* Fotoğraf: İnsan hakları aktivisti ve BM İnsan Hakları Komisyonu’nun ilk başkanı Eleanor Roosevelt
Yeryüzünde söylenmiş sözlerin hiçbirisi boşuna değildir…
Söylenmemiş söz kalmadığı gibi yazılmamış bir şey de sanki kalmadı.
Hiçbir şey boşuna değil; insanlar için söylenmiş sözler, yazılmış yazılar, verilmiş mücadeleler, acı ve gözyaşlarıyla kazanılmış haklar ve özgürlükler hiç değil…
İkinci Dünya savaşından sonra BM Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilmiş olan Evrensel İnsan Hakları Bildirisi, yüzyıllardır anayasalara ve kendisinden sonraki insan hakları belgelerine kaynaklık etmiştir. Geçmişten geleceğe tarihsel işlevini sürdürmektedir…Sözleşme değildir, ama özgürlük ve adaletin evrensel olarak ortak paydasıdır, yol göstericisidir. Hukukun ve kanunların insanlar için değiştiricisidir.
69 yıl önce BM’lere üye olan 58 devletten 8 çekimser oya karşılık 48 olumlu oyla kabul edilmiştir. SSCB, Polonya, Yugoslavya, Çekoslovakya, Belarus, Ukrayna, Suudi Arabistan ve Güney Afrika Birliği çekimser oy kullanmıştır. 2 devlet Honduras ve Yemen oylamaya katılmamıştır ama ret oyu yoktur. Türkiye Evrensel İnsan Hakları Bildirisine olumlu oy veren devlettir.
Evrensel İnsan Hakları Bildirisi; insan onurunun dokunulmazlığı ile başlar. İnsanların eşit ve devredilmez haklara sahip olduğunu vurgular. Dünya üzerinde özgürlük, adalet ve barış arasında bağ kurar. Korkudan ve yoksulluktan kurtulma, ifade ve inanç özgürlüğünün korunması Başlangıç bölümünün temelidir (Geniş Bilgi için. Gemalmaz, M. Semih, İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş. Legal. 2010).
Bildiri, İkinci Dünya Savaşının insanlığa nasıl acılar yaşatarak sona erdiğini anımsatır.
Bir de insanlığın başına faşizm ve Nazizm belasını saran Hitler’in yükselişini ve Weimar Cumhuriyeti’nin yıkılışını anımsamakta yarar var. Faşizmin yükselirken yaptığı hiçbir şey boşuna değildir.
Faşizme karşı mücadelede direnişin hukukunu, hak ve özgürlüğünü örgütleyebilmek için insan hakları tarihini yazan geçmiş kilometre taşları ders gibidir, öğreticidir.
Almanya’da 1929-1932 yılları arasında üretim düşmüş, işsizlerin sayısı 6,1 milyona fırlamıştı. “Buhranlı Yıllar” yaşama damgasını vurmuş ve kapitalizmin neredeyse çatırdamakta olduğu izlenimi ile komünistler parlamento seçimlerinde oylarını artırmıştı. Weimar demokrasinin savunucuları olan ılımlı merkez partilerin oyları ise azalmıştı. Ama aynı zamanda Nazilere de destek artmış, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) ulusal düzeyde radikal milliyetçi parti olarak kendini göstermeye başlamıştı. Çünkü “buhran” ve “kriz” Hitler için oksijen gibiydi, ekonomik kargaşa ona güç veriyordu. Kendilerini topluma “düzenin yedek gücü” ve kitleleri komünizmden korumaya çalışan bir parti olarak sunuyorlardı ( Sotorer, Colin. Weimar Cumhuriyeti’nin Kısa Tarihi. İletişim. 2015).
Hitler, propagandanın nasıl etkili ve vazgeçilmez olduğunu biliyordu. Parti propagandasından sorumlu olan Josef Goebbles sayesinde Nazi mesajları toplumu sardı. Öyle ki %61’inin yaşları 20 ila 30 arasında olan işsiz gençler partiye katıldı. Almanya’da Naziler ve faşizm yükselişteydi…
Cumhurbaşkanı Hinderburg, Hitler’i hiç sevmemesine rağmen siyasal çalkantılar arasında 30 Ocak 1933’de Hitler Şansölye ilan edildi, o da bunu istiyordu zaten. Bu istek hiç boşuna değildi. Böylece Naziler devletin tüm olanaklarına ve gücüne kavuşmuş olmanın ilk adımını atmışlardı. Bu tarihte kurulu olan NSDAP ve Alman Nasyonal Halkçı Parti (DNVP) koalisyon hükümetinin 12 kişilik kabinesinde sadece üç Nazi vardı ve birisi Hitler’di.
Hitler Şansölye atanmasının hemen ardından Anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edebilmek için seçim ilan etti. 31 Ocak 1933’de “Alman Halkına Sesleniş”i yayınladı. Almanya’nın içinde bulunduğu durumun sorumluları olarak “demokratik sistemi” ve komünistlerin terörist faaliyetlerini gösteriyordu. Kendisini, hükümetini ve partisini ise; Almanya’nın onurunu ve birliğini yeniden inşa edecek “milli yükseliş” olarak tanıtıyordu. Sosyalistlerin ve Komünistlerin toplantıları, seçim çalışmaları ve gösterileri sık sık Nazi güçleri tarafından basılıyordu. Seçimler sırasında 69 kişi öldürüldü. Ardından 27 Şubat 1933’de işsiz bir duvar ustası olan Hollandalı Marius van der Lubbe tarafından Reichstag kundaklanarak yakıldı.
Hitler Cumhurbaşkanını ikna etti ve sivil özgürlükleri askıya alıp hükümetin gücünü artıran kararnameyi kabul ettirerek yayınlattı. 5 Mart 1933’te Almanya sandık başına gitti ama Nazilerin oyları çok az arttı. Anayasayı değiştirecek çoğunluk elde edilememişti.
1894 yılında yapımı tamamlanan ve 1933 yılına kadar İmparatorluğun ve Weimar Cumhuriyeti’nin parlamento binası olan Reichstag binası (Reichstagsgebäude) Berlin Duvarı’nın Batı kısmında kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında çok hasar görmüş ve büyük cam kubbesi kaldırılmıştır. 1972’den itibaren Bundestag’ın (Yasama Organı Meclisi) Berlin ofisi ve kongre merkezi olarak kullanıldı. 1990’da Birleşmiş Almanya’nın ilk Bundestag toplantısı burada yapıldı. 1991’de Berlin’in başkent olması kararlaştırılınca Reichstag binasının tüm Almanya’nın parlamento binası olmasına karar verilmiştir. Bu bina için yapılan seçim ve verilen karar boşuna değildir, tarihseldir.
Alman parlamentosunun toplandığı Reichstag binasında 27 Şubat 1933 akşamı çıkmış olan yangın Alman ulusunun ve gelecekte Dünyanın kaderinde rol oynayan Nazizmin, insanlığa karşı provokasyonudur. Ülkede düzeni sağlamak adına Naziler bu olayı “komünist komplosu” olarak propaganda malzemesine dönüştürdü.
Hitler bu defa, “parlamento ve yasa çıkarma yetkisini ortadan kaldırarak bunun yerine Şansölye ve Hükümetine sonraki dört yıl boyunca tam yetki sağlayacak” bir Geçici Yetki Yasası’nın onaylanmasını teklif etti. Böylece “diktatörlük” yasal hale gelebilecek ve “kanuni koruma” sağlanmış olacaktı. 23 Mart 1933’de Reichstag yeni mekânı Kroll Opera Binasında toplandı. Geçici Yetki Yasası 94’e karşı 444 oyla kabul edildi.
Hitler, 24 Mart 1933'te Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg'un imzasıyla elde ettiği diktatöryal güce kavuşmuştu. Bu tarihe kadar olup bitenler bir amaç uğruna yapılmıştı, hiçbirisi boşuna değildi. Artık Hitler; Parlamento’nun veya Cumhurbaşkanı’nın onayına sunmak zorunda kalmaksızın Anayasa değişiklikleri dahil olmak üzere kanun çıkarabilir hale gelmiş oldu.
Böylece Naziler ve Hitler; Geçici Yetki Yasası sayesinde “eylemlerine” kanunilik maskesi sağlamış oldu.
Sonrasında, Naziler Almanya’da siyasi iktidarı merkezileştirdiler. 1934 yılının sonunda Almanya tek partili bir devlet olmuştu. Ordu, devlete değil bizzat Hitler’e hizmet yemini etmiş ve Nazi lideri hem Şansölye hem de devlet başkanı yetkilerini elinde toplamıştı.
Almanya’da Weimar cumhuriyeti ortadan kalkmış, demokrasi çökmüştü. Diktatörlüğe kayış kaçınılmaz sonuçlarını yaratmaya başlamıştı.
Aynı dönemde İtalya’da 1922’de Mussolini iktidarı ele geçirmiş, faşizm işbaşı yapmıştı bile…İspanya 1923’de askeri diktatörlük dönemine girmiş, Litvanya ve Polonya’da demokrasi 1926’da askeri darbelerle alaşağı edilmişti.
İkinci Dünya Savaşının geride bıraktığı yıkım, kan, gözyaşı ve acılardan doğan 10 Aralık 1948 tarihli Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’nin hatırlattıklarını akılda tutarak geçmiş tarihin benzerliklerinden uzak durulmalıdır. Benzerlikler, önlenmelidir.
Kendi Anayasa yapma yetkisine dayanarak Alman Milleti, Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’nı 23 Mayıs 1949 tarihinde kabul etmiştir. Boşuna değil; bilerek ve isteyerek bu Anayasa’nın “İnsanın Onur ve Haysiyetinin Korunması” başlıklı 1. Maddesini aşağıdaki gibi yazmıştır.
(1) İnsanın onur ve haysiyeti dokunulmazdır. Tüm devlet erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür.
(2) Alman Milleti, bu nedenle dokunulmaz ve devredilmez insan haklarını, yeryüzünde her insan topluluğunun, barışın ve adaletin temeli olarak kabul eder.
(3) Aşağıda belirlenen temel haklar, yasama, yürütme ve yargı organlarını doğrudan doğruya bağlar.
İnsan onuru ve haysiyetinin dokunulmazlığı bir Anayasanın temeli olmuşsa, boşuna değildir.
Faşizme karşı direnişin, özgürlük, adalet ve insan haklarının korunmasının kaynağı olan Evrensel İnsan Hakları Bildirisi boşuna kabul edilmedi, boşuna yazılmadı…
Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’nin kabulü üzerinden 69 yıl geçmiş olsa bile; Başlangıç bölümünde yazılı tarihsel birikiminin verdiği gücünün, geleceğe bedel bir hikmeti hala vardır! (Fİ/ÇT)