara emek vermiş değerlerden biri değil mi?
"Olağan şüpheli" ilan ederek adliye kapılarında kanuna aykırı bir şekilde üstünü aramaya çalıştığınız avukatlar, sizler için adalet savunuculuğu yapmıyor mu? Polis tarafından darp edildiklerinde, "Oh iyi oldu" dediğiniz, müvekkilini korumak için aranmayı reddeden avukatlara hakaret eden sizler, zekanıza da hakaret etmiş olmuyor musunuz?
Canınızı emanet ettiğiniz, dört bir yanı pislik içindeki hastane köşelerinde canı çıkana kadar sabahlayarak çalışan hemşireleri, doktorları hedef göstermekten utanmıyor musunuz?
Sokakta haber peşinde koşan muhabiri tartaklamaktan zevk alan, sizden olmayan gazetecileri kazığa oturtan sizler, kimsiniz?
Sanatçıyı aşağılayarak 'entel' olduğunu sanan, cehaletin paçalarını fena halde sardığı sanat düşmanları, siz ne biçim kişilersiniz?
Bu ülkenin avukatı, doktoru, öğretmeni, çiftçisi, gazetecisi, sanatçısı, size hesap vermek zorunda mı?
Toplumu emekçi sınıfa düşman etmeyi görev bilmek, hanginizin kitabında yazıyor?
Fikret Kızılok, hikayesi bilinmese rahatlıkla aşk şarkısı zannedilebilecek "Kalbim" şarkısını, yaşadığı kalp rahatsızlığı sırasında aslında kendi kalbi için yazmıştı:
"Kalbim, dayanmak artık kolay değil / Bırakacak gibisin yarı yolda"
Karanlığınız, artık ateşli silahla, gazla, bombayla vurmadan da öldürmeye başladı.
Halil Serkan Öz hocanın bizzat girdabına kapıldığı bu karanlığa kalbi dayanmadı.
Bırakıp yarı yolda ailesini, öğrencilerini, sevdiklerini, göçüp gitti bu nefret dolu diyardan.
Bilmek zor şimdi, acaba hangimiz daha karanlıktayız? (BK/HK)