Ergin Öncü 18 aydır tutuklu. Yarın Beşiktaş Adliyesi'nde, yani özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde duruşması var. Ergin Öncü "Devrimci Karargah" davasında içeride unutulan, sanık olmayan sanıklardan biri. Kamu oyunun dikkatinin aralarında gazeteci Aylin Duruoğlu da olduğu için gazeteci dayanışmasıyla üzerine çekilebildiği, haksız ve mesnetsiz tutuklamalarla dolu ilk "Devrimci Karargah" operasyonu sırasında ötekilerle birlikte ceza evine kondu.
Ergin Öncü ile birlikte 27 Nisan 2009'da hapsedilenlerden Aylin Duruoğlu, Mehmet Yeşiltepe, Ceren Sütlaş, Sevim Öztürk, Nail Arıkan, Abdülselam Sultan, Muhammet Çetin, Süleyman Gürkan Anıl, İbrahim Şimşek ve Metin Akdemir 10 ay süren tutukluluğun ardından 23 Şubat 2010'da serbest bırakılmışlardı.
Ergin Öncü ve olaylar sırasında yurt dışında iken, arandığını öğrenerek dönüp teslim olan kaptan Necdet Öztürk ise hala hapisteler...
Ergin de tıpkı diğerleri gibi üyesi olmadığı, görüşlerini savunmadığı, öldürülen lideri Orhan Yılmazkaya ile bir alışverişi olmadığı halde "Devrimci Karargah"ın toplumda yarattığı "infial" gerekçesiyle tutuklandı. Aleyhinde kanıt diye mahkemeye taşınan hiçbir şeyin kanıt olmadığı, kanıt değeri taşımadığı açıkça ortaya konmasına karşın hala hapiste. Ergin ve kız kardeşi günlerdir aylardır, onun karşı karşıya kaldığı haksızlık ve adaletsizlikleri anlatmaya, kamu oyununun duyarlık ve farkındalığını artırmaya çabalıyorlar.
"Devrimci Karargah" paradoksu
Ergin Öncü, şiddet eylemleriyle bağlantısı bulunmayan sosyalistlerin kriminalize edilerek etkisizleştirilmesi amacıyla sürdürülen hukuksuz "Devrimci Karargah" davasında hedef alınanlardan biri.
Sürece yakından bakınca Ergin Öncü'nün ve başkalarının bu şekilde hedef alınmasının bir paradoks olduğunu görmek mümkün: Onlar, "Devrimci Karargah" örgütüyle ilintili oldukları için değil olmadıkları için, tutuklanıyor ve hapsediliyorlar.
Bu tutuklamalar, terörle mücadele birimlerinin, "Devrimci Karargah" örgütünü izlemek, sorumlularını yakalamak konusundaki başarısızlıklarını bir tür "başarı"ya dönüştürme ihtirasını yansıtıyor. Bu çerçevede belli aralıklarla, örgütle ilişkisi olmadığını en iyi kendilerinin bildikleri, ancak, yürüttükleri soruşturma sırasında ayaklarına takılan, akıllarını meşgul eden, şu ya da bu şekilde politik saiklerle varlıklarından rahatsız oldukları kişileri soruşturma kapsamına alıyor ve haklarında fezleke düzenliyorlar. Soruşturma dosyası hakkında mahkemenin verdiği "gizlilik" kararı da suçlananların haklarındaki iddia ve delillere ulaşmalarını, kendilerini dosya içeriğine dayanarak savunmalarını neredeyse imkansız hale getiriyor. Böylece, adliyenin olağan yavaşlığına, "terörle mücadele" hassasiyeti de eklendiğinde uzayan tutukluluk süreleri, dava bittiğinde beraat edecek de olsalar "sanıklar"ın hiçbir suç işlemedikleri halde üzerlerine atılan suç için TCY'nin öngördüğü süre kadar hapiste kalmalarıyla sonuçlanıyor.
Örgüt olmayan örgüt, sanık olmayan sanık
"Devrimci Karargah" davasında tutuklananların çok büyük bir çoğunluğunun bu örgütün üyesi olmadıklarının en açık kanıtı bu insanların hep bir arada bir örgüte mensup olmalarını imkansız kılan sosyal ve politik varlık ve kimlikleri: Gözünüzün önüne getirin: Solcu bir gümrük muhafaza memuru Ergin Öncü, liberal bir yaygın medya yöneticisi Aylin Duruoğlu, dinci ve sağcı bir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, gemi kaptanı Necdet Öztürk. Hayatları boyunca hiçbir sosyal ve politik alışverişleri olmamış bu insanlar, hep bir araya gelmişler ve "Devrimci Karargah" diye bir örgüte çalışmaya başlamışlar... Bu faraziyenin, İstanbul Emniyeti'nin polis araçları üzerine yazdırdığı sloganın -"Adalete Hizmet"- gerçekleştirilmesinin önündeki başlıca engel olduğunu söylesek başımız ağrımaz.
Diyelim ki, "Terörle Mücadele" şubesi bu tür fantezilere meraklı. Peki, mahkemeler niye var? Yargıçlar, iddiaya da savunmaya da eşit mesafede durmakla yükümlü değil mi? Eğer bir Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi reisi ve üyeleri, dosyayı ellerine alır almaz ve "sanıklar"la karşılaşır karşılaşmaz, bu birbirlerine hiçbir bakımdan benzemez insanların aynı örgüte mensup olup olamayacaklarını idrak edemiyorlarsa, karşılarına getirilen bütün "deliller" çürütüldüğü halde sanıkların "hürriyetini tahdit" etmekte ısrar ediyorlarsa, devlet tarafından zimmetlenmiş bir beylik silahın sahibi Gümrük Muhafaza memuruna "ruhsatsız silah bulundurmak" suçlaması yönelten bir savcının iddiasına itibar edebiliyorlarsa, sorunun büyüğü burada yatıyor demektir!
Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri, "özel" yetkilerini, "suç"un ortaya çıkarılması kadar, suçsuz olanların aklanması için de kullanmayacaklarsa, her bir bireyin özgürlüğünün teminatı olmayacaklarsa, "adalet" polis merkezlerinde dağıtılıyorsa, özel yetkiye ne gerek var! Yoksa "özel yetki" bu mu, sanığın haklarını ve kolluğun hak ihlallerini ihmal ve görmezden gelme yetkisi mi?
Ergin Öncü'nün ve Necdet Öztürk'ün yarınki duruşmada serbest bırakılmaması, sadece onlara karşı yapılmış bir haksızlığın sürmesi olmakla kalmayacak. Bu aynı zamanda, hukuk ve insan hakları savunucularının Türkiye'de adalet ve hakkın egemen kılınması çabalarının yetersizliğinin, bu düşük adalet standartları içinde yaşamaya aldırış etmezliğimizin, bütün afra tafralara karşın "her koyun kendi bacağından asılır" ilkesinin, "ya hep beraber ya hiçbirimiz" ilkesine üstün gelmesine çaresizlikle boyun eğmekte olduğumuzun da göstergesi olacak.
Bu haksız tutuklamaların son bulduğunu göreceğimizi umarak, yarın Beşiktaş Adliyesi'nin önünde olacağız....(EK)