Bir süredir Türkiye'de yaşayan Ermenilerin durumu bir çeşit arafta kalma haline benziyor. Bütün dünya yarılmış, herkes her şey kaybolmuş sadece Ermeniler kalmış gibi iki uçlu bir tavır arasında kalmaktan ileri gelen bir durum bu.
Yani bir uçta sayısı 50 bini aşmayan Türkiyeli Ermeniler ile uğraşan, her fırsatta nefret kusan, elinde iğneleyici pankartlarla sokağa çıkmaktan çekinmeyen bir grup var. Diğer yandan da özellikle Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından daha çok merkeze yaklaşan gündemle birlikte Ermeniliğe sahip çıkan, Ermeni olmadığı halde her fırsatta bu nefret diliyle mücadele eden, azınlık olma hissini kanının son damlasına kadar savunan başka bir topluluktan da bahsedebiliriz.
Liseyi bitirdikten sonra çok da içerisinde bulunmadığım Ermeni cemaatinin kendine özgü, kapalı yaşantısından uzak durmaya çalışmışımdır. Geçtiğimiz günlerde benim gibi yazan, çizen bir Ermeni arkadaşımla 'ayrıkotu' gibi yaşadığımızı, cemaatin içerisine çok da girmeden kenarında durduğumuzu, Ermeni meselesi üç-beş yıldır daha sık gündeme geldiğinde ise Ermeni olduğumuzu yeniden hatırladığımızı konuştuk.
Biz, olan kimliğimizi yeniden hatırladık, bir de Ermeni olma, Ermeniliğe övgü durumu velhasıl oldu. İşte tam da bu iki ayrı uç yüzünden Türkiyeli Ermenilerin durduğu nokta hem uzak hem yakın, bir ortada kalma ve bazen de sıkışma hali.
Ne tanıdık, ne yabancı ama üretilen olumsuz söylemlerle birlikte bizim dışında kaldığımız çoğunluk için daha çok 'yabancı'.
Georg Simmel 'yabancı'yı yabancı olma durumunu insan ilişkileri içerisinde arada bir yerde görür, yabancı uzak ve yakın olmanın ötesinde tıpkı yoksullar gibi grubun kendisinin bir unsurudur, gruba mensubiyeti hem onun dışında olmayı hem de onunla karşı karşıya gelmeyi gerektirir.
'Yabancı'yla kurulan ilişkiye özgül biçimini veren şey ise yakınlık ve uzaklık arasındaki gerilimdir. Türkiye'de de Ermenilerle ilgili herhangi bir gerilim farkında olarak ya da olmayarak uzaklığımızı ya da başka bir deyişle 'yabancı'lığımızı besliyor.
Hocalı anması ve sloganların içinde
'Hepimiz Ermeniyiz' sloganının nereden çıktığına dair onlarca görüş ortaya atıldı, uzun süre konuşuldu. Amerika'nın Irak'ı işgal etmesinin hemen ardından düzenlenen çeşitli eylemlerde "Her yer Irak, hepimiz Iraklıyız" dediğimizi anımsıyorum.
Takribi olarak 2003 sonu 2004 yıllarına düşen bu gösterilerde "hepimiz Iraklıyız" derken kimse çıkıp neden Iraklısınız demedi, mesele mağdurun yanında yer almaktı, haksızlığa uğramış, ezilmiş, bir sabaha karşı demokrasi getiriyoruz şiarıyla üzerine bombalar yağan bir halkın yanında durmaktı.
Hrant Dink öldürüldüğünde atılan bu sloganın üzerinden beş yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ konuşuyor, tartışıyoruz. Çünkü Ermeni olmak başka bir 'şey' olmaya benzemiyor artık. Sokakta alelade yürürken, metroda, metrobüste, sokakta, panolarda onlarcasına rastladığınız "Ermeni yalanına sessiz kalma" pankartının yanından geçebilir, Beyoğlu'na çıktığınızda Ermeni olduğunuzu bilseler üzerinize saldırabilecek ve ellerinde "hepiniz Ermensiniz hepiniz piçsiniz" pankartı taşıyanlarla gözgöze gelebilirsiniz.
Rober Koptaş 23 Şubat Perşembe günü Agos'ta yayımlanan yazısında "Bizim tek samimiyet testimiz, onların hiçbirini diğerine yeğ tutmamaktan geçiyor. Ne yazık ki, Hocalı katliamının 20. yıldönümünde, Taksim böyle bir samimiyete sahne olmayacak" diye yazmıştı.
Gerçekten de Pazar günü samimiyet beklemenin de ötesinde galeyana gelmeye hazır nefret dolu bir grupla karşılaştık, nasıl bir özgüvene ve cürete sahiplerse Agos'a yürümek gibi bir söylenti bile vardı.
Birgün kapılarımız işaretlenebilir
Tüm bu pankartların, şehrin göbeğinde yeralan panoların, gösterilerin maddi kaynağı bile belli değilken bu duygusal şiddetin bir sınırı ya da sonu yok.
Hükümetler değişse de bu bakış değişmiyor. Türkiye'de yaşayan Ermenileri Hocalı katliamı için açıklama yapmak zorunda bırakmak bile başlı başına bir sorun.
İçerisinde insanın katledildiği her türlü savaşa, acıya karşı olmak için herhangi bir kimliğe sahip olmaya gerek yok, insan olmak yeterli.
Hocalı katliamı acıdır ama bu acıyı anarken Türkiye'de yaşayan Ermenilere böyle bir süreç yaşatmak, bir halka bütünüyle saldırmak, açıklamak zorunda bırakmak, tarih, süreç, durum, koşullar ne olursa olsun bizi atalarımızın doğduğu topraklara yabancı kılıyor. Çünkü yaşadığınız şehrin göbeğinde birileri "Bugün Taksim, yarın Erivan; bir gece ansızın gelebiliriz" diye bağırıyorsa, bağırabiliyorsa çok da tanıdık değilsiniz demektir.
Dün Adıyaman'da Alevilerin kapılarına işaret konulduğu haberini gördük, kim bilir belki bir gün kapılarımıza işaret koymaya başlanır, işaretledikçe daha iyi anlayacaklar burada olduğumuzu ve yabancı olmadığımızı... Bütün bu arada kalmışlık, bütün bu gürültünün içerisinde her şeye rağmen yabancı olmadık, sesimiz çıkıyor, çıkacak, çünkü 'az'ız ama hâlâ buradayız. (JB/HK)