Kardeşim Ergin Öncü gümrük muhafaza memuru, 27 Nisan 2009'da "Devrimci Karargah Operasyonu" ile gözaltına alındı. Basına servis edilen haberlerde "örgüt teorisyeni" olarak lanse edildi.
Hayatı boyunca bir kez dahi gözaltına alınmamış olan kardeşim o sabah adını ilk defa duyduğu bir örgütün teorisyeni ilan edildi. Birlikte gözaltına alındıklarından sadece Fatih Aydın'ı, ailesinin çalıştırdığı internetcafe'den dolayı tanıyordu. Diğer kişileri ise hayatı boyunca ilk defa görüyordu.
Bostancı'daki operasyonda öldürülen Orhan Yılmazkaya'yı hayatı boyunca hiç görmemişti.
Polis 27 Nisan sabahı kardeşim Ergin Öncü'yü diğer kardeşimizin evinden almaya gelince ablasından evde olmadığını, gümrük muhafaza memuru olduğunu ve çalıştığı yeri öğrenip Salıpazarına doğru yola çıkıyor. Ablası Ergin'i arayıp polisin geldiğini ve onu sorduğunu söylüyor. Bu arada "örgüt kurmuş" bir "teorisyen" kaçmak yerine, iş yerinde polisleri bekliyor. Ne gariptir ki polis o kadar sıkı takip edip, incelemeler yaptığı "örgütün teorisyeni, üyesi" Ergin Öncü'nün gümrük muhafaza memuru olduğunu ve nerede çalıştığını ablasından öğreniyordu.
Ergin Öncü alındıktan sonra ilk sorulan "Orhan Yılmazkaya ile bir kahvede tavla oynadıkları" oluyor. Ergin ısrarla adını söyledikleri şahsı tanımadığını ve fotoğrafların gösterilmesini istiyor. Fotoğrafları getirenler de fotoğraftaki kişinin kardeşim olmadığını anlayınca apar topar kaldırıyorlar fotoğrafları.
"Toplumda uyandırılan infial" nedeniyle ve "kaçma şüphesi olduğundan" gerekçesiyle tutuklanıyor. Kardeşim gümrük muhafaza memuru olduğu, birçok soruşturmadan sonra işe alındığı ve kurumu tarafından silah verilen bir devlet memuru olduğu, ablasının "polislerin eve geldiğini, onu aradıklarını" söylediği halde, bir yere kaçmadan işyerinde polislerin gelmesini beklediği halde kardeşimin , "kaçacağını" düşünmek hangi akla sığar.
Kardeşim tutuklandıktan 3 ay sonra, yani Haziran 2009'da ifadesi alınan Timur Aşık adındaki kişi ne hikmetse Orhan Yılmazkaya'nın evinden çıkan kimlik fotokopisini sadece ama sadece "gümrük kartını çıkarmak için Karaköy'deki Gümrük Müdürlüğüne verdiğini" söylüyor. Oysa gümrük müdürlüğünden gelen yazı ile, kişinin bu iddialardan 10 ay sonra yani Şubat 2010'da -kardeşim cezaevindeyken- başvuru yaptığı, kimlik fotokopisi değil nüfus cüzdan sureti vererek başvuru yaptığı, gümrük müdürlüğünden gelen yazıyla sabit hale geliyor.
İddianameyi hazırlayanlar dosyada bulunan onlarca sahte kimlikten sadece birinin sözde gümrüğe verildiğinden, yani bir kimlik fotokopisinden yola çıkarak bunu örgüte kardeşim Ergin Öncü'nün sağladığı kanaatine varıyor.Bu arada gümrük muhafaza memurlarının kayıt işlemleriyle alakasının olmadığını Gümrük Müdürlüğünden gelen yazısıyla anlaşılıyor.
Ama kardeşim Ergin Öncü 18 aydır tutuklu.
Bir sabah iş yerinden alınıp, adını bilmediği bir örgütün üyesi yapılarak hayatı altüst edilen Ergin Öncü'yü 18 aydır, "toplumda infial uyandıran operasyon" bahanesiyle tutuklayanlar, suçsuz yere 18 aydır tutulan Ergin Öncü'nün yaşadığı infiali görmezden geliyor.
Aleyhinde kullanılan deliller yine devletin kendi kurumlarınca verilen belgelerle çürütülmesine rağmen, devletin kardeşime verdiği resmi silah ve mermileri "örgütün silahı" gibi göstermek hangi amaca hizmet eder.
Kardeşimin hayatı 27 nisan 2009 sabahı alt-üst edildi. Şu an meslekden çıkarılması için açılan davanın yanı sıra, onca emekle aldığı evini de satmak zorunda kaldı... Soruyorum şimdi; "toplumda uyanan infal" gerekçesiyle kardeşimin uğradığı, uğradığımız haksızlığın sonucunda bizlerde devlete, hukuka, sisteme karşı uyandırılan bu infialin karşılığı ne olacak?
Haksız yere tutuklandıktan sonra kendisine karşı duruma uygun sözde “delil” üretilen, ancak bu deliller resmi makamlarca dosyaya gönderilen yazılarla çürütüldüğü, ortada bir “suç” olmadığı anlaşıldığı halde kardeşim Ergin Öncü 18 aydır tutuklu.
Ailesi olarak mağduriyetimizin giderilmesini ve bu hususta toplumsal duyarlılık göstermenizi bekliyoruz. (SÖ/EK)