“düşüncelerin kendi kendilerine harekete geçen bir gücü yoktur, onlar ancak ‘kitleleri kavradıkça birer maddi güç haline gelirler’”(*)
insanlık tüm toplumsal evrimi boyunca hep bir “ütopya”yı tarif ve var etmiştir.
bunu “ertuğrul kürkçü, yayınlanan “tek” kitabı “isyanın izi”nde de “insan soyunun her kavminin tarihinde, popüler kültürün değişmez öğelerinden birinin eşit ve özgür bireylerden oluşan bir toplum hasreti olduğunu söylemek mümkün” söyleyerek doğruluyor.
o “hasretle” tarif edilen ütopyayı başta her devrin egemenleri olmak üzere, genel çoğunluk mümkün olmayan bir durum sanıyorlar, öyle tanımlıyorlar.
aslında tüm “ütopya”ların içinde olan iki temel unsur, esarete karşı “özgürlüğü”, yokluk ve yoksulluğa karşı “bolluk”, bir “iktidar”ı hedefleyen her egemenin de hem hayali hem de vaadi ve söylemidir. ama iktidara geldiği anda da bunlar yeniden erişilemeyecek bir “ütopya”ya döner, döndürülür. yalnız bir “iktidar”ı hedefleyenler değil, aynı zamanda, hemen her dönüşüm ve devrim de en azından çıkış noktasında bunları içinde barındırmış, hatta başlangıcında gerçek kılmak için uğraşmıştır.
bu anlamıyla tüm toplumlar tarihi boyunca anlatılan hikâye aslında hep aynı ve bundan ibarettir.
marksizm de de böyle olmuştur gerçekten de, kürkçü’nün bir kez daha altını çizdiği gibi.
ama hedeflediği yeni toplumun gerçekleşmesi için gerekli “gerçekçilik” adına ütopyayla savaşmakla işe başlamıştır.
onun bu yanının abartıldığında varılan sonuç, artık her solcunun aynı biçimde eleştirdiği, bir “elit iktidarı”a dönüşen “reel sosyalizm”de de olmuştur.
aynı saptamayı yapan kürkçü “marksizmin kendisi, ‘reel sosyalizm’in gözünde bir ütopyaya dönüşmüş bulunuyor” diyor ve marksizmin içindeki o çekirdeğe geri dönüşün bir zorunluluk olduğunu “marksizmin çekirdeğindeki ütopyanın ortaya çıkarılması, onun asıl rasyonel sunuluşu olabilir. günümüzde marksistin ütopyacı, ütopyacı denmeye değecek kişinin de marksist olması gerekli gibi görünüyor” sözleriyle ortaya koyuyor.
bugün yaşanan pek çok pratikten anlaşıldığı gibi bu gerçekten de artık “mümkün!”
hem de şimdi ve hemen!
onun için bazı temel hasletlere ve rehberlere, ama onun ötesinde bazı tutum ve davranışlara ihtiyaç var:
bunlardan birisi yaşama, insana, dünyaya, kendine ve olan bitene dair düşünen insanlardan olmak ve o insanlarla birlikte ve beraber olmak!
bu yeter mi? yetmez!..
o düşündüklerini söylemek, paylaşmak, kaydetmek gerek!
bunlar da işin doğası ve gereği ama bu da yetmez, bence...
düşündüğüne, vardığın sonuca, bulduğun doğruya inanman da gerek!
bunun da yeterli olmadığını söylersem bana kızar mısınız?
kızın ama “daha”sını söyleyeceğim:
düşündüğün ve inandığın gibi yapmak, yaşamak gerek!
tüm bunları yapanların bir şey daha yapması gerekir bence:
o da bunların hepsine “kuşkuyla” bakmak ve “sorgulamak”...
sonra da başa dönmek... ve hep yeniden başlamak! düşüncenizin asla bir doğmaya dönüşmesine izin vermemek!
“çok az, belki de yok öylesi” dediğinizi duyar gibiyim.
doğru “var ama çok az!”
isyanları anlama ve anlatma
ama ben şanslı bir insanım; o az insanları tanıdım, tanıyorum, yanlarında yörelerinde oluyor, onların yalnız düşündüklerini öğrenmiyor tüm yaptıklarını da görebiliyorum.
söz ettiğim kitabı çıkacağından haberim olduğunda bir hafta aradım. sonra bianet yazarı, sevgili arkadaşım şadiye dönümcü, kitabı yayınlayan “dipnot yayınevi”yle tanışık olduğu için hemen bana gönderdi.
kitabı okumaya başlayınca aklımdan ilk önce bunlar geçti.
ertuğrul abi, onca işin, sorumluluğun ve yaşamını riske eden koşturmacanın tam ortasındayken yayınlandı bu kitabı. ilkin kitabın “yeni” olmadığı kanaatindeydim; çünkü 1987/88’de yayınlanan, çıkar çıkmaz önce fasikül fasikül, sonra da cilt cilt almaya başladığım, aldıkça yer yer okuduğum “sosyalizm ve toplumsal mücadeleler ansiklopedisi”nde yayınlanan makalelerden oluştuğu söylenmişti.
bu yüzden yalnızca iyi bir “derleme” ve kaynak olur diyordum.
okuyunca bununla sınırlı kalmadığını gördüm. neden mi?
aklınızın bir köşesinde eğer tanık olduysanız ya da okuduysanız “gezi direnişi”nde olan biteni tutarak kitaptan yaptığım şu alıntıları ardarda okuyun ve düşünün; “neredeyiz, neler oldu, oluyor?”
* “kadın ve erkek tüm kabile üyelerinin eşit söz hakkına sahip oldukları bir kabile demokrasisi geleneğini göç ettikleri topraklara taşıdılar.”
* “ortaklaşa yaşama alışkanlıklarıyla bütünüyle örtüşen mazdek eşitlikçiliğini kendilerine daha yakın buldular”
* "dervişler, düzenin resmi kurumlarında görevli din adamı imgesinden bütünüyle farklı olarak yeni kent uygarlığına geçişin sıradan halk arasında doğurduğu hoşnutsuzlukları dile getiren entelektüel ve toplumsal muhalefet hareketinin ideolog ve örgütçüleriydiler.”
* “bir tür çileciliği savunuyor, bekâr yaşıyor, saçlarını ve başlarındaki tüm tüyleri kazıtıyor, şeriat hükümlerinin hiç birine uymuyor, içki ve esrar kullanıyor, eşcinsel ilişkilere hoşgörüyle bakıyor, ‘zındık’, ‘cavlak’, ‘abdal’ vb. adlarla anılıyorlardı.”
* “kadınlı erkekli bir arada yaşayarak bir tür komün hayatının eşitlikçi atmosferini kuruyor, bölünmüş, eşitsiz ve baskıcı bir dünya karşısında komünal, ortaklaşmacı geleneklerin yaşatıldığı tekke ve zaviyeleri gitgide yoksullaşan ve devlet baskısı altında ezilen halkın birbiriyle dayanışabildiği birer direnme merkezi haline getiriyorlardı.”
korkmayın kitabın bütününü burada alıntılamayacağım. yalnızca işaret edilenin neden bugüne koşut olduğunu, neden bugünün öncüllerinin yüzyıllar öncesinden gelen, dolayısıyla bir zorunluluk halinin hep aynı noktalara bizi evirdiğini vurgulamak istedim.
böylesi bir bakış açısıyla neredeyse bin yıllık geçmişte bu coğrafyada yaşanan; ama onun ötesinde de tüm insanlığın yaşadığı toplumsal dönüşüm ve değişimlerin yaşandığı geçmişe bakan, onları derleyip toparlayan yeniden düşünmemiz ve tartışmamız için bize sunan bir kitap “isyanın izinde”, tam da aynı nedeniyle yalnız izinde değil “içinde” de!
iki önemli işlev
bu özellikleriyle ve seçilen başlıklarıyla, hatta ardarda sıralanışıyla iki temel işlevi yerine getiriyor.
ilki yukarıda belirttiğim bu coğrafyada ve tüm dünyada geçmişte olan bitenin eleştirel bir anlatımı söz konusu. ikincisi ise yalnız geleceğin yönünü değil aynı zamanda o yöne nasıl gidileceğini de geçmişten çıkarılan derslerle işaret eden bir anlamda bir “harita” oluşturması. yine tabii ki anlayana ve görene...
çünkü tüm mücadele ve değişim süreçlerinde olanların benzerleri şu anda da oluyor ve yaşanıyor:
“egemenin zulmü, sömürüsü ve bundan yaratılan bir yoksulluk ve yoksunluk hali”, “buna direnmekle başlayan bir başkaldırı”, “o süreci ortaklaşa yaşayıp, birlikte davranma ruhu”, “sahip olunan her türlü olanaktan yararlanarak oluşturulan çağdaş özgürlük kavgaları.”
bunun içinde olmaması gerekenler de yine tarihin örneklerinden yola çıkarak anlatılıyor, kitabın hemen her sayfasında:
“tümü düşünmeden kendini salt kendini, varlığını ve içinde olduğun yapının geleceğini düşünmek ve bunun için uğraşmak”, “ben bilirim diyerek her zaman belirleyici olup, bir ‘karşı iktidarı” tıpkı mücadele edilene benzer biçimde yaratmak”, “ileriden, değişimden yana olmamak, mevcut durumu koruma ve savuna anlayışıyla yaklaşmak”, “iktidarla uzlaşarak bazı dönemsel, anlık ve bir gruba yönelik olarak bazı çıkarların peşinde olmak."
üstelik de hep bir “umudu”, o erişilmez olanın gerçekleşeceği umudunu canlı tutarak yapıyor bunu.
her şeyi en kolay anlaşılır hale getirerek anlatması da ertuğrul kürkçü’nün sıkça tanık olduğumuz bir özelliğini ve özgünlüğünü ortaya koyuyor.
kısacası “isyanın izinde” aslında adının işaret ettiği gibi “güncel” olayları, yaşadıklarımızı tartışan ve tartışmamızı doğru yerlere yöneltmek için gerekli bir “kaynak ve rehber kitap”. kitabın giriş yazısının sonunda söylenen, rosa luxemurg’un mezar taşından alıntılanan sözleri yineleyenler, “vardık, varız ve varolacağız” diyenler, demek isteyenler için tabi. (ms/nv)
* “isyanın izinde” s: 173
** “isyanın izinde” ertuğrul kürkçü, dipnot yayınları, 2013, isbn: 978-605-4878-00-0, 240 sayfa