“İşkencenin belgelenmesinde önemli olan, ‘görünmeyen’ izlerin tespiti ve ‘görünen’ izlerin gerçekçi yorumudur.”
bianet'te okudunuz. Bu ülkede aslında “iyi, güzel, doğru” işler de yapılıyor. Hem de oldukça çok yerde, çok kişi tarafından ve de “el-yürek birliğiyle”.
Gerçi bu işler genellikle en sıkıntılı ve sorunlu alanlar ve konularda yapılıyor ama onları duyup görünce, tanık olunca, hele hele olumlu sonuçları gözlenince insan seviniyor, mutlu oluyor.
İşkence Atlası'ndan söz edeceğim sizlere...
Atlasla ilgili çalışmalar, yakın arkadaşlarımca sürdürüldüğünden daha hazırlanma aşamasında atlastan haberim vardı.
Çalışmalar sonuçlanıp da atlas elle tutulacak hale gelince hazırlayanlar duyurusunu yaptılar. Elime ulaşınca da çok sevindim.
İşkence Atlası Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) 18 yıllık birikimleri sonucunda ve Adli Tıp Uzmanları Derneği ile Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) çaba ve katkılarıyla hazırlandı. Bu içerik ve kapsamıyla dünyada bir ilk yayın niteliğine sahip.
Atlas aynı zamanda; daha önce İstanbul merkezli bir çalışma olan ve İstanbul Protokolü olarak bilinen “Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu”nu tamamlayan çok önemli bir kaynak niteliğinde.
Çalışmaya editörlük eden Dr. Önder Özkalıpçı ve Dr. Ümit Şahin, atlası yazan Dr. Türkcan Baykal, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Prof. Dr. Okan Akhan, Prof. Dr. Veli Lök ve Prof. Dr. Fikri Öztop, katkıda bulunan Dr. Metin Bakkalcı, Dr. Semih Aytaçlar, Dr. Deniz Sevinç, Dr. Şükran İrençin, Dr. Servet Çolak, Dr. Mazhar Çelikoyar, Dr. Levent Kutlu, Dr. Mehmet Emin Yüksel, Dr. Mehmet Antmen, Dr. Sema İlhan, Aytül Uçar, Hürriyet Şener, Engin Bodur, Şaban Dayanan, Evren Özer, Handan Taze, Seher Demir; çizimleri yapan Dr. Halis Dokgöz, Dr. Korkut Canpolat ve Kaya Ömer Oykut atlası hazırlayan çalışma grubunun üyeleri.
Onların hemen hepsi arkadaşım. Böyle bir çalışmayı gerçekleştirdikleri için onlarla gurur ve onur duyuyorum. Yüreklerine, ellerine ve emeklerine sağlık.
Atlasta TİHV arşivindeki olgular ve fotoğraflardan da yararlanılarak Türkiye’de işkence nedeniyle ortaya çıkan tıbbî sorunların tanımlanmasına dair ayrıntılı bilgi veriliyor.
Kitabın “İşkence Yöntemleri”, “İşkencenin Fiziksel Bulguları ve Muayene”, “Tanısal İncelemeler ve Bulguları”, “Ayırıcı Tanı” ve “Olgu Örnekleri” başlıklı beş bölümünde ele alınanlar, onun yalnız bir “atlas” olmaktan öte uygulamaya rehberlik eden bir kitap olduğunu da ortaya koyuyor. Mesleki faaliyeti sırasında bu konuyla karşılaşacak her hekimin elinin altında olması gereken bir yayın.
TİHV Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Önen’in kitabın sunuşunda “Bu atlasın işkence soruşturmalarında yer alması muhtemel adli tıp uzmanlarına, çeşitli sağlık ünitelerinde adli hekimlik görevi üstlenen sağlık çalışanlarına, resmi işkence soruşturmalarında görev alan hukukçulara, işkence davalarını takip eden avukatlara ve tüm insan hakları savunucularına faydalı olmasını temenni ediyorum” diyor ve atlasın nerelerde, nasıl ve kimler için yararlı olacağını ortaya koyuyor.
İstanbul’da olduğum sırada atlasın hazırlayıcılarından Korur’u ziyaret ettim. Başka konular yanında atlastan da konuştuk. Çalışmaları anlattı. Onun şahsında tüm emeği geçenleri kutladım, bir kez de buradan kutluyorum. Gerçekten de ülkemizdeki işkence sorununun çok önemli bir yanına, çok değerli bir çözüm getirdiler ve büyük bir katkıda bulundular.
Oradan çıkıp TİHV’ye gittim ve sevgili Hürriyet’in çayını içip, biraz muhabbet ettikten sonra bana ayrılan “atlasımı” aldım.
Atlası inceleyince çalışmanın önem ve anlamını daha yakından fark ettim. İlk aklıma gelen bunun elektronik ortamda herkese ulaşacak bir şekilde sunulmasının ve işkencenin yaşandığı bir çok ülke için o ülkelerin dillerine çevrilmesinin çok önemli bir ihtiyacı karşılayacağı oldu.
Bunların atlası hazırlayanlarca da düşünüldüğü ve çok yakında bunun da gerçekleşeceğine eminim.
Ama Hürriyet’e de söylediğim gibi bir kaynak doküman her şeyi değiştirmeyecek. Önemli olan bunun ardından yapılması gerekenlerin de yapılmasını sağlamak bence.
İşkence aslında devletlerin kendi elemanlarıyla gerçekleştirdikleri en örgütlü ama aynı zamanda en insanlık dışı eylemlerden biri. Şimdilerde güvenlik gerekçesiyle “makûl ve masum” gösterilmeye çalışıyor.
ABD ve İsrail gibi ülkelerde yaşananlar, Ebu Garib ve Guantamo’da ortaya çıkanlar, bu insanlık dışı muamelelerin “resmi politika”nın bir unsuru olduğunu ortaya koydu ve işkenceyi uygulayanların, savunanların ve onu gizleyenlerin kimler olduğu inkar edilemeyecek bir şekilde anlaşıldı.
İşkenceyi belgelemenin zorluğu
11 Eylül sonrası uygulanan işkenceye maruz kalan sivillerden bazılarını, Türkiye’de bile gördüm ve onlardan yapılanları dinledim.
Benzer biçimde başta İngiltere, Fransa ve kimi Avrupa ülkelerinde iç güvenlik gerekçesiyle yapılan düzenlemelerin bir çoğu aslında işkence sınıfına sokulacak tutum ve davranışları mübah sayılıyor.
Ülkemizde de birkaç yıl önce uygulamaya giren polis görev ve yetkileriyle ilgili düzenleme de buna olanak veriyor.
Sonu ölümle biten bir çok örneği duyduk öğrendik. Gün geçmiyor ki benzer öyküler bir çok insan tarafından dillendirilmesin.
Bunların çoğunu bianet’te okuyor, öğreniyoruz.
Tüm bunlarla işkence ve kötü muamelenin devlet tarafından “sistemli” bir şekilde yapılması ayıbından kurtulmamızı ama bunun da öyle hemen yapılmayacağını ve bu sürecin de kolay olmayacağını söylemek istiyorum.
O zaman başka çözümler ve yöntemlerin gündeme gelmesi gerekli. Bunların başında da bu uygulamaların sonuçlarının görünür hale getirilmesi yani belgelenmesi gerekiyor.
Belgelemeyi yapacak asıl unsur ise bunun varlığını ortaya koyacak, öncelikle tanısını koyacak, sonra da sağaltımını yapacak olan sağlıkçılar, onların içinde de hekimlerdir.
Ancak görev ve sorumluluğu hekimlerin üzerine bırakarak sorunun çözülebileceğini söylemek yalnızca işkenceyi uygulayanların işine yarayacaktır. Çünkü bunu yapmak ve belgelemek çok kolay bir şey değildir. Öncelikle bu konu ülkemizde verilen “tıp eğitimi” sırasında yeterince işlenen ve iyi öğretilen bir konu değildir.
İşkence Atlası bu bakımdan çok önemli bir özel kaynak olmuştur. Ama bunun bir ders olarak tüm boyut ve ayrıntılarıyla hekim adaylarına ve hekimlere öğretilmesi gerekir.
Dolayısıyla müfredat içinde buna yer verilmesi gerekir.
Devlet ve onun unsurlarının yalnız işkenceye karşı olduğunu yinelemesi yetmez. Onu önleyecek yol ve yöntemleri de öngörmesi ve buna yönelik düzenlemeleri yapması gereklidir.
İşin eğitim boyutu bunların ilkidir. Tıp fakültelerinde bu konunun bir ders olarak ele alınması bu isteğin gerçekliğini gösterecek somut uygulamalardan yalnız birisidir.
Hekim/sağlıkçı cephesinden sorunun ikinci boyutu, bu türde rapor yazanların işkence uygulayıcılarına karşı korunmasıdır. Bu konuyla ilgili olarak özellikle tabip odasında yöneticilik yaptığım dönemde çeşitli yakınma ve başvuruları anımsıyorum.
Doğuda çalışan bir doktor telefon edip, kendisine açılan bir mesleki soruşturmayla ilgili bilgi verip destek beklerken söylediği cümleyi bugüne kadar unutamıyorum: “Söz konusu raporu doğru şekilde yazsaydım ve aynı şeylere maruz kalsaydım ya da bir öldürülüp hendeğe atılsaydım meslek örgütüm benim için ne yapacaktı” demişti.
Kendimi o doktorun yerine koyup bu soruya yanı bulamamıştım. Sonrasında konuyu düşününce aklıma gelen çözüm bu tür raporlamaların bir sivil yapı olarak oda ve baronun gözetim denetim ve desteğinde yapılmasını sağlayacak bir düzenlemenin yapılması olmuştu.
İşkencesiz, barış dolu bir Türkiye özlemiyle
Bu ülkedeki her hekim adliyeye yansıyacak tüm adli raporların bir örneğini meslek örgütüne iletebilir, bu raporlarla ilgili olarak onun zaten görevi olan gözetim, denetim ve desteği talep edebilirdi. Böylelikle sorumluluk kişisel olmaktan çıkabilir ve kurumsal bir sorumluluğa dönüşebilir, böylece olan biten de kurumların “bilgisi” dahilinde gerçekleşebilirdi.
Bugün de aynı şeyleri düşünüyorum: Bu konuda baro ile hekim örgütlerinin birlikte çalışmaları, hatta bunun kamuoyuna ulaşmasını sağlamak bakımından da gazeteci örgütlerinin desteğiyle işkence ve kötü muameleye sivil ve toplu bir mücadeleye dönüştürülmesi çok etkin ve yararlı olacaktır. Dahası her iki meslek örgütü de zaten yıllardır sürdürdükleri bir çalışmayı kurumsal olarak üstlenmiş ve sürekli hale getirmiş olacaklardır. Bu da yaşadığımız olumsuzlukları açısında önemli bir çözümdür.
Sözü TIHV Başkanı Önen’in dileğiyle bağlayalım bu kez: İşkencesiz, barış dolu bir Türkiye özlemiyle...” (MS/EZÖ)