Büyükannem, pamuğun üzerinde altımı değiştirir, damlalıkla süt içirir, özel diktirilmiş pazen elbisesinin karın bölgesine yaptırılan bir cebin içinde beni uyuturmuş. Kimseye güvenip de bırakamazmış. Artı bir lokma bir şey boğazımdan geçsin de, bir gram büyüyeyim diye kendini parçalarmış.
Odam, eşyalarım, çamaşırlarım çok hijyenikmiş. Ele avuca gelene dek, ensemden koklayan büyükannem dışında herkes gözleriyle sevip koklamış beni.
Annem hep "yaşadıysan, büyükannen sayesinde" der.
Üç çift göz hep üzerimdeydi.Yanımda olmadıklarında bile hissederdim.Giderek azalan bu özen, gözetim ve kollama, salt sağlığıma ilişkin değildi.
Özgüvenim, benlik saygım ve kişilik gelişimim, yeteneklerimin keşfi, becerilerimi geliştirmem konusunda da bu üçlü özenliydi.
Büyükannem benim için "özel"dir.
Büyükannemin babası aydın bir adammış. İlk okulu bitirtmiş büyükanneme. Öğretmen olsun diye Ortaklar Köy Enstitüsü'ne göndermiş. Ailesinin özlemine dayanamayan büyükannemin tamamen saçları dökülünce okulu bırakıyor. Okuyamama içinde ukdedir.
Balıkesir'de çalışan bir öğretmenle evlendiriliyor. Tesadüf, yıllar sonra büyükbabamın tayini Ortaklar İlk Öğretmen Okulu'na -artık Köy Enstitüsü değil- çıkıyor. Lojmanda oturuyorlar. Babam ve amcalarımdan biri de burada okuyor.
Tüm çocuklarının koluna öğretmenlik altın bileziğini taktırıp, evlendiriyorlar.Tam rahata ereceklerinde, büyükbabamı kaybediyor.
Torbalı'daki evde tek başına yaşamak onun tercihi. Kısa süreli giderdi çocuklarının yanına. Bana bakmak için dört yıl kadar bizimle yaşamış, arada bir evine gitmiş.
Babamın tayini Torbalı'ya çıkınca, yakın bir ev tutmuşlar.
Beni büyüten odur. Yıllarca eğitim camiasının içinde olduğundan, "alaylı" bir pedagogdu sanki. Benim ilk öğretmenim odur, gerçekten öğretmen olan annem babam değil.
Büyükannemle birlikte olmak gerçek bir keyiftir ve de ayrıcalık.
İnsanlarla -ve benimle- ilişkilerini kuyumcu terazisinde tartarak kuran ve sürdüren büyükannem, "alma"yı hiç bilmez. Verir, verir, olumsuz bir davranış gördüğünde de tüm bilgeliğiyle "iyilik yap, denize at, balık bilmezse halik bilir" derdi..
Gelinleriyle ilişkilerinde müthiş demokrattır. Asla müdahil bir insan değildir. Hiçbir şey duymaz-görmez-bilmez, ama nasılsa her şey -bir şekilde- onun istediğine uygun gerçekleşir. Bunun sırrını henüz çözen olmadı.
Dul aylığını bir "ekonomistçesine" değerlendirir. Beş torununu her üç aylık alışında bir şekilde ihya eder. Üç çocuğuna da cenazesi için para vermiş. Zorlanmasınlar diye.
Büyükannemin "laboratuar"ı olan mutfakta pişen yemeklerin üstüne yemek tanımam. Yemek yapmak bir sanatsa, büyükannem büyük sanatkar. "Nişanlı kız parmağı" inceliğindeki yaprak sarması, elbasan tavası, bahar böreği, yufkalı tiriti, keşkeki, tava lokumu, yoğurt böreği, Onun elinden çıkma tavada yumurta bile farklıdır. Hele salata sosları...
Bizleri, mal, kadir, kıymet bilmezlikle niteler. Kendisi israfı hiç sevmez. Bayat ekmekler papara ya da ekmek balığı yapar. Giymediği, giymediğimiz giysileri kesip kırk yama yapar. Tüm kuzenlerin yorganları, büyükanne elinden çıkmadır. Her toruna bir çocuk yorganı kampanyası da bitmek üzere.
Büyükannem insanı sorgulamadan, damgalamadan, suçlamadan yol gösterir. Kendinizi çok kötü hissettiğiniz bir anınızda sizi rahatlatıverir. Zaten onu öpmek, koklamak, elinden bir bardak su içmek bile iyi yapar insanı.
Evinde her şeyin yeri bellidir; bir gün gerekir diye eline geçeni sakladığından takılırız ona. Sakladığı en absürd şey bir gün lazım oluverir de, getirir ise, "şööööle bir 8 no'lu bakışını" fırlatıverir.
Sigaradan nefret eder ve içtiğim için beni hiç affetmez. "Anan,baban, ben, sana her konuda olumlu örnek olduk. Sigara konusunda dayına çektin" deyip kaynanavari bir salvo yaparsa da, kimse aldırmaz.
Müthiş esprilidir, muhabbeti keyiflidir. Her yaştan insanla, her düzeyde ilişki kurar. Mahallenin çocukları "Şefiye Nine"lerine her zaman destek olur, çoğu kez ödüllendirilmeseler bile. Dünyanın en iyi masal anlatıcısı olan büyükanneme, dinlemekten hiç bıkmadığım "Alillili Zombala" masalını hâlâ anlattırırım.
Dedem mandolin çalmayı öğretmiş ona. Mandolini ve metot kitabı çok değerlidir. Öyle güzel çalar ki, kafası ve sağ ayağı ile ritim tutarak.
Klasik Türk Sanat Müziği kültürü çok zengindir. Mutfakta çalışırken hep şarkı söyler. Bu şekilde kendi kendine arkadaş oluyor belki de.
Evi, menekşe ve sakız sardunyası tarlasıdır. Eliyle odun dikse, çiçek açar derler ya.. Her birinin adı vardır saksılarının; dertleşir, bir dolu şeyi paylaşır onlarla.
Biz torunlarının tümünün üniversite bitirmiş olmasından pek gururlanır. Dizinin dibinde olamayışımıza üzülür, her telefonumuzla mutlu olur, küçücük hediyelerimizi kullanmaya kıyamaz, saklar.
Çok iyi bir tamircidir. Evine hiç usta gelmez. Komşulara bile destek olur.
Yeniliklere, özellikle teknolojik yeniliklere çok açıktır. Cep telefonunun tüm fonksiyonlarını kullanır. Hiç üşenmez uzun uzun mesaj yazar bizlere.
Kendine çok iyi bakar. Yaşına uygun beslenir, yürüyüş yapar, sabah akşam egzersiz yapar. Koltuğun ayağından geçirdiği bir araba iç lastiği ile bacak ve kol kaslarını çalıştırırken ki hali öyle komiktir ki...
Önemli bir sağlık sorunu yok. Dimdik yürür.
Gümüş rengi saçlarını nadiren omuzlarına dökülür. Saçlarını hep at kuyruğu toplar.
Ten rengi açık olduğundan ve kaşları da beyazladığından yıllardır "kaşlı" gözlük kullanır.
Büyükannemin adakları hiç bitmez. Adağının önem derecesine ve o anki bütçesine göre tuz, ekmek, horoz, Zekeriya Sofrası ve kurban adar. Kuş gribi nedeniyle artık horoz adağı yapmıyormuş. Pazarda alıp, kestirdiği adak horozun tavuk çıktığını söylemiş birinde verdiği kişi. Bizimki de "Benim niyetim önemli." demiş.
Diyelim ki, akşam yemeğe 8'de gelirim dedin, ama yarım saat sonra gittin.Bizimki hemen tuz adak eder. "Büyükanne bir koli tuz alayım, evde dursun " dediğimizde de çok sinirlenir. Torunların üniversite ve Anadolu Lisesi sınavları kafadan kurbanlık adak statüsündeydi.
Torunlarının aşk maceralarını da çok yakından izler. Sevgililerimize ilişkin en taze raporları alır, bir şekilde tanıştırılmak istediğini söyler. İlk karşılaşmada, çaktırmadan tüm davranışlarını izler, "biz seviyoruz" diye sevmeye çaba gösterir, görüşlerini dolaylı ve bizi kırmayacak şekilde ifade eder. Hasbelkader ayrıldığımızda da "davul bile dengi dengine" deyip, yorumsuz geçer.
Eşimle, arkadaşken tanıştırdığımda "Oğlumu hiç üzmeyeceksin değil mi?"sorusuna "evet" yanıtını alınca, "Ben ona seni hiç üzdürtmem. Canına okurum. Bunu bilesin!" demişti. "Her aileye bir doktor lazım!" derdi hep. Eşim doktor olduğundan, artı bonus kazandı.
Büyükannem anlatmakla bitmez...
Son beş yıldır doğum gününü kutluyoruz. Yaz aylarında doğduğu rivayet edilir; en büyük torunu, ondan habersizce, büyükanneme 17 Temmuz'u doğum günü olarak ilan etti. İlk kutlamamızda giderek genişleyen ailemizin torun çocuğu Işınsu dahil, tüm üyelerinin ve aday adaylarının "bayram değil, seyran değil" Torbalı'ya gelivermesine anlam verememiş bizimki. Akşam müthiş doğum günü partisi başlayınca -hele şakasına 100 mumlu pasta gelince- çok şaşırmıştı.
İnsanları mutlu etmek aslında ne kadar kolay ve de keyifli diye düşünmüştüm o gün.
Artık 17 Temmuz bizim ailemizin "yengeç sepeti" günü.
Bu yıl kuzen Ersin bir aile albümü hazırlıyor. Hepimizden fotoğraflar, anılar, belgeler toparlıyor. Bir dolu video kaydı var elinde. Bilgisayarda bunları düzenleyip, sunu haline getirecek. Bu yılki doğum gününde büyükanneme kendi yaşamı ağırlıklı bu sunuyu izleteceğiz.
Bu yazı da, kuzenimin bu çalışması için tuttuğum küçük notlar.
Düşündüm de, her eve, her toruna lazım böyle bir büyükanne. (ŞD/TK)