Eğer Alevi kurumlarının uygulamalarını esas alırsak bu soruya cevap bulmak için çok uğraşmaya gerek yoktur. Onlara ait merkezlerde sunulan bilgilerde genelde 13-14-15 Şubat tarihleriyle karşılaşırsınız (örnek bkz Cem Vakfı’na bağlı Alevi İslam Din Hizmetleri). Daha az olmakla beraber, Hızır orucu için Şubat ayının ikinci haftasına denk gelen 7-8-9’u işaret edenler de vardır (bkz. Avrupa Aleviler Birliği Konfederasyonu).
Ne gariptir ki, bu tarihleri, bizzat bu orucu tutan bölgelerde duymanız mümkün değildir. O zaman akla doğal olarak şu soru gelmektedir: neden Hızır orucu için Alevi kurumlarınca bu tarihler esas alınmaktadır?
Hızır, tüm Aleviler için önemli bir evliyadır; buna rağmen, onun adıyla anılan merasimlerin bölgelere ve topluluklara göre değişiklik gösterdiğinin altı çizilmelidir. Örneğin, Hatay yöresinde oldukça yoğun karşılaşılan Hızır türbeleri ve ziyaret mekanları bu boyutta diğer bölgelerde yoktur. Yine 5/6 Mayıs’ta Hızır-İlyas adı altında yapılan kutlamalar da belirli bölgelerde öne çıkmaktadır. Hızır orucu açısından da durum farklı değildir.
Hızır orucu daha çok Dersim, Erzincan, Erzurum, Varto, Elazığ, Sivas, Malatya, Maraş ve bu bölgelerden Sarız, Çorum ve Kars gibi yerlere göç etmiş Aleviler tarafından tutulur. Yanı sıra Tahtacı olarak adlandırılan Alevi toplulukların yalnız Mersin yöresinde ikamet edenlerinin bu orucu tuttuklarına dair bilgiler mevcuttur.
Beş kural
Bu bölgelerde Hızır orucu ile ilgili kabul gören belirli kurallar uygulanır:
1- Oruç, sabit tarih vermek yerine, salı-çarşamba-perşembe esas alınarak genelde üç gün olarak tutulur. Az sayıda bölge ve kişi orucu perşembeden perşembeye yedi güne çıkarmaktadır;
2- İster üç, ister yedi gün tutulsun -12 İmam orucu hariç, diğer tüm oruçlarda olduğu gibi, son gün her zaman perşembe olmaktadır. Bu akşam yapılan Hızır cemi ve adanan Hızır kurbanı inanç açısından oldukça önemlidir;
3- Hızır orucu için bir tarih verildiğinde bu genelde 30 Ocak’tır. Yaygın bir söylem Hızır’ın bir ayağının Ocak diğer ayağının ise Şubat ayında olması gerektiğini aktarır;
4- 30 Ocak her zaman salı gününe denk gelmediğinden, pratik bir çözüm olarak, bu günden önceki Ocak ayının son veya Şubat ayının ilk salı günü oruç başlatılır ve takip eden perşembe tamamlanır;
5- Hızır orucunun bir cem merasimi ve kurbanla kapatılması önem arz ettiğinden, pirlerin hazır bulunması gerekmektedir. Onların da aynı hafta tüm talip bölgelerinde bulunmaları mümkün olmadığı için, kendi güzergahlarına göre Ocak ayının ikinci haftasından başlatmak üzere her haftayı bir bölgeye ayırarak görevlerini yerine getirmiş olurlar. Böylelikle Hızır oruçları kabaca Ocak ayının ortalarından başlayıp Şubat yarısına kadar sürmektedir.
30 Ocak önemli bir geleneğin sembolüdür
Hızır orucu için esas alınan 30 Ocak sıradan bir tarih olmanın ötesinde önemli bir geleneğin sembolüdür. Hızır için belirlenmiş bu gün, 21 Aralık’ta başlayan kış mevsimi süresince bölgede uygulanan Gağan, Kara Çarşamba ve son olarak da Hawtemal/Heftemal bağlamında ele alınmalıdır. Bu bayramlar ve kutsal günler için kabul gören tarihler, 90 günlük kış mevsimini 40-20-30’lu dilimlere ayıran eski bir gelenekle ilişkilidirler. Bu bağlamda Gağan ile başlayan ilk kırk günlük dilim ”Büyük Çile” (çile, Kurmanci ve Farsça’da kırk anlamına gelir) olarak adlandırılır ki, bu da 30 Ocak’ta kapanır. İlk kırk gün aynı zamanda dervişlerin çile çekme dönemlerine denk gelir ve bu Hızır Orucunun başladığı gün bitirilmiş olur. 30 Ocak’tan 20 Şubat’a kadarki süreye ise ”Küçük Çile” denmektedir. Küçük Çile’nin başlangıcı Hızır Orucu’na, sonlandığı 20/21 Şubat ise kime yörelerde Hıdırnebi kutlamalarına vesile olur. İklim açısından ele alındığında bu aynı zamanda kış mevsiminin en soğuk ve fırtınalı günleriyle özdeşleştirilir. 21 Şubat’tan sonra kış çözülmeye başlar ve aşamalı olarak gelecek baharın habercileri doğada görünürler. Böylece, Kara Çarşamba ve Hawtemal/Heftemal için hazırlıklar da başlamış olur.
Günümüzde şehirlerde Hızır orucunu düzenlemek için pirlerin gelmesini esas almaya gerek kalmadığından, üç günlük oruç dönemini sabitleme ihtiyacı anlaşılabilir. Bunun için de bir aylık Hızır orucu döneminin dağılımını belirleyen 30 Ocak en uygun tarih olarak görülebilir. Çünkü bu hem pratikte yapılan uygulamalar tarafından desteklenir, hem de geleneksel değerlerle açıklanabilir.
Farklı tarihler nereden kaynaklanıyor?
Öyleyse, Alevi kurumları tarafından belirlenmiş 13-14-15 veya 7-8-9 Şubat neye dayandırılmaktadır? Belirttiğim gibi pratikte bu tarihlere odaklanarak Hızır orucu tutan bir bölge yoktur. Kimileri bunu açıklamak için eski (Rumi) ve yeni (Miladi) takvim geleneğine işaret etmişlerdir. Onlara göre, 30 Ocak sonrası tutulan Hızır orucu Rumi takvime göre belirlenmiş bir gündür; bu, Miladi takvime çevrildiğinde artı 13 gün eklendiğinden, 13-14-15 Şubat günlerine denk gelmektedir. Bu doğru bir saptama değildir. 30 Ocak, 21 Aralık’ı esas alarak belirlenmiştir; bu tarih eski takvime göre saptanmış olsaydı o zaman 7 Aralık ve 17 Ocak esas alınmalıydı.
Yine başka bir iddiaya göre, yeni yılın 1 Ocak’ta başladığı kabul edildiğinde, 40 gün sonrası 9 Şubat’a tekabül eder. Bu da oruçların neden bu tarih civarında tutulması gerektiğine bir açıklama olarak görülebilir. Fakat 1 Ocak’ın bölgede yeni yıl olarak kabul görmesini destekleyen herhangi bir gelenek yoktur. Bunun yerine belki Gağan kutlamaları öne sürülebilir. Az sayıda bölgede Gağan Aralık ayında değil de, Ocak başlarında kutlanır. Bu kabul edildiğinde 13-14-15 Şubat için bir açıklama verilmiş olur; fakat ne gariptir ki, Gağan’ı Ocak başlarında kutlayan Mazgirt yöresinde de Hızır oruçları için esas alınan tarih 30 Ocak’tır. Hatta bu bölgede bir söylem Hızır orucunun en geç Mart ayından 25 gün önce başlamasını belirtir ki, bu da orucun 6/7 Şubat civarında sonlandırılması anlamına gelmektedir. Ayrıca Hızır orucunu 13-14-15 Şubat olarak işaretleyen Alevi kurumlarının bunu Gağan’ı esas alarak açıklamadıklarını belirtmek gerekmektedir, çünkü onların Alevi İnanç Takvimi olarak sundukları bilgilerde Gağan bir bayram veya önemli bir gün olarak geçmemektedir.
Dolayısıyla, bu tarihlerin Alevi kurumları tarafından neden öne çıkartıldıkları sorusu cevap beklemektedir. Bunun geçen yüzyılın son döneminde şehirlerde oluşan cemevleri ile birlikte ortaya çıktığı muhakkak; fakat bu karar alındığında Hızır orucu geleneğine sahip bölgelerin uygulamalarının esas alınmadığı da kesindir. Her halükarda, en muhafazakar Alevi kurumların bile, en azından bu meselede, gelenekle ilişkilerinde sorunlu bir konum aldıklarını görmek ilginçtir.
Her şeye rağmen, bu orucu tutan topluluğun ruhuna sadık kalarak, kimseyi incitmeden, hangi gün esas alınırsa alınsın; güçsüzlerin, yoksulların ve yardıma muhtaç olanların evliyası Hızır için önümüzdeki dört haftadan birinde oruç tutmanın oldukça makbul bir görev olduğunu belirterek yazıyı sonlandırmak herhalde en doğru olanıdır. (EG/HK)
* Bu yazı alevinet.com'da yayınlandı.