Çocuğun kamerada tek bir kez görünmesi artık tanıdık olmasına ve nereye bakarsa baksın kendini bir oyun alanı içerisinde görmesine neden olur. O yüzden çocuklarla çalışmak çok daha zorlu, çok daha çetrefilli bir süreci beraberinde getirir. Yönetmen Kaan Müjdeci’nin ilk uzun metraj filmi Sivas ‘çocuk ve köpeği’ temasını Yozgat’ın bir köyü olan Yerköy’ün bozkırından alıp genişletirken çok zor bir işin altından kalkarak kamerasını çocuğun, köpeğin yanına koyuyor.
On bir yaşındaki Aslan’ı ilk gördüğünüz andan itibaren seviyorsunuz, içinde tutamadığı öfkesini, boyu kendinden kat kat uzun ağabeyi, babası, öğretmeni ya da kendine denk sınıf arkadaşları, tabiri caizse kimseye ‘eyvallahı’ olmayışını seviyorsunuz. Bu yüzden biraz kara, biraz da çelimsiz gibi görünen bu çocuk öfkelendikçe genişleyen gözleri gibi insanların karşısında da genişliyor, büyüyor.
Öğretmenin 23 Nisan piyesi için gelişigüzel seçtiği pamuk prenses ve prens hikayesi Aslan’ın gizliden gizliye sevdiği Ayşe’nin pamuk prenses olması ama kendisinin onun prensi olamamasıyla dinmeyen bir öfkeye dönüşüyor. Sivas’ın hareket noktası da Aslan’ın giyemediği bir prens pelerini ile yanında duramadığı bir pamuk prenses hikayesinin etrafında yeşilleniyor.
Geçici bir öfkeymiş gibi görünse de içinde sürekli bitip yeşeren otlar onu rahatsız ettikçe ya bir köpeğe taş atarken ya da soluğu öğretmen evinde alırken buluyor kendini. Sonrasında ise sahibinin bir köpek dövüşünün ardından öldü sanıp bıraktığı dövüş köpeği Sivas’la kesişiyor yolu, değişiyor biraz, kendini daha korunaklı hissediyor, prens olamasa da koskoca, güzel güçlü bir köpeğin sahibi oluyor. Bu noktadan sonra içsel bir kopuş da başlıyor, hem götürüp arkadaşlarına göstermek istiyor Sivas’ı, hem de okula gitmek yerine Sivas’la ilgilenmeyi tercih ediyor.
En temel haliyle bir çocuğun köpek sevgisini anlatan bir hikaye değil Sivas, göbeğinden, özgün bir taşra hikayesi, içerisinde Çehov kelimeleri aramak zorunda kalmadan yakalayacağınız birçok şeyi barındırıyor.
Aslan’ı canlandıran Doğan İzci’nin bu kadar iyi, bu kadar gerçek olması zaten içinde bulunduğu hayatın bir başka versiyonunu canlandırıyor olmasından. Aynı köyde yan evin çocuğu olabilirdi Aslan ve gerçek hayattaki Doğan onu çok iyi anlayabilirdi.
Filmde oynadığı insanlar kendi babası, annesi, ağabeyi, öğretmeni değil belki ama tanıdık, bilmediği bir şeyi yapmıyor. Bu yüzden de filmin senaryosu ve yönetmenliği kadar etkili oluyor Doğan’ın oyunculuğu.
Yönetmenin en büyük maharetlerinden biri de filme adını veren dövüş köpeği Sivas’ı insanmışçasına, duyguları varmışçasına anlatıyor oluşu. Kaan Müjdeci daha ilk filminden nasıl içsel bir sinema gözü olduğu, yakaladığı görüntüyü paylaşabildiği ve dramaturjik anlamda lineer bir yapı izlemeden, salt bir çocuğun duygu salınmaları peşinden giderek yakalayabildiğini gösteriyor.
Filmin belgesel olmadığı halde gündelik bir gerçeklikten beslenerek ilerlemesi ve özellikle de Aslan’ın peşinde dolanan hareketli kamera yönetmenin bilinçli tercihiyle gerçeklik hissini artırıyor. Kamera yokmuş gibi, sürekli kameranın varlığını unutturmaya çalışarak yapıyor bunu ve böylelikle ardından sürüklendiğiniz sahneler hareketli kamera eşliğinde size de çarpıyor.
“İtin ayağı kırıldı”
Aslan’ın daha başta gördüğümüz köpeğe, ata taş atma süreci doğayla, hayvanla ilgili olarak başka bir noktadan gelişiyor gibi görünse de Sivas’ı bulduktan sonra kendi ‘doğa’sına yaklaşıyor. En çok da Sivas’ı bulduğu yerde bırakmayarak, hava kararsa da köyünden uzakta köpeğin başında durduğunda anlıyoruz bunu.
Zaman geçip, köpeğini istemeden dövüştürüp Sivas başka bir köpeğin ayağını kırdığında ise herkes Sivas’ı yüceltir, okşarken ‘itin ayağı kırıldı’ diye kenarda içi ezilerek diğer köpeğe baktığı için de köpekle kurduğu ilişki diğerlerine benzemiyor. Sivas’ın hayatına girmesiyle birlikte Aslan’ın bir ev ödevi gibi duran sıkıntısı yerini öğleden sonra eve dönüp önlüğün çıkarılmasıyla başlayan rahatlama, boşluk ve rehavet duygusuna bırakıyor.
Kaan Müjdeci kamera kullanımı ve oyuncu yönetimiyle gündelik bir gerçekliği çok etkileyici ve zaman zaman da mizahi bir yapıya büründürüp anlatarak seyirciyi görüntünün içine çekip orada tutmayı başarıyor.
Aslan’ın örgü süveterindeki kaçmış ilmikten sızan iplik kadar gerçek duran Sivas, salt Doğan İzci’nin oyunculuğu ve Kaan Müjdeci’nin onun üzerinden yarattığı dünya için bile görülmeye değer.
Sivas’ın bu yılki Venedik Film Festivali’nde ana yarışmada yarışıp Jüri Özel Ödülü aldığını ve çocuk oyuncu Doğaz İzci’nin aynı festivalden Premio Bastio D’Oro En İyi Erkek Oyuncu ödülüyle döndüğünü hatırlatmakta da fayda var. (JB/YY)