1873’te Güney Fransa’da bir taşra kasabasında doğan Sidonie Gabrielle Colette, yüzyıl döngülerinden (fin de siécle) birini yakalayan şanslı yazarlardan biridir. Ordudan emekli babası ve renkli bir kişiliğe sahip annesiyle, taşra yaşamının sıkıcılığından uzakta büyür. Muhafazakâr eğilimlerin ağır bastığı 19. yüzyıldan 20. yüzyıl modernitesine geçiş döneminde yaşar ve bu geçişin sosyal, kültürel ve ekonomik hayattaki değişimlerini romancılığına yansıtarak, tarihsel mizojiniyi alt eder.
Döneminin, popüler New Yorklu erkeksi kadın imgesini, bir Fransız yazarı olarak tersine çevirerek; son derece dişil karakterler yaratır. Martinikli siyah bir dedesi olduğu rivayet edilen Colette, ilk eşi olan yazar ve müzik eleştirmeni Henri Gauthier Villars ile evlenerek Paris’e yerleşir ve kocasının adıyla yayımlanan Claudine (1900-05) adlı ilk roman serisini yayımlatır.
Dolandırıcılığıyla nam salan kocasının, Colette’i bir odaya kilitleyerek yazmaya zorladığı söylenir. Çok büyük başarı elde eden Claudine’in ardından Colette, kocasının dejenere yaşamı nedeniyle boşanır ve altı yıl boyunca müzikhollerde şarkıcılık yapar. Moulin Rouge’da oynadığı -Türkçe’ye Mısır Düşü olarak kazandırılan- skeçte göğsünü açtığı için, ufak çapta bir olay yaratır.
O günden sonra skandalların kraliçesi olarak tanınacak olan Colette’in koruyucusu, III. Napolyon’un yeğeni olan ve Madam Missy takma adını kullanan Marquise de Belboeuf’dür. 1944’te umutsuzluktan intihar eden Markiz, Colette’in kadın sevgililerinden biridir. Colette kısa bir süre sonra, çağdaşları Marcel Proust, Paul Valéry, André Gide ve ünlü kadın heykeltıraş Camille Claudel’in şair erkek kardeşi Paul Claudel ile birlikte, yirminci yüzyılın başlarında en beğenilen edebiyatçılar arasındaki yerini alır.
Sanat dünyasının eser sıkıntısı çektiği bir dönemde ise, Proust’un yazdığı Sodom ve Gomora oyunu büyük ilgi çeker. Colette de Proust’a bir hayran mektubu yazarak, ‘eşcinseller üstüne bir çalışmada’ kendisinin de yazmak istediğini belirtir.
Entelektüel kadın dostluğundan aşka
Erkek egemen bir dünyada kadınların yaşadığı aşk acılarını, kadın cinselliğini, fahişeleri ve kadınlararası aşkı anlattığı romanlarıyla Colette; sadece erkekler arasında yaşandığı zannedilen ‘entelektüel kadın dostluğunu ve sevgisini’, modern anlamda ‘lezbiyen cinselliğinin belirleyicisi olan aşka’ dönüştürerek, eski Yunan’dan günümüze taşır.
Ünlü romanı O Zevkler’de anlattığı iki aristokrat ve entelektüel kadının aşkı, Sapho’nun Lesbos adasına kadar uzanır. İtalyan kadın yazar Gabriele d'Annunzzio ve Amerikalı ünlü bir lezbiyen olan Natalie Clifford Barney ile de aşk yaşayan yazar, ileride yaşantısıyla pek çok feminist kadına örnek gösterilir. Otobiyografik olduğu söylenen eserlerini, yaşadıklarını kurgulayarak yazan Colette, kısa öykülerini ve tiyatro oyunlarını yazdığı Le Matin gazetesinin editörü Henri de Jouvenel des Ursins’le 1912’de evlenir. Bu evlilikten Colette de Jouvenel adlı bir kızı olan Colette’in, üvey oğlu Bertrand de Jouvenel’le bir ilişkisi olduğu söylentisi yayılır. Yazar, bu dedikoduya benzer bir hikâyeyi, Cicim -Canikom adıyla da bilinir- (1920) adlı romanında anlatır. Aslında, sadece kendisini aldatan kocasından intikam almak için üvey oğlunu ayartmıştır Colette. Kızının ileride, anne ve babasının kendisiyle ilgilenmediği açıklamalarına rağmen, romanlarında sıklıkla doğa ve anne-kız ilişkisinin gücüne de değinir.
Genç bir erkek ile genç bir kadının, kıskançlık üzerine kurulu hikâyelerini anlatan Dişi Kedi (1933) adlı romanı ise, kadın erkek ilişkisinin dehlizlerini aydınlattığından büyük ilgi görür. 1920’lerde muazzam bir üne kavuşan yazar, yıldızlığının doruğa ulaştığı 30’larda, Belçika Kraliyet Akademisi’ne üye olarak kabul edilir.
Ardından da, Goncourt Akademisi’ne dahil edilen ilk kadın yazar olur. Romanın yanı sıra şiir ve resimle de ilgilenen Colette, ikinci kocasından da boşanır ve 1935’te Musevi bir işadamı olan Maurice Goudaket ile evlenir.
Savaş yılları
Yazar, Birinci Dünya Savaşı sırasında Opéra de Paris’ de balerin olarak çalışır. Almanların, Fransa’yı işgali sırasında saklanmak zorunda kalan ve işsiz kalan kocasıyla mutlu olmaya çalışan Colette, kaval kemiğine saplanan bir broş yüzünden, hayatının son yirmi yılında büyük acılar çeker.
Hiçbir zaman politik bir devrimci ve feminist olarak kabul edilmese de kendini, son anısını yazdığı Blue Lantern’de (Mavi Fener) ‘erotik bir militan’ olarak tanımlar. Militanlığı, yaşamda sanat biçimini alan yazar; tutkunun normatif standartlarına ve bedensel egemenliğin içindeki tüm duygusallığa karşı durur.
Edebiyat dünyasında çelişkili karakteriyle de tanınan Colette, İkinci Dünya Savaşı sırasında Vichy rejimiyle işbirliği yapar, lezbiyen ilişkilerini saklamaz ve bu sayede, tüm Yahudi arkadaşlarını ve kocasını savaş boyunca korur.
1944’te ünlü romanı Gigi’yi yayımlayan yazar, zengin ve kültürlü bir adamın keşfettiği Parisli koket bir genç kızın öyküsüyle, 72 yaşında büyük bir başarı elde eder. Filme çekilen romanın, Broadway’de müzikali yapılır. 1953’te Onur Madalya’sına layık görülen Colette, bir yıl sonra Paris’te ölür.
Kilisenin dini tören yapmayı reddettiği yazar için, görkemli bir devlet töreni düzenlenir. Kocası Goudeket, 1957’de Colette’le ilgili Colette’e Yakın Olmak: Kadın Bir Dahinin Mahrem Portresi adlı bir kitap yazar.
1983'te ise, Judith Thurman tarafından yazılan ve biyografi dalında Ulusal Kitap Ödülü'nü kazanan Bedenin Sırları adlı kitapla, bir nevi iade-i itibar gören Colette; skandallar kraliçesi bir taşralı genç kız olarak yola çıktığı edebiyat dünyasında, modern zaman kadınlarının aşk ve cinsellikle ilgili sorunlarına ışık tutacak bir anlatılar dizisini, edebiyata kazandırır.
Modern kadının öncüsü
İlk romanlarından itibaren, “Gerçek umudumu nasıl özgür bırakırım?” sorusunu sorar Colette. Arzunun peşinden giden ve bedenine boyun eğen bir kadınla, ondan kaçmak isterken ‘bu inatçı canavar’ dediği kadının verdiği keyiflerden kurtulamayan bir diğer kadını anlatır. Bu, arzu ve erdem arasında ikiye bölünmüş kadın bedeni Colette için, genellikle kadının üstünlük sağlayacağı, bir keyif unsuruna dönüşür romanlarında. İncil’den referanslarla dolu olan anlatımıyla, kadın cinselliğini ve bedeni yeniden kutsar. Saflık ve ahlak dışılık, Colette’de Hıristiyan değerleriyle birlikte yer alır, ancak bu kavramları kendi pagan terminolojisine göre yorumlar.
Saflık kelimesinin anlamını bilmediğini yazar bir yazısında ve “bana göre saflık, saklanmayandır” der. Romanlarına konu olan dönem kadınları; çalışarak kendi geçimlerini sağlayan, bazen restoranlarda tek başına yemek yiyen ve kız kıza içki içen, para işlerinden anlayan terzi kızlar ve müzikhol yıldızlarıdır.
Burjuva dünyasının dışında, kendinden bir parça bulduğu modern dünyanın ‘emekçi, yoksul ve acılı kadınıdır’ karakterleri. Burjuva kadınlarının kıstırılmış bohem hayatlarının ötesinde; gerçek özgürlükleri, cesaretleri ve tuhaflıklarıyla maddi bağımsızlık için mücadele veren kadınları anlatır.
Fitzgerald’dan, Jean Genet ve ünlü feminist kuramcı Julia Kristeva'ya kadar birçok yazarı büyüleyen Colette; on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyılın modern dünyasına bir köprü niteliği taşıyan romanlarıyla, yirmi birinci yüzyılın çağdaş romancıları içinde esin kaynağı olmaya devam ediyor.(YK/EÜ)