Çok sevdiğim bir kadın arkadaşımla bir kafede oturmuş, laflıyoruz. Konuşurken konu dönüp dolaşıp kadın hareketine, feminizme ve erkek egemenliğine geliyor. Haksızlıklardan ve ayrımcılıklardan birlikte dem vururken konuyu soyadı meselesine getiriyorum. Tabi bende bir rahatlık var, nasıl olsa bu konuda da aynı düşündüğümüzü düşünüyor ve arkadaşıma bir başka haksızlığın da soyadı meselesi olduğunu söylüyorum. Kesinlikle eşimin soyadını kullanmayacağımı, sadece kendi soyadımı kullanacağımı, bunun için de gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bile gideceğimi ekliyorum.
Arkadaşım birden bana dönüp, “Aaa gerçekten mi? Ama bu çok sembolik bir şey değil mi Melis? Soyadın değişse ne olur, değişmese ne olur? Zaten kendi soyadını da tutabiliyorsun” diyor.
Ben biraz afallıyorum tabi; ama serde kadınlık var ya, çaktırmamaya çalışıyorum. Haksızlığın her türlüsü ile mücadele önemli diyerek sazı elime alıyorum ve devam ediyorum. “Neden sembolik olsun, 30 yaşına kadar beraber yaşadığın soyadını bir günde silip yerine yenisini getiriyorsun. Birden başka birisi oluyorsun. Hele de akademisyen, avukat ya da bir iş kadınıysan evlenmeden önce yaptığın tüm kariyeri bir anda başka bir soyadıyla yeniden inşa etmek zorunda kalıyorsun. Yeni bir kimliği, yeni bir kariyeri, yeni bir dünyayı yeni soyadınla yeniden yaratmaya çalışıyorsun.
Öte yandan, evlenmek erkek için soyadı anlamında hiçbir değişiklik yaratmıyorken kadının medeni durumuyla ilgili her türlü bilgiyi soyadına bakarak anlamak mümkün. Bu durumu sadece evlilik için değil evlilik sonrası için de düşünmek gerekiyor. Mesela, boşanan bir kadının soyadı yeniden evlenmeden önceki soyadına dönerken, erkek için herhangi bir değişiklik söz konusu olmuyor. Kısaca erkek birey evlense de evlenmese de, boşansa da boşanmasa da aynı soyadını taşıyor. Fakat kadın, her türlü medeni durum değişikliğinde soyadını yeniden değiştirmek zorunda. Bu da başlı başına bir eşitsizlik yaratmıyor mu?” diyorum.
Arkadaşım suratıma “Vay arkadaş, bu konuyu konuşmak için hep bu anı mı bekledin?” der gibi bakıyor. Ben de evet diyen gözlerle karşılık veriyorum. Elimdeki sazı bırakıp konuşmaya ara verdiğimde arkadaşımın kendisi de bu durumun kadınlar için haksızlık yarattığı konusunda haklı olduğumu belirtiyor ve “bu konuda ne yapabiliriz” diye soruyor.
Belki de önce yasalardan bahsetmeli diyip başlıyoruz konuşmaya. Türkiye’deki yasalara (Türk Medeni Kanunu 187. Madde) göre evlenen kadın kocasının soyadını alır. Kadın koca soyadı ile birlikte önceki soyadını da taşımak istediğini evlenme sırasında yazılı olarak evlendirme memurluğuna bildirerek talep edebilir. Evlenme akdi sırasında müracaat etmemiş ise daha sonra nüfus müdürlüğüne başvurarak önceki soyadını da kullanmak istediğini belirtebilir.[1]
Bu durumda, yasaların ne kadar ayrımcı olduğunu vurgulayarak konuşuyoruz. Daha sonra da geçmişteki hem kaybedilen, hem de kazanılan davalardan söz açıyoruz. Mesela 2011 yılında bazı aile mahkemelerinde kadının sadece evlenmeden önceki soyadını kullanması istemiyle açılan davalarda Anayasa Mahkemesi’nin Türk Medeni Kanunu’nun “evlenen kadının kocasının soyadını alması ya da kocasının soyadının önünde önceki soyadını kullanması”na ilişkin hükmünü anayasaya aykırı bulmadığından bahsediyoruz. Bu sebeple de açılan davaların var olan durumun anayasaya aykırı olmadığı gerekçesiyle reddedilmesinden [2] dem vuruyoruz.
Gülizar Tuncer ve Bahar Leventoğlu
Bu kaybedilen davalardan bahsettikçe arkadaşımın suratında umutsuz bir ifade oluşmaya başlıyor. Bunun üzerine bu durumun biz kadınların umudunu kırmaması gerektiğini, çünkü 2013 yılında avukat Gülizar Tuncer’in kadınlar için emsal teşkil edebilecek çok önemli bir dava kazandığından [3] bahsediyorum.
Eşinin soyadı olan Güneş’i kullanmak istemeyen Gülizar Tuncer dava açıyor ama Şişli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi Gülizar’ın dava talebini reddediyor. Gülizar da durur mu, kararı hemen temyiz ediyor fakat Yargıtay 18. Hukuk Dairesi de temyiz talebini reddederek mahkeme kararını onuyor. Bu dava talebinin reddiyle aslında erkek olan ve egemenliğini yasalarla da destekleyen bu 'erkek' sistemde aile birliği ve bütünlüğü korunmuş oluyor ve aile bağları güçlendiriliyor! Aynı zamanda devlete göre soyadının eşlerden birisine öncelik tanıyacak biçimde kullanmasıyla (öncelik tanınan tabii ki de erkek!) hukuk devletine aykırı bir durum da yaratılmamış oluyor! *
Hikayenin devamını ise ballandıra ballandıra anlatıyorum. Neyse ki Gülizar yılmıyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyor. Türkiye de bakıyor bu davayı kesin kaybedecek, Gülizar’a 1000 euro teklif ederek AİHM’e taşıdığı davasını düşürmesini, böylece nüfus cüzdanında kendi soyadını taşıyabileceği değişikliğin gerçekleşeceğini söylüyor. Fakat Gülizar, kararın sadece kendisini değil gelecekte de aynı sorunu yaşayacak kadınlar (Gülizar burada bizden bahsediyor) için de bu karar alınmalıdır diyerek dostane teklifi reddediyor.
Sonuçta ne oluyor? AİHM, Gülizar’ı davasında haklı bularak Türkiye’yi mahkum ediyor. Aynı şekilde, 2004 yılında Avukat Ayten Ünal’ın, kocasının soyadını kullanmak istememesi üzerine yaptığı başvuruyu AİHM haklı bularak Türkiye’yi mahkum ediyor [4].
Daha sonra da Bahar Leventoğlu isimli bir başka akademisyen tarafından açılan davayı [5] kaybeden Türkiye, böylece iç hukukta değişiklik yapmak zorunda kalıyor. Fakat en güzeli geçen hafta resmi gazetede yayınlanan haberle oluyor çünkü avukat Sevim Akat Eski’nin açtığı dava Anayasa Mahkemesi’nin soyadı yasasında değişiklik yapmasına sebep oluyor.
Anayasa Mahkemesi sonunda kadınların kocalarının soyadlarını kullanma zorunluluğunun Anayasa’nın “kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlığını taşıyan 17. maddesinde tanımlanan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğunu kabul ediyor. Karar da Resmi Gazete’de yayınlanıyor. Karar devrim niteliğinde sayılıyor ama kararda çok fazla ayrıntı paylaşılmıyor. Hikayenin sonunda arkadaşımın gözleri parlıyor ve peki biz ne yapmalıyız diye sormaya başlıyoruz.
Peki bundan sonra ne yapmalı?
Kadın ya da erkek fark etmez, birçoğumuz bu soyadı meselesinde kadının evlenince erkeğin soyadını almasının ‘olması gerektiği gibi olduğunu’ ve bu yüzden de değişikliğe gidilmesine gerek olmadığını düşünüyoruz.
Bazı kadınlar bu soyadı meselesini oldukça kanıksamış olmalılar ki, evlenmeden önceki soyadlarını bile tutmadan doğrudan eşlerinin soyadlarını kullanıyorlar. Evlenmeden önceki soyadını tutan birçok kadın da iki soyadı çözümünün oldukça yeterli olduğunu düşünüyor. Öte yandan erkeklerle bu meseleyi konuştuğumuzda, “Kadınlara yapılan haksızlıklara ben de karşıyım ama bu soyadı meselesini çok abartıyorsunuz. Ben ortada bir eşitsizlik göremiyorum, ne de olsa soyun devamını sağlıyoruz” ya da “Siz önce kadın cinayetlerini durdurun, boşverin bu soyadı meselesini” gibi cümlelerle karşılaşıyoruz.
İşin vahim tarafı, birçok kişi hem bu söylemleri hem de bu eşitsizliği oldukça “normal” görerek ortada herhangi bir eşitsizlik olduğunu düşünmüyor. Sosyal psikolojiye göre birey, var olan adaletsiz bir durumu değiştirmek için herhangi bir adım atmadan önce, ilk başta o durumun adaletsiz olduğunu düşünmelidir. Fakat hem birçok kadın, hem de birçok erkek bu soyadı meselesini adaletsiz bir durum olarak görmediği için bu durumu değiştirmek için de herhangi bir girişimde bulunmuyor. Bu sebeple de öncelikle bu algıyı değiştirerek bireylerin ortadaki adaletsizliği algılamasını sağlamalıyız diye düşünüyorum.
Eğer eşitlik için çalışıyorsak, eşitlik anlayışımızı tam eşitlik anlayışı üzerine oturtmalıyız. Bazı durumlarda erkeğe öncelik vererek, kadını geri planda tutarak eşitlik sağlamış olmuyoruz. Hele de aile bütünlüğünü sağlamış hiç olmuyoruz. Önemli olan, eşitsizliğin başka bir biçimi olan soyadı meselesiyle de mücadele ederek tam eşitliği sağlayabilmek yolunda çaba harcamak. Kadının erkekten “bağımsız” bir birey olduğunu kabul ederek, kadını erkeğe bağımlı gören her türlü zihniyete de karşı çıkmalıyız.
Kadının bağımsız bir birey olduğunu hiçe sayıp, kadını kocasının üzerinden tanımlayan ve böylece yasalar önünde kadın-erkek eşitliğini sağlayamayan “erkek” devlete de bunun ne kadar ayrımcı bir uygulama olduğunu hatırlatmalıyız. Bunun için de gerek bir araya gelip bu konuyu tartışmaya açarak, gerek örgütlenerek, gerekse toplu davalar açarak bu konuyu gündemimizden düşürmeyelim. Böylece kendi kimliklerimizle, medeni durumumuz ne olursa olsun soyadımızı değiştirmeden eşit bir biçimde yaşayabilmek için bir adım daha atalım. Kısacası biz kadınları soyadlarımızı değiştirmeye mahkum etmek yerine Türkiye Cumhuriyeti Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesini değiştirmek zorunda kalsın!
Daha konuşacak çok şey olmasına rağmen, erkek egemenliğine karşı çıkmış olmanın mutluluğuyla hesabı ödeyip arkadaşımla kafeden ayrılıyoruz. Şimdi biliyorum ki, bu davada artık bir kişi daha fazlayız, daha umutluyuz ve daha güçlüyüz. (MÖU/HK)
* 2011 yılında reddedilen davanın sebebi buydu.