Bir eşiğe gelmişiz, dayanmışız: O da devlet kapısı.
Gezi direnişiyle birlikte gelişen siyasetin zamane söylemi önümüzde yeni ufuklar açarken kimi kadim devrimci hakikatlerin de unutulmasına neden oldu. İsyanın kendine içkin evrensel ve zamansız karakterinin devletle kıyasıya kavga olduğu unutuldu, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti ideolojik devlet kimliğinin kendisi yerine kondu. Kuşkusuz bu hükümetin de gelmiş geçmiş tüm hükümetler gibi sıklıkla devlet suretine büründüğü inkar edilemez. Ancak eşitlik, adalet ve özgürlük için başlayan, devrimci karakterli isyanların kalbi bir ideolojik varlık olarak devletin kendisiyle olan kavgada atar. Genç Gezi ve onun göz kamaştıran özgürlükçü dalgası bu ayrımı haiz olmadığı için değil ancak heterojen ve çoklu yapısı nedeniyle AKP'yi karşısındaki ideolojik devlet kimliği olarak konumlandırdı.
Bu elbette Gezi direnişiyle etkileşim içinde olan sol eğilimlerin yeniden biçimlenişinde etkili oldu. Böyle bir etki yeniden ve yeniden şekillenmek, kendine ve başkalarına bakarak ait olduğu orijinal forma iade olmak üzere gerekliydi de. Bu işin teoriye yakın kısmı. Öte yandan, devrimci ideallerin parıltısından feragat etmek istemeyen statükocu sol (sosyal demokrat dememekte ısrar edeceksek, devletçi sol) kendi yansısını gördüğü bu kavrayış hatasını hevesle benimsedi.
Şimdi kimi sol/demokrat çevreler Gezi'nin enerjisini kendisiyle teorik olarak çelişen amaçlar uğrunda sömürmekten de çekinmeyerek, yeni demokratik ittifak ambalajı içinde muhtemel AKP'sizlik anını yeni bir devletlu formüle tercüme etmeye çalışıyor. Bu da o meşhur nakarat: “Oylar bölünmesin.” Düşünün ki bu başkaldırı hareketi bir oya, bireysel siyasi tasarrufu oya, o tasarrufu da kendi tekil çoğunlukçu saplantısına dönüşüyor. AKP'nin “milli irade” önermesinden çok az farkı var. Aynı indirgemecilik, aynı sığlık ve aynı çıkışsızlık. Ancak gelişen olaylar, çoğunlukçuluk zehri taşıyan “Oylar bölünmesin” şarkısını bile eskitti. Zira CHP, cemaat blokuyla eşgüdümlü olarak seçim işleyişinin dışında bir gündem izliyor. İstihbarat savaşlarının üretimi kayıtların peşinde sürükleniyor. Ne için? Devlet krizinin devlete zeval gelmeden çözülmesi için. Öte yandan yeni bir hareketlenme iddialarını tamamen çürütecek şekilde, Kürtlerin özgürleşmesi sorununa ilişkin içe kapalı bir siyaset izliyor. Bununla ilişkili biçimde, hükümetin Öcalan'la görüşmelerini bir kirli ittifak olarak değerlendiriyor.
Tam bu dik açıda, CHP ve devlet ittifakını destekleyenler ve orada kendilerine bir gelecek görenler, irrasyonel bir biçimde Halkların Demokratik Partisi'ni (HDP) Kürt özgürlük hareketiyle ittifakı nedeniyle bir tür düşünsel tacize maruz bırakıyorlar.
Bu taciz “sosyalizm yapılacaksa onu da biz yaparız, sen değil” olarak özetlenebilecek önermeye dayanıyor.
HDP'ye yönelik fiziksel ve düşünsel saldırıların kaynağını, siyaset alanına dayatılan bu yeni ittifak arayışında aramak yanlış olmayacaktır.
Kürt siyasetini Kürdistan'a hapsederken, Türkiye'nin Batısını CHP, sermaye ve yeni devlet ittifakına teslim etmeyi, sosyalistleri de faşist saldırılarla sindirmeyi amaçlıyor.
Velhasıl-ı kelam, özgürlükler, eşitlik ve adalet mücadelesi yerine, iktidara kimin gelebileceği gibi basit bir hesabın önerildiği, devleti halkın hizmetine koşmak yerine, devletin boyunduruğunda yaşamaya devam etmenin salık verildiği, devlet Kürtlerle savaşmaktan yorulup durduğunda yeni bir ilişki kurmayı denemek yerine, Kürt karşıtlığını şahsileştirmeye çağıran yeni bir ittifak... (NZ/HK)