Siyasal iktidarların “cezasızlık uygulamaları” günümüzün insanları için en önemli cezalarından biri…
1982 Anayasasının kabulü sürecindeki zihniyet bitmedi, sürüyor…Demokrasiye döneceğiz umuduyla Anayasaya “evet” denildi. Cunta, başımızdan gitsin diye “evet” demekle aynı zamanda birini hem de 7 yıllığına Cumhurbaşkanı seçtik. Kendilerine “kurtarıcı” diyenlerden zor kurtulduk, onu ve arkadaşını zar zor yargılayabildik!
Bir döneme ve kişilerine cezasızlık getiren 1982 Anayasasının Geçici 15/2. maddesinde yer alan “Bu dönem içinde çıkarılan kanunlar, kanun hükmünde kararnameler ile 2334 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanun uyarınca alınan karar ve tasarrufların Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez.” düzenlemesini hatırlamak gerekiyor. 12 Eylül Cuntası, MGK ve Danışma Meclisi tasarrufları Anayasanın da üstünde en üst norm olarak kabul edilmişti. 12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde çıkarılan kanunlar, kanun hükmünde kararnamelerin, alınan karar ve tasarrufların Anayasaya aykırılığı iddia edilemiyordu.
En üst yargı mercii Anayasa Mahkemesi bu anlayışı kutsayan kararlar vermişti. Geçici 15. Madde hakkında yargı kararlarına sinen 12 Eylül zihniyeti teknik bir hukuki mesele olmaktan çıkıp toplum yaşamında yerini bulmuştu. Bu mantık ve zihniyetin hala sürdüğünü akılda tutmanın ve buna göre çözüm üretmek gerekir.
Hiçbir şey göründüğü gibi değil, geçmişin tarihsel izlerini görmeliyiz.
Tüm siyasal iktidarlar hangi zamanda ve hangi topraklarda olurlarsa olsunlar dönemlerinin iş ve işlemlerine “sürekli koruyucu” kalkan ve kendilerine gelecekte “cezasızlık” hazırlamakta fevkalade başarılılar…Onlara geçmiş yol gösteriyor…
12 Eylül döneminin Yüksek Yargıçları geçmişte bu mantığın analizini yapmıştı. Karşı çıkan istisnalar vardı kuşkusuz. Görüşleri karşı oylarında…
Milli Güvenlik Konseyi yasama organıydı. AYM, Milli Güvenlik Konseyinin bildiri ve kararlarında yer alan ve yer alacak olan hükümlerle 12 Eylül 1980 tarihinden sonra çıkarılan ve çıkarılacak olan Bakanlar Kurulu kararnamelerinin ve üçlü kararnamelerin “yürütülmesinin durdurulması ve iptali” isteminin neden ileri sürülemeyeceği şöyle açıklanmıştı: “Buradaki amaç hiç kuşkusuz, olağanüstü dönemin olağanüstü koşullarının gerektirdiği işlemlere yasal kolaylık sağlayabilmektedir.” Anayasa Mahkemesi Geçici 15. Maddenin koruması altında çıkarılan ve “Anayasa’da yer alan genel hukuk ilkelerinin ayrıklığını oluşturan” mevzuat için “siyasal ağırlıklı kurallardır.” demişti.(AYM Esas No: 1992/7 ve Karar No: 1992/2 sayılı 28.01.1992 tarihli karar).
AYM, Geçici 15 maddenin nitelik olarak “genel hukuk ilkelerine”, uluslararası sözleşmelere aykırı ve “siyasal ağırlıklı” olduğunu kabul ediyordu. Olağanüstü yönetimin iş ve işlemlerinin, çıkardığı kanunların “Anayasa’ya uygunluk denetimi yolu ile belirtilen dönemin tartışma konusu yapılmamasında” kamu yararı görmüştü.
Bu karara “muhalefet şerhi” yazan yargıçlar vardı. 12 Eylül dönemine karşı çıkmanın hukuki bir yolu vardı. Anayasa’nın geçici 15 inci maddesinin son fıkrasındaki kuralın, maddenin bütünü ile birlikte değerlendirilmesi ve yorumlanması gerektiğini belirttiler (Karşı oy Güven Dinçer ve Mustafa Şahin). Anayasa’nın geçici 15 inci maddesinin, belirli bir dönemde fevkalade şartlar altında siyasal görev yapan Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi Üyeleri ile bu dönemde alınan kararları uygulayan kamu görevlilerini cezai, mali ve hukuki sorumluluktan kurtarmanın değil, yani asıl meselenin “... geçici 15 inci maddenin Anayasa’ya aykırılık iddiasını önlemek için değil hukuki sorumluluk konusunu çözümlemek için konulduğunu…” yazdılar. Yorum “amaç bilinerek” yapılmalıydı. Aksi oldu.
Karşı oy yazısında açıkça yazılı olduğu üzere; Geçici 15. Maddenin yarattığı duruma göre “yargılanmama” gibi bir koruma kalkanı yüzünden, Türkiye; anayasası ile değil, anayasa ile getirilen “geçici yasaklayıcı” hükümlerle “sürekli” yönetilen bir ülke durumuna sokulmuştur. Devam ediyor; kanunlarla getirilen geçici hükümlerle süreklilik sağlanan olağanüstü yönetim olağan değildir.
AYM’nin; E.1990/18, K.1991/4 ve 14.2.1991 tarihli bir başka kararında yargıç Yılmaz Ali Efendioğlu karşı oy görüşünde; “Anayasa, üst norm niteliğiyle ya vardır ya yoktur. Anayasa varsa, tüm yasalar Anayasaya uygun olmalıdır. Bir hukuksal sistemde, kimi yasama işlemleri Anayasaya aykırılıkları biline biline Anayasal denetimin dışında kalıyorsa bu sistemin Anayasallığı, Anayasanın üstünlüğü ye bağlayıcılığı tartışılır hale gelir.” demişti yıllar önce…Hala tartışılıyor… Aykırılıklar kural, istisnalar bile olağan hale geldi, içselleştirdik.
“Bir dönemin yasama işlemleri Anayasal denetimin dışında kalıyorsa ve bu denetim yasağının zamanla bir sınırı yoksa, Cumhuriyetin hukuk devleti olma niteliği zedeleniyor, Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenen hukuk düzeni dışına çıkılıyor demektir” görüşü dünden daha güncel…
Aslında 12 Eylül’ün hukuksuzluğu ile yargı; bazı aydınlık kararlarındaki gerekçeleriyle çoğu kez yüzleşmiştir. Hukuk devleti tüm işlem ve eylemleri yargı denetimine tabi olan devlettir.
Bir başka örnek “Çözüm Süreci” içinde görüldü. 10.07.2014 kabul tarihli 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi Ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” Resmî Gazetenin 16.07.2014 tarihli ve 29062 sayılı nüshasında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Münhasıran çözüm sürecine yönelik çalışmalar için kanun yapılmıştı. Bu Kanun kapsamında çözüm sürecinde görev alanların ve çalışmalara katılanların, gerçekleştirdikleri faaliyetler nedeniyle gelecekte herhangi bir yaptırım tehdidi ile karşılaşmamaları amacıyla, bu görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai sorumluluğunun doğmayacağı kabul edilmiştir (Madde 4). Olmadı ve çözüm süreci bitti…Bugün birçok HDP milletvekili tutuklu ve ağır cezalarla haklarında mahkûmiyet kararları veriliyor…Bir kısım kişiler (parantez içinde soralım acaba bunun için mutlaka bir kanun gerekir miydi?) cezasızlıkla korunuyor…
Kanunlar işe yaramıyor ama bazen “cezasızlık” için işe yarıyor…Yaramayanlar yarar hale getiriliyor. Zihniyete, görünür, görünmez, açık ve saklı amaçlara bağlı…Ama hukuk, bu değil.
6755 sayılı ve 8.11.2016 tarihli “Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler İle Bazı Kurum Ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun” birçok KHK’nın “kanunlaşmış” halidir.
Bu kanunda yer alan düzenlemeye göre; “15.7.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” (Madde 37/1) Geriye dönük olarak bu kanunla bu maddenin 15.07.2016 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, yürürlüğe girmesi kabul edilmiştir. Bu maddeye 20.11.2017 tarihli 696 sayılı KHK ile Ek yapıldı. “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da” yukarıdaki 37. Maddenin birinci fıkra hükümleri uygulanacaktır.
Olağanüstü dönemlerde birçok kanun ve KHK çıkarılabilir. Bu işlemler için siyasal iktidarların “hukuk yoluyla” yapabilecekleri bir izah vardır. Ama “cezasızlık” yaratan “zihni” yaklaşımların izahını hukukla yapamazsınız, çok zordur. Mevzuatın siyasi amacını izah edemeyebilirsiniz…Sürekli sorun üretir, hukukta kötü izler bırakır.
Hukuk devletinin varlık nedeni kişi haklarını koruyan ve güvence altına alan bir hukuk düzeni kurmaktır. Devletin kendisini bağlı gördüğü hukuk düzeni, herhangi bir hukuk düzeni değil, kişilerin hak ve özgürlüğüne dayanan bir hukuk düzenidir. Hukuk devleti, sadece kanunlara bağlı devlet demek değildir ve böyle bir anlayışla hukuk devletinin şekli anlamda kanuniliğe indirgenmesi yanılgıdır ve tehlikelidir.
Bir kere daha tekrarlamak gerekiyor; demokratik hukuk devletinde, devletin sahip olduğu güç, insan temel hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Özgürlüklerimizi koruyan, biçimsel anlamda yasalar değil, haklardır. (Fİ/ÇT)