* Fotoğraf: Pixabay
Ne zaman ayaklarım mayınla döşeli yokuşa çıksa, can havliyle, yitik çocukluğumun gölgesine sığınırım:
Dim/ağımın kovuklarına gizlenmiş inciden zerreciklere tutunurum. Hani, o bahar belirtilerinin verdiği sevinci arar gibi, belleğimi yoklarım. Kâh, o küçük kızın çelimsiz bacaklarında köpüren hızdayım; kah, vadilere çarpan notasız türkülerin destanlarındayım.
-Bugün, altmışlık k/ederimle bakarken o günlere, ironiyle dudağıma ilişen şaşkınlığın esrindeyim-
Nicedir, tüm benliğimle, “Dündül”ün nefes kesen doruğundan, dünyayı kolaçan ederim.
Oradan, bekleyen meçhul yarınlara meydan okurum ve anonim olan imgelerin damarlarında dolaşırım.
-İşte! o Dündül’den, “Palavra meydanı”nın nabzını yoklarım. Ancak ürperten o his, melankoli ateşine dönüşür köhne ruhumda. Kendimin içimde saklanırım...
Şimdi de, yağmur sonrası, gözlerime akan, mil yeşili Munzur’un hasretindeyim ve sarp vadilerin meşeli eteklerini okşarım. Ansızın, karşıma çıkan Ceylan’ın ürkek bakışlarındayım.
Emdiğim beyaz akasya çiçeklerinin tadında ve kokusundayım. Ah’larım arasında, fütursuz düşlerimin ovalarını donatan, gelinciklere gülümserim. Beyaz bulutlara döşediğim dev(inim)lerin silüetlerini izlerim...
Hep koşarım. Çalı, taş, börtü- böcek demeden koşarım; zira, henüz yorgunlukla tanışmamıştır ayaklarım.
Artık, gün bittimi: Ben, beçareyim. Açlık ferimi çoktan kırmış ve toz to(p)rak içindeyim. Akranlarımla evin yoluna düşerken, ayaklarım mecalsiz taşır beni. O vakit en çok, parçalanmış dizlerimdeki kanda gözlerim ve kendimi, annemin evhamlı “leme leme”lerine hazırlarım...
Heyhat! “Bir daha” sokağa s/alınmayacağım...
Dört gözle beklenen yaz tatili gelmiştir artık: O vakit, köyümün yoncayla çevrili patika yollarında, gübre kokusunun dayanılmazlığında, istemsiz yürürüm...
-Oysa şimdilerde, özlemini duyarım o kokunun.
Adapte olana dek, çok yapraklı bir dalla kara sinek avı, artık en önemli misyonumdur! Canım sıkıldığında, söğüt ağaçlarındaki “evim”e tüner, sansürsüz hayaller kurarım.
Bostanda buram buram kokan domatesleri sulamayı görev edinirim: O koca bahçedeki meyve ve sebzelerle doymuş olarak ayrılırım.
Çeşmelerde kurulan kazanların altında yanan ateşin çıtırtısında, uzun uzun dinlenirim. Annemin elindeki tarakta; sabun köpüğünde kaybolan lifte ve çeperlere asılan rengarenk şamaşırlarda gezinir meraklı ve doyumsuz gözlerim.
Akşam karanlığında, maceralı saklanbaç oyunlarındaki heyecanda yaşarım. Çeşme başlarında, kızlı-erkekli toplanan gençlerin gülüşlerinde ve düşlerindeki fantastik yarınlardayım. Onların, dut bahçelerindeki, felsefi tartışmalarının ulaşılmaz hararetindeyim.
Az sonra, damların üstüne sıra sıra yayılır yünden yataklar. Yatağımda, esrarengiz gökyüzüyle bütünleşirim. Gece boyu, kardeşlerimle bölüşemediğim, yıldızların ışıltısıyla sevişirim. Samanyolu’nun gizeminde, henüz adını bilmediğim, gezegenleredir yolculuğum. Ağır ağır sessizlik çökünce, cır cır böceklerinin ninnilerinde ve yalnız baykuş’ların mateminde düğümlenir hüznüm.
Ya sonra!
Sonra, hafir esen bir poyraz’a açılır gözlerim. Ve dağların doruklarından sancıyla sızan güneşin ışınlarında, yeni yeni umutlara kucak açarım...
Geçti...
Gitti...
Bundandır ki, boyutsuzdur devinen özlemim.
Lakin, artık dünün gözlerine kurul(a)maz bugün... (HK/AS)