Hızır orucu için bir tarih verildiğinde bu genelde 30 Ocak’tır. Peki 7-9Şubat ya da 13-15 Şubat tarihleri nereden çıktı? İşte Alevilik ve Kürdoloji araştırmacızı Erdal Gezik'in yanıtları.
Eğer Alevi kurumlarının uygulamalarını esas alırsak bu soruya cevap bulmak için çok uğraşmaya gerek yoktur. Onlara ait merkezlerde sunulan bilgilerde genelde 13-14-15 Şubat tarihleriyle karşılaşırsınız (örnek bkz Cem Vakfı’na bağlı Alevi İslam Din Hizmetleri). Daha az olmakla beraber, Hızır orucu için Şubat ayının ikinci haftasına denk gelen 7-8-9’u işaret edenler de vardır (bkz. Avrupa Aleviler Birliği Konfederasyonu).
Ne gariptir ki, bu tarihleri, bizzat bu orucu tutan bölgelerde duymanız mümkün değildir. O zaman akla doğal olarak şu soru gelmektedir: neden Hızır orucu için Alevi kurumlarınca bu tarihler esas alınmaktadır?
Hızır, tüm Aleviler için önemli bir evliyadır; buna rağmen, onun adıyla anılan merasimlerin bölgelere ve topluluklara göre değişiklik gösterdiğinin altı çizilmelidir. Örneğin, Hatay yöresinde oldukça yoğun karşılaşılan Hızır türbeleri ve ziyaret mekanları bu boyutta diğer bölgelerde yoktur. Yine 5/6 Mayıs’ta Hızır-İlyas adı altında yapılan kutlamalar da belirli bölgelerde öne çıkmaktadır. Hızır orucu açısından da durum farklı değildir.
Hızır orucu daha çok Dersim, Erzincan, Erzurum, Varto, Elazığ, Sivas, Malatya, Maraş ve bu bölgelerden Sarız, Çorum ve Kars gibi yerlere göç etmiş Aleviler tarafından tutulur. Yanı sıra Tahtacı olarak adlandırılan Alevi toplulukların yalnız Mersin yöresinde ikamet edenlerinin bu orucu tuttuklarına dair bilgiler mevcuttur.
Beş kural
Bu bölgelerde Hızır orucu ile ilgili kabul gören belirli kurallar uygulanır:
1- Oruç, sabit tarih vermek yerine, salı-çarşamba-perşembe esas alınarak genelde üç gün olarak tutulur. Az sayıda bölge ve kişi orucu perşembeden perşembeye yedi güne çıkarmaktadır;
2- İster üç, ister yedi gün tutulsun -12 İmam orucu hariç, diğer tüm oruçlarda olduğu gibi, son gün her zaman perşembe olmaktadır. Bu akşam yapılan Hızır cemi ve adanan Hızır kurbanı inanç açısından oldukça önemlidir;
3- Hızır orucu için bir tarih verildiğinde bu genelde 30 Ocak’tır. Yaygın bir söylem Hızır’ın bir ayağının Ocak diğer ayağının ise Şubat ayında olması gerektiğini aktarır;
4- 30 Ocak her zaman salı gününe denk gelmediğinden, pratik bir çözüm olarak, bu günden önceki Ocak ayının son veya Şubat ayının ilk salı günü oruç başlatılır ve takip eden perşembe tamamlanır;
5- Hızır orucunun bir cem merasimi ve kurbanla kapatılması önem arz ettiğinden, pirlerin hazır bulunması gerekmektedir. Onların da aynı hafta tüm talip bölgelerinde bulunmaları mümkün olmadığı için, kendi güzergahlarına göre Ocak ayının ikinci haftasından başlatmak üzere her haftayı bir bölgeye ayırarak görevlerini yerine getirmiş olurlar. Böylelikle Hızır oruçları kabaca Ocak ayının ortalarından başlayıp Şubat yarısına kadar sürmektedir.
30 Ocak önemli bir geleneğin sembolüdür
Hızır orucu için esas alınan 30 Ocak sıradan bir tarih olmanın ötesinde önemli bir geleneğin sembolüdür. Hızır için belirlenmiş bu gün, 21 Aralık’ta başlayan kış mevsimi süresince bölgede uygulanan Gağan, Kara Çarşamba ve son olarak da Hawtemal/Heftemal bağlamında ele alınmalıdır. Bu bayramlar ve kutsal günler için kabul gören tarihler, 90 günlük kış mevsimini 40-20-30’lu dilimlere ayıran eski bir gelenekle ilişkilidirler. Bu bağlamda Gağan ile başlayan ilk kırk günlük dilim ”Büyük Çile” (çile, Kurmanci ve Farsça’da kırk anlamına gelir) olarak adlandırılır ki, bu da 30 Ocak’ta kapanır. İlk kırk gün aynı zamanda dervişlerin çile çekme dönemlerine denk gelir ve bu Hızır Orucunun başladığı gün bitirilmiş olur. 30 Ocak’tan 20 Şubat’a kadarki süreye ise ”Küçük Çile” denmektedir. Küçük Çile’nin başlangıcı Hızır Orucu’na, sonlandığı 20/21 Şubat ise kime yörelerde Hıdırnebi kutlamalarına vesile olur. İklim açısından ele alındığında bu aynı zamanda kış mevsiminin en soğuk ve fırtınalı günleriyle özdeşleştirilir. 21 Şubat’tan sonra kış çözülmeye başlar ve aşamalı olarak gelecek baharın habercileri doğada görünürler. Böylece, Kara Çarşamba ve Hawtemal/Heftemal için hazırlıklar da başlamış olur.
Günümüzde şehirlerde Hızır orucunu düzenlemek için pirlerin gelmesini esas almaya gerek kalmadığından, üç günlük oruç dönemini sabitleme ihtiyacı anlaşılabilir. Bunun için de bir aylık Hızır orucu döneminin dağılımını belirleyen 30 Ocak en uygun tarih olarak görülebilir. Çünkü bu hem pratikte yapılan uygulamalar tarafından desteklenir, hem de geleneksel değerlerle açıklanabilir.
Farklı tarihler nereden kaynaklanıyor?
Öyleyse, Alevi kurumları tarafından belirlenmiş 13-14-15 veya 7-8-9 Şubat neye dayandırılmaktadır? Belirttiğim gibi pratikte bu tarihlere odaklanarak Hızır orucu tutan bir bölge yoktur. Kimileri bunu açıklamak için eski (Rumi) ve yeni (Miladi) takvim geleneğine işaret etmişlerdir. Onlara göre, 30 Ocak sonrası tutulan Hızır orucu Rumi takvime göre belirlenmiş bir gündür; bu, Miladi takvime çevrildiğinde artı 13 gün eklendiğinden, 13-14-15 Şubat günlerine denk gelmektedir. Bu doğru bir saptama değildir. 30 Ocak, 21 Aralık’ı esas alarak belirlenmiştir; bu tarih eski takvime göre saptanmış olsaydı o zaman 7 Aralık ve 17 Ocak esas alınmalıydı.
Yine başka bir iddiaya göre, yeni yılın 1 Ocak’ta başladığı kabul edildiğinde, 40 gün sonrası 9 Şubat’a tekabül eder. Bu da oruçların neden bu tarih civarında tutulması gerektiğine bir açıklama olarak görülebilir. Fakat 1 Ocak’ın bölgede yeni yıl olarak kabul görmesini destekleyen herhangi bir gelenek yoktur. Bunun yerine belki Gağan kutlamaları öne sürülebilir. Az sayıda bölgede Gağan Aralık ayında değil de, Ocak başlarında kutlanır. Bu kabul edildiğinde 13-14-15 Şubat için bir açıklama verilmiş olur; fakat ne gariptir ki, Gağan’ı Ocak başlarında kutlayan Mazgirt yöresinde de Hızır oruçları için esas alınan tarih 30 Ocak’tır. Hatta bu bölgede bir söylem Hızır orucunun en geç Mart ayından 25 gün önce başlamasını belirtir ki, bu da orucun 6/7 Şubat civarında sonlandırılması anlamına gelmektedir. Ayrıca Hızır orucunu 13-14-15 Şubat olarak işaretleyen Alevi kurumlarının bunu Gağan’ı esas alarak açıklamadıklarını belirtmek gerekmektedir, çünkü onların Alevi İnanç Takvimi olarak sundukları bilgilerde Gağan bir bayram veya önemli bir gün olarak geçmemektedir.
Dolayısıyla, bu tarihlerin Alevi kurumları tarafından neden öne çıkartıldıkları sorusu cevap beklemektedir. Bunun geçen yüzyılın son döneminde şehirlerde oluşan cemevleri ile birlikte ortaya çıktığı muhakkak; fakat bu karar alındığında Hızır orucu geleneğine sahip bölgelerin uygulamalarının esas alınmadığı da kesindir. Her halükarda, en muhafazakar Alevi kurumların bile, en azından bu meselede, gelenekle ilişkilerinde sorunlu bir konum aldıklarını görmek ilginçtir.
Her şeye rağmen, bu orucu tutan topluluğun ruhuna sadık kalarak, kimseyi incitmeden, hangi gün esas alınırsa alınsın; güçsüzlerin, yoksulların ve yardıma muhtaç olanların evliyası Hızır için önümüzdeki dört haftadan birinde oruç tutmanın oldukça makbul bir görev olduğunu belirterek yazıyı sonlandırmak herhalde en doğru olanıdır. (EG/HK)
Dersim-Ovacık kökenli olup 1980’den beri Hollanda’da ikamet etmekte. Tarih ve ekonomi eğitimi sonrası sözlü tarih, Alevilik ve Kürdoloji alanlarında birçok çalışması yayımlandı; yayınlarının ana kaynağını Dersim bölgesinde...
Dersim-Ovacık kökenli olup 1980’den beri Hollanda’da ikamet etmekte. Tarih ve ekonomi eğitimi sonrası sözlü tarih, Alevilik ve Kürdoloji alanlarında birçok çalışması yayımlandı; yayınlarının ana kaynağını Dersim bölgesinde yapılan alan derlemeleri oluşturdu. "Alevi Kürtler - Dinsel, Etnik ve Politik Sorunlar Bağlamında" (iİletişim - 2012), "Alevi Hafızasını Tanımlamak - Geçmiş ve Tarih Arasında" (İletişim - 2016).
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.