“Uçakta bir sürü insan ağlıyordu, herkesten çok ben, fakat Atina Havaalanına inmeye başlayınca herkes gülmeye, şakalaşmaya başladı, ben ise… Nasıl tarif edeyim bilmiyorum… Ölüm gibi bir şey duydum.” Hocası Bedri Rahmi’ye yazdığı mektupta Ekim 1964’te İstanbul’dan zorunlu ayrılışını böyle anlatıyor İvi Stangali.
İstiklal savaşının ardından 1930 yılında Türkiye’ye bir dostluk ziyareti yapan Venizelos ile imzalanan, “İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması”, Yunanistan uyruklu Rumların Türkiye’de oturmasına ve ticaretle uğraşmasına olanak veriyordu. İnönü hükümeti 1964 Martında, Kıbrıs’ta yoğunlaşan çatışmalar dolayısıyla Yunanistan’a karşı bir misilleme olarak aldığı bir kararla anlaşmayı feshetmiş, anlaşmadan yararlanan Rumlara ülkeyi terk etmeleri bildirilmiştir.
(“1964 Tehciri” için Özgür Kaymak’ın bianet’teki “1964 Sürgünü: Meslekleri Yasaklanan Rumlar” ve “1964’te Göç Ettirilen Rumlar Bir Daha Dönmedi” başlıklı iki yazısına bakabilirsiniz.)
Atatürk döneminde, savaşın üzerinden çok kısa bir süre geçmesine karşın gerçekleştirilebilen barışçıl politikayı “İkinci Adam” İnönü’nün izleyememiş olması ilginçtir. Türk - Yunan kardeşliği üzerine şiir yazan Ecevit’in de İnönü hükümetinde Çalışma Bakanı olarak bulunduğunu hatırlatalım. Anlaşılan o günlerin şoven ortamında dostluk, barış gibi “duygusallığa” yer yoktu.
Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olaylarının ardından 1964 sınır dışı kararı İstanbul Rumları için son darbe olmuştur. Daha yaşını doldurmamış kızı Zeynep Maya ile birlikte İvi Stangali, sınır dışı edilen 12 bin İstanbullu Rumdan biridir.
İvi, Cumhuriyet’le yaşıttır. İstanbul’da doğmuş büyümüştür. Zapyon Rum Kız Lisesini bitirdiğinde ailesi onu eğitimini sürdürmesi için Paris’e, Sorbonne’a göndermek istemektedir. Onun lisede başarılı olduğu edebiyat ve felsefe alanına yöneleceğini düşünmektedirler. Ama nedense İvi’nin aklı resimdedir. Gider, Fındıklı’da, Boğaz’ın kıyısında ışıldayan tarihi yapıdaki Güzel Sanatlar Akademisinde konuk öğrenci olarak resim öğrenimine başlar.
“Yıl 1946, mevsim ilkbahar”
İvi, Bedri Rahmi’nin öğrencisidir ve yeteneği ile dikkati çekmektedir. Savaş yıllarında girdiği Akademiyi 1949’da bitirir. Bedri Rahmi ile ilişkisi kopmamıştır. Bir anlamda öğrenciliği sürmektedir. Hocasının çalışmalarında en yakın yardımcısı, asistanıdır. Eyüboğlu ailesinin bir bireyi gibidir, ailenin her işine koşar, sorunlarını halletmeye çalışır.
Ünlü “Onlar Grubu”nu oluşturan on ressamdan biridir İvi. Akademi’den arkadaşlarıyla bir araya geldikleri bu çevre içindedir bütün yaşamı. Sınıf arkadaşlarından Fikret Otyam şöyle anlatır onu:
“Atölyenin meseni, hocanın bir lafını iki etmeyen, hatta bir kat fazlasıyla yapan yegâne arkadaştır. Kiminin meleği, kiminin bankası, kiminin Hızır’ıdır. Atölye ve arkadaşları için her zorluğa katlanır. Kalbi; iyilik ve vazife diye çarpar. Avşar kilimini, Anadolu yazmasını, halk türkülerimizi, bizden daha fazla sever. Allah İvi’yi başımızdan eksik etmesin.”
İvi ile hocası arasında “duygusal” bir ilişki de söz konusudur. Yıl 1946, Bedri Rahmi’nin, “Karadutum, çatal karam…” diye ölümsüzleştirdiği heykel sanatçısı Mari Gerekmezyan tüberkülozdan yaşamını yitirmiştir. Onun Bedri Rahmi’de bıraktığı boşluğu sanki İvi doldurmuştur.
Bedri Rahmi 1946’da yaptığı İvi’nin bir portresinin alt sağ köşesine şu sözleri yazmış: “Yıl 1946 / mevsim ilkbahar / İvi Reis’e / ta kendisi”. Erol Evgin’in Bedri Rahmi’nin şiirinden yaptığı “Sene 1946, mevsim sonbahar / önde zeytin ağaçları…” diye başlayan şarkısını bir de bu İvi portresini hatırlayarak dinleyin derim.
“Ressamı hatırlamak”
İvi Stangali’nin uzunca bir süre sonra yeniden gün ışığına çıkarılmasını, titiz, sabırlı araştırmacı Sula Bozis’e borçluyuz. Onun, sanat tarihçisi Seza Sinanlar Uslu ile birlikte hazırladığı “İvi Stangali / Ressamı Hatırlamak” adlı kitap İvi’nin yaşamını, akademi yıllarını, çalışmalarını ve 1964 sonrası Atina’daki karamsar sürgün yıllarını çok iyi belgeliyor. (Yapı Kredi Yayınları, 2019)
Kitap sadece İvi’yi hatırlamakla kalmıyor, 1940-1960’lar İstanbul’unun sanat çevresindeki yaşamı, Akademi’deki eğitimi, Bedri Rahmi’yi, “Onlar Grubu” ressamlarını daha iyi anlamanıza yardımcı oluyor. Ayrıntılardır belki, ama kitapta örneğin İvi’nin eskizleri arasında 4-5 yaşlarındaki Genco Erkal’ı görebiliyorsunuz, İlhan Berk’in İvi için yazdığı şiirleri bulabiliyorsunuz.
Seza Sinanlar Uslu’nun kitapta yer alan “Kayıp Tuvallerin Ressamı” başlıklı ayrıntılı incelemesi ve İvi’nin eskizlerini, resimlerini dönemlere ayırarak görsel materyal üzerinden yaptığı katalog çalışması başlı başına bir kitabı oluşturabilecek zenginlikte.
Uslu,“Kayıp Tuvallerin Ressamı” diyor, bu bir benzetme filan değil. İvi’nin 1964’e kadar yaptığı tabloların önemli bir bölümü kaybolmuştur. Türkiye’den ayrılırken yanında götüremediği 50 kadar tablosunu Sirkeci Garında TCDD’ye vererek Atina’ya göndermiştir. Ama “devlet” bir kez daha İvi’ye karşıdır, tablolar hiçbir zaman adresine ulaşmamış, kaybolup gitmiştir.
İvi’nin çalışmalarından günümüze ulaşabilenlerden bir bölümü bazı kitaplara yaptığı resimlemelerdir. Bu resimlemeler sadece kapaklarda kalmaz iç sayfalarda da metinle bağlantılı olarak verilir. “Ressamı Hatırlamak”ın “Katalog” bölümünde İvi’nin bu çalışmalarını tanıtan Uslu şöyle diyor:
“Metne eşlik eden ya da bazen okuyucuya kelimelerden önce öncülük eden illüstrasyonlar 1950’lerde Türkiye’deki edebi yayınlarda çok yaygınlık gösterir. ‘İvi Stangali’ adı da kısa zamanda bu alanda aranan bir isim olur. ‘Mapusane Çeşmesi’ ile başlayan çalışmaları, ‘Ateş Yakmak’, ‘Cüceler Çarşısı’, ‘İlyada’, ‘Kıraçlar’, ‘Jacques Prevert Şiirleri’ ve ‘Ütopya’ ile devam eder. İvi, Bedri Rahmi’nin yanı sıra Matisse kolajlarını da anımsatan çalışmalarında her kitaba uygun resimsel ifadeyi yakalamayı başarır. Bir kitaptan diğerine yepyeni çizgilere kıvrak bir şekilde geçebilmiştir.”
Uslu’nun adlarını verdiği kitaplardan “Mapusane Çeşmesi”nin yazarı, Orhan Veli’nin kardeşi Adnan Veli’dir. Jack London’un “Ateş Yakmak” adı kitabını Memet Fuat çevirmiştir. “Cüceler Çarşısı” Nevzat Üstün’ün şiir kitabıdır. Bu üç kitap da Yeditepe yayınlarından çıkmıştır.
Azra Erhat ve A. Kadir’in Homeros’tan çevirdiği “İlyada” 1958-1962 yıllarında 4 cilt olarak yayınlanmıştır. Thomas More’un “Ütopya”sının çevirmenleri; Mina Urgan, Vedat Günyol ve Sabahattin Eyüboğlu’dur.
İvi’nin resimlediği kitaplar arasında Zachris Topelius’tan Müşerref Hekimoğlu’nun çevirdiği “Fin Masalları” ve Nesrin Mavi’nin “Komedya” adlı şiir kitabı da bulunmaktadır. Yukarıda sıraladığımız yazar ve çevirmen adları, İvi Stangali’nin nasıl geniş bir çevre ile ilişkili olduğunu gösteriyor.
İvi’nin defterleri
1964’te sınır dışı edilenlere yanlarında 20 Dolar para ve 20 kilo eşya götürme hakkı tanınmıştır. Paradan vazgeçtik, bugün size “Bir daha buralara, evinize dönmeyeceksiniz, sadece 20 kilo hakkınız var” deseler, giderken yanınıza neler alırdınız? İvi, birkaç giyeceğin, kişisel eşyanın yanında Akademi ve sonrası yıllarından kalan eskizlerini, mektupları, fotoğrafları ve en önemlisi günlük notlarını yazdığı defterlerini alır. Onun yaşamında önemsediği anlar ve anılar bunlardır.
Kızı Maya, annesinin 1999’ta ölümünden sonra, geride bıraktığı belgeleri korur ve 2012 yılında tanıştığı Sula Bozis’e getirir, teslim eder. Bozis’in bu belgeler üzerinde yaptığı çalışma, kitapta “Hatıralardaki İvi Stangali ve Defterleri” başlıklı bölümde veriliyor. İlk defterin 1942 Kasım tarihli ilk sayfasında İvi, Bedri Rahmi Atölyesindeki ilk gününü şöyle anlatmış:
“Zeki Faik’le (İzer) beraber geldim. Beni atölyeye bırakıp gitti… Çok esmer kısa boylu bir erkek öğrenci bana bir sehpa getirdi. İsmi Mustafa’dır (Esirkuş). Karşıma bir yaprak koydu. Çizin dedi Hoca gelinceye kadar. Bütün öğrenciler bana iyice baktı. Kızlar elbiselerime, erkekler yüzüme ve bacaklarıma. Herhalde çok zayıf buldular… Yusuf adındaki birisi mütemadiyen konuşmak fırsatı arıyor. O biraz sokakta kızlara lâf atan erkeklere benzer.”
Sula Bozis, İvi’nin İstanbul’dan Atina’ya taşıdığı bavulundaki defterlere yazdıklarından, onun yazdığı ve ona yazılan mektuplardan alıntılar yaparak ressamın yaşam öyküsünü belgeliyor. Toplumsal süreçle bağlantısını kuruyor. İstanbul Rumlarının, Cumhuriyet döneminde yaşadığı sıkıntılara değinen Bozis şöyle diyor:
“Rum cemaati kendi dışındaki topluma kapalı yaşadı. Doğal olarak cemaatindeki yaşıtları gibi İvi de böyle bir ortamda yetişti. Akademi’deki sanat çevresine katıldığında kişiliği oluşur, resim sanatına büyük bir tutkuyla sarılır, şiir, renk ve resimle dolu bir dünyanın dışındaki konservatif yaşam tarzına tamamen sırt çevirir.”
İvi’nin günlük notlarından onun; “özgür, çağdaş, yenilikten yana, bohem bir mizaca sahip olduğu”nun anlaşıldığını söyleyen Bozis, şöyle tanımlıyor ressamı: “Yıllar içinde Hocaya duyduğu saygı, sevgi ve bağlılık; ayrıca yirmi yıla yakın İstanbul’daki küçük ancak çok çağdaş aydın grup içinde yaşaması, bu çevrede soluklanması, İvi’de kibirli bir özgüven hissi yaratır.”
İvi, evlilik, kadın-erkek ilişkileri konusunda özgürce davranır. Sevdiği insandan, evlenmeden bir çocuk dünyaya getirip büyütmeyi sorun yapmaz, bunun sonuçlarını cesaretle göğüsler. Sula Bozis onun bu yönüyle de döneminin çok ilerisinde, öncü, onurlu, cesur bir kadın olduğunu vurguluyor.
Türkiye’de 1960’lar ülkenin “sol”a açılış yıllarıdır. İvi’nin çevresindeki aydınların, sanatçıların çoğu bu toplumsal değişim süreci ile ilişkili kişilerdir. İvi’nin de bu sürecin dışında kalması düşünülemez. Örneğin dönemin “sol” dergilerini izlediği anlaşılıyor. Atina’dan Bedri Rahmi’ye yazdığı mektupta kendisine Yön ve Sosyal Adalet dergilerini göndermesini istediğini görüyoruz.
İvi’nin başvurusu ve bir “Aydınlar Dilekçesi”
İvi, sınır dışı edilmeden bir ay önce 10 Eylül 1964 günü İstanbul Valiliğine verdiği bir dilekçe ile daha önce vatandaşlığa geçmek için yaptığı başvuruyu hatırlatır, kısaca yaşamını anlatır, Türkiye’den, buradaki çevresinden koparılmamasını ister. Dilekçede şöyle der:
“1922’de İstanbul’da doğdum. Yunan uyrukluyum. Annem babam İstanbul’da doğup İstanbul’da öldüler. Zeynep Maya adında onbir aylık bir kız çocuğum var, kocam yok. Bugün kadar yüzde yüz Türk olan bir çevrede yaşadım. 1942’den 1949’a kadar İstanbul G. S. Akademisi resim bölümünde Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesine devam ettim ve o tarihten bugüne kadar hocam Eyüboğlu’nun, gerek yurt içinde gerek yurt dışında yaptığı büyük ölçüdeki tablo ve mozayik işlerinde asistan olarak çalıştım.
“Bu yurda bağlılığımı, takriben on yıl önce yurttaş olmak üzere gereken resmi müracaatı yapmış olmakla ispat ettiğim kanaatindeyim. Bugüne kadar gerek resmi makamlardan gerek sanat çevrelerinden en ufak bir yabancı muamelesine maruz kalmadım. Bununla ve Devlet sergilerine, Devlet tarafından tertiplenen yurtiçi resim gezilerine ve Almanya’da açılan Türk kadın ressamları sergisine bir Türk ressamı olarak katılmış ve kabul edilmiş olmakla övünüyorum. Bu arada İş Bankası Kültür yayınlarından İlyada’yı ve birkaç Türk yazarın kitaplarını resimledim.”
İvi dilekçesinin sonunda “Bütün dileğim, Türk vatandaşı olarak, doğup büyüdüğüm bu memlekette kızımla beraber kalmaktır” der. Başvurusuna, bu dileğini destekleyen bir grup sanatçı ve aydının ortak dilekçesini de ekler. O günün koşullarında yazılmış bir “Aydınlar Dilekçesi” diyebileceğimiz ortak dilekçeyi imzalayanlar arasında şu isimler vardır:
Şadi Çalık, Emin Barın, Ahmet Kudsi Tecer, Yaşar Nabi Nayır, Arif Keskiner, Azra Erhat, Mualla Anheger, Ferzan Baydar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Turan Erol, Devrim Erbil, Bahri Savcı, Sabahattin Eyüboğlu, Yaşar Kemal, Vedat Günyol, Nurullah Berk, Utarit İzgi, Nuşin Asgari, Cevat Dereli, Namık Bayık, Nedim Günsur, Emine Günsur.
İvi gönderilmesin diye imza verenlerin arasında o dönemin en çok okunan yazarlarından Çetin Altan’ın adını arıyor insan. Üstelik onun günlük köşe yazılarının yayınlandığı Akşam gazetesinin sahibi Malik Yolaç o sırada devlet bakanıdır. Çetin Altan etkili olabilirdi gibi geliyor insanın aklına. Kim bilir, belki ulaşılamamıştır kendisine. Belki çekinmiştir öyle bir dilekçeye adını eklemekten.
İvi İstanbul’daki son günlerine kadar sınır dışı edileceğine inanmamaktadır. Ama vatandaşlık başvurusuna, verdiği dilekçeye olumlu veya olumsuz bir yanıt alamaz. Sonunda o bilinen “tebligat” ona da gelir; üç gün içinde ülkeyi terk etmesi istenir.
Resmi makamlar onu vatandaşlığa kabul etmemiştir. Ama yakın dostlarının, sanatçı ve aydınların imzaladığı ortak dilekçe sanırım onun vatandaşlığını kanıtlayan en güçlü belge.
Atina günleri / “karanlık renkler”
Bozis ve Sinanlar’ın hazırladığı kitabın bir bölümünde İvi’nin kızı Zeynep Maya, annesinin zorunlu göç sonrası Atina’da geçen günlerini ustaca çözümlemelerle anlatıyor. İvi ve Maya’nın yaşamı güç koşullarda geçmiştir. Dükkândan bozma bir evde yaşarlar. İstanbul’daki çevresini ve üretkenliğini yitiren İvi karamsarlıklar içindedir, sanki inzivaya çekilmiştir. “Karanlık Renkler 1964-1999” başlıklı yazısında Maya Stangali özetle şöyle diyor:
“İvi’nin Atina’da yaşadığı 35 yıl uzun bir günün gece içinde yolculuğu gibi geçti. Yıllar boyunca sonsuza dek tekrarlanan tek bir gün. Zaman, derin bir umutsuzluk içinde geçerken o, dışarıdan gelebilecek her türlü etkiye kapalıydı.
“Yeni dostluklar kurmadı, tek bir arkadaş edinmedi. Dostları Türkiye’de kalmıştı… Çaresizliğe gömülen İvi resim yapmayı bıraktı… Resmi terk etmesi bir tür intihardı. Türkiye’de eserlerinde kullandığı renklerin aksine Atina’da yaptığı az sayıda resim karanlık ve renksizdi. Annem yürürken arkasında renkler bırakarak kaybolan tek başına bir figür olarak kaldı aklımda.
“Bazı istisnalar da vardı ama. Kasım 1973’te cuntaya karşı Teknik Üniversiteyi işgal eden öğrencilerin başlattığı direnişin üçüncü günü beni alıp sokağa çıktı. Henüz 10 yaşındaydım. O gece, kalabalıkta, annemi uzun boylu, zayıf, siyah elbisesi içinde, kederli yüzüyle hem öfkeli hem de coşkulu, bir çıkış ararken hatırlıyorum. Balkondan izleyenlere, ‘Olayları gösteri gibi izlemeyin, siz de sokaklara çıkın’ diye bağırıyordu.
“Bir yandan ‘Nihayet insanlar sokaklara döküldü’ diyor, diğer yandan ‘Güvenli balkonlarından olayları izleyen küçük burjuvalar tepkisizlikleri ile diktatörleri destekliyor’ diyordu. Benim tuhaf annem, o gece coşkulu ve kızgın haliyle sanki devrimin ta kendisiydi. Ama boşunaydı. Hüzün ve vazgeçiş ruhunun derinliklerine işlemişti.”
Anısı yaşatılmalı
İstanbullu ressam İvi Stangali, geçtiğimiz yüzyılın toplumsal koşullarında onurlu ve üretken bir yaşamın ardından karamsarlıklar içinde yiten bir sanatçı. Onun yaşamı üzerinden o günlerin sadece sanat ortamını, Akademi ve çevresini değil, düşmanlıkları besleyen bir resmi tarihi de okumak mümkün.
Başta Sula Bozis olmak üzere, bizden birini, İstanbullu ressam İvi’yi hatırlayanlara, hatırlatanlara teşekkür borçluyuz.
İvi’nin kaybolan tuvalleri bir gün bulunur ve ışığına çıkar mı bilinmez. Ama onun birer tablo güzelliğinde resimlediği kitapları, eğer kitaplığınızda yoksa sahaflardan edinebilirsiniz. O kitaplar, Sula Bozis ve Seza Sinanlar Uslu’nun ortak ürünü “İvi Stangali / Ressamı Hatırlamak” kitabı ile birlikte elinizin altında bulunsun, ressamın anısını canlı tutun derim. (AŞ/AS)