Güncel bağlamında “klostrofobinin”, “klostrofobilerin” kaynağı, modernliğin sanayi devrimine yapışık kompartımanında bir masada geçirilen çılgın bir gecenin “akşamdan kalmalığı” gibi görünebilir insana: Fabrikalar, hapisaneler, tımarhaneler, gemiler, maden ocakları; modern orduları devletlerin ve tünelleri kentlerin…
Endüstriyel mekânsallığı şekillendiren o korkunç üretim ve tüketim döngüsünün gerçekleştiği bütün bu yerler bilincin dünyasına çiçekler açtırmayacaktı kuşkusuz. Ancak uzun süre ruhun karanlıkları değil, soyut aklın üstünlüğü, potansiyelleri tartışıldı. Modernliğin biraz öncesine bakınca, “Regency” döneminin bilinç dışının kusursuz kâbusu olarak Mary Shelley’nin Frankenstein’ının edebî ve düşünsel olarak klostrofobiyi ele alan nadir eserlerden olduğu öne sürülebilir.
Frankenstein en temelde bir ölüme meydan okuma hikayesi olarak hem bir kapanma fantezisi hem de kontrolü ele alıp dışarı çıkma, kapıları açma krizini sembolleştirerek anlatır. Üstelik düşüncenin maskülen karakterinin tartışılmaz ilan edildiği dönemler zincirinde bir kadın tarafından yazılmıştır. Shelley’nin annesi Marry Wollstonecraft’ın, A Vindication of the Rights of Woman: with Strictures on Political and Moral Subjects‘in (1792) (Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi) yazarı Britanyalı büyük düşünür ve yazar olduğunu belirtmekte fayda var.
Klostrofobiler...
Esasen, “Haunted House” temalı “çöp” filmleri ve “hortlaklık” odasına kilitlenmek dolayımı nedeniyle “Zombi” edebiyatını, sinemasını saymazsak kapalı yerde kalma korkusu olarak tarif edilen klostrofobinin hiçbir dönemde düşünsel, sanatsal ve yazınsal olarak hakettiği ilgiyi görmediğini söylemek yanlış olmaz. Şu halde modern klostrofobileri ele almak için psikiyatri dışında bir referansımız varmış gibi görünmüyor.
Klostrofobiler diye tabir ediyorum çünkü gündelik hayatını engelleyecek kadar şiddetli krizler geçiren klostrofobikle çok az karşılaştım. Ancak kısa ve yüzeysel sohbetler ve okuduklarımdan öğrendiğim kadarıyla, kimisi, kapıları ya da içinde bulunduğu ortama giriş çıkışı kontrol edemese bile alanın geniş olması halinde anksiyeteye kapılmıyor, kimisi kapalı hissedecek kadar açık alanda bulunamıyor, kimisi de “havasız kalarak ölmek fikrinden” mülhem klostrofob. Kiminde yerin dibinde olmadığı takdirde “kapalılık” diye bir mefhum yok. Sıradan bireyin “anksiyete bozukluğu” olarak yaşanmayan romantik, entelektüel klostrobik nöbetleri mesele edebilmek içinse hala çok yol katetmek gerekiyor. Tamamen bir spekülasyon olarak Flaubert’in Madame Bovary romanının (1857) Madame Bovary’sini evliliğe hapsedilmiş bir ruh olarak değerlendirmeyi önermek mümkün. Örneğin Žižek tipi bir düşünürün sınıf meselelerine filan biraz ara verip bu konuları çalışmaya başlaması bir yol açabilir. Sıradan metin analisti formasyonu olan kişileri aşan cüretleri haiz düşünürlerin üzerimize kapanan kapılara ışın kılıçlarıyla karşılık vermesinin zamanı geldi de geçiyor.
Uzun lafın kısası, düşüncenin bir disiplin olarak altın çağını yaşadığı Antik dönem ve sonrasında bir ruh hali olarak, ya da ruhsal bir “ârıza” olarak fobiye dair çeşitli, dallanmış, budaklanmış bir literatürün çok sınırlı oluşu modernizm “kafasının” bir sonucu gibi görünüyor. Hatırlanmayan, önemsenmeyen, görmezden gelinen bir detay. Tıpkı gündelik hayatın tepeden tırnağa klostrofobikleri görmezden gelerek örgütlenmiş olması gibi.
Nankörlük etmemek gerekir, egzistansiyalizm modernizmin çoğu ârızasını, giderilmek üzere ifşâ etti ancak ben ve benim gibi bilim tarihinden çok şey bekleyenleri biçare bıraktı. Psikiyatride ise “nevrotik karakter” olarak klostrofobiklerin bir çözümleme nesnesinden öteye geçtiğine dair bir iz yok. Ya da ben mi çok şey bekliyorum hayat mı çok acımasız?
Ruh bilimine meraklı ya da bizzat ruh bilimcisi filozoflar psikanalizi icat edinceye kadar psikiyatri bir tıbbi disiplin olarak; kâh saf fizyolojik, kah marksist, kâh liberal kapıları açan “akıl çağı” amentüsü anahtarını elinde tutan pşişeyi (psychē) (ruh, karakter, oluş) ve psişik olanın kapılarını kilitli tuttu. Şimdi geriye doğru alınması gereken çok yol var.
Kıta Avrupası icadı gözetleme (panoptikon) teknikleri üstüne süveter gibi giydirilen yerli zindan çağında düşün âleminden medet ummak hakkım, elimde sadece düşünmeyi düşünceye, düşünceyi düşünmeye dönüştürme becerim var.
Hülâsa, fobilerin anası klostrofobi ve anksiyeteli nevrotik-klostrofobik karakter örüntülerinin çocukken kontrolcü anne etkisi altında kalmış olma ihtimalinden fazlası üzerine yazmaya düşünmeye, şairin dediği gibi “kurşun eritmeye” davet ediyorum.
______________________
Hamiş. Genelde özel olarak merak edilecek bir yanı olmadığından, çok çetrefil, can sıkıcı klostrofobimin kendine özgü karakterinden kısaca bahsedeyim. Giriş çıkışı kendi kontrolümde olmayan tüm kapalı mekanlarda huzursuz olurum, huzursuzluğum kontrol edilemez aşamaya geldiğinde aşabildiğim tüm kamusal sınırları da aşıp oradan çıkarım. Bir metro vagonu, bir asansör kabini konusunun ne kadar çirkinleşebileceğinden bahsetmeyeceğim bile. Terapiye ve devam eden yıllarda psikanalize başvurdum. İşe yaradı bir ölçüde. İlaçların da kesin ve pürüzsüz bir çözüm olmadığını bilmenizi isterim. İçinizdeki, vahşi bir hayvan gibidir fobik anksiyete, ne zaman saldıracağı belli olmaz. Hep hazırlıklı olmanız gerekir ama aslında hiç hazır değilsinizdir.
(ANZ/AEK)