Bugünkü anlamıyla feminist hareketin Batı’da şekillenmesi Aydınlanmayla başlar. Aydınlanma insanı gelenek köleliğinden kurtararak ona özgürlük getirmeyi hedeflemiş, Kant bunu “insanın kendi mantıklı doğasından ötürü özgürce gerçekleştirebileceği ereklerin tümü” olarak tanımlamıştır.
Bu tanımla anlatılan entelektüel insan kültürü ve/veya insanlığın ortak kültürüdür.
Ancak hemen sonrası insanlığın evrensel kültürü, Batılı erkeğin icat ettiği kültür ile çatışmış, sonuçta Batı’lı erkek büyük keşif: sömürgecilik ve onu yarattığı zenginlikle kendini taçlanmıştır.
Aslında Batı’lı erkek tüm insanlığa meydan okuyarak, yarattığı “modernlik algısıyla” ötekine baskı, yok sayma ve sömürü getirmiştir.
Ancak “bir tür sanayileşme olarak adlandıracağımız modernleşme” sırf Batı’ya özgü değildir.
Batı’da ortaya çıkması Doğu’daki toprağın emperyal paylaşımı ve insan ruhunun terbiye edilmesiyle mümkün olmuştur.
Çünkü modernleşme tahayyülü; toplum-devlet, aile-toplum, özel-kamusal gibi alanları çelişkili şekillerde ilgilemiş, ihtiyaten her şeyi ve herkesi küçük aile kurumuna dönüştürmeyi hedeflemiştir.
Aile; sevgi ve aşk gibi manevi ihtiyaçların karşılandığı bir alan olması beklenirken, bireyselliğin ön planda tutulduğu çıkarın, çatışmanın, şiddettin ve gücün yaşandığı bir yapıya bürünmüştür.
Modernleşme ise birbirine bilediği farklı erkek için benzer kadın tanımı yaptırmıştır. Bu tanımın asıl amacı kadını erkeğe bağımlı kıl! olarak adlandırılırken, anahtar kelime "para"dır.
Aslında bu durum kadını erkeğin niyeti ve tıynetine (kötü yaratılış=kötü oluş) terk etmiştir, erkek nerdeyse iyiliği ve kötülüğü oranında kadına bakar hale gelmiştir.
Çünkü aile düzeninde bütün ilişkiler erkeğin mutluluğu üzerinedir, erkek çalışan ve çalışkandır.
Kadın ise anne’dir ve elbette romantik aşkın simgesidir.
Özel-kamusal ayırımı bu çercevede problemlidir.
Özellikle ev erkek için yeryüzü cennetidir.
Kadın ise mecburiyetten evdedir.
Kamusal alan ise özel ilgilendiren meselelere uzak, kadına kapalı bir yerdir.
Ancak temel politika konusunda kamu her iki cinse eşit mesafededir, bu da erkeğin kamusal mutluluğudur.
Yani kamu tarafsızlık ilkesi için kadına apolitiktir.
Sonuçta; erkek zaten erk’in kendisidir.
Aslında her iki sınıfa ait kadında karşılıksız emeğin, sözde sevgi ve aşkın değersiz fedaisidir. Bu minvalde; yoksul kadın ucuz iş gücü olarak sömürülürken, romantik aşkın simgesi üst kadın temiz ve saftır.
Feminist hareketin özel ve kamusal alana cinsiyeti politik bir mesele olarak sokmak bu yüzdendir. Oryantalizimin tanımı ise burada aranmalıdır.
Feminizm; cinsiyetsizlik iddiasının bir cinsiyet politikası olduğunu, devletin cinsiyet körü yapısının ulus-devletle birlikte erkeğe dönüştüğünü belirtir.
Bu minvalde, ki konumuz da gereği, Oryantalizm Batı’yı bilimin ve aklın, Doğu’yu gizemin ve erotizmin temsilcisi olarak görünür.
Ancak bugün nerenin Doğu nerenin Batı olduğuna dair ciddi kuşkular da güçlüdür.
Genellikle herkes doğusuna dönerek, yani Batı’dan Doğu’ya doğru konuşarak birbirini Doğu saymaktadır.
İkisi de kendi uydurduğu gizeme merak salarak ötekini hadım/adam etmek isterken, tüm kadınları kim zaman anne, kimi zaman orta kadını olarak görmesi bu yüzdendir.
Örneğin Batı Doğu’yu gizemli, mistik, cinsellik çağrıştıran topraklar olarak tarif ederken, Doğu’da Batı’yı ahlaksızlığın kalesi olarak görmesi tüm tartışmaları kadın üzerinden yapıldığının kanıtıdır.
Tüm feminist hareketlere eleştirilde bu noktadan sonra gelmiştir.
Bütün bu zorunluluklar erkek egemenliği ve kadın ezilmişliği olgularının farklılıklar üzerinden değerlendirilmesi zorunluluğunu getirmiştir.
Farklılıklalar üzerinden yapılan değerlendirmelere eleştiriler olmuş, ötekini fark etmek ve onun sesine kulak vermenin patriyarkiyi daha da kökleştirdiği söylenmiştir.
Batılı feministlerin ayrıcalıklı konumları nedeniyle gelişmekte olan ülkelerin kadın hareketine uzak durdukları, gelişmekte olan ülkelerdeki kadınların da Batılı kadınların taleplerini ciddiye almadığı, kültür emperyalizmi korkusuyla öteki kültürü eleştirmek ve çözümlemekten kaçındığını belirtilmiştir.
Doğu’da feminist hareket ulusal kurtuluş mücadelelerinde hem önder hem taraftar olarak katılmış, oynadığı rolle hane içi rol arasında bir benzerlik olmuştur.
Yine de bu karmaşa içinde yaratılan erkeğin hakimiyeti, kadının yardımcılığı söylemidir. Batı’lı kadın çok daha önce evin dışına çıkarak, aileyi, çocuk doğurmayı, evliliği sorgulamış, anneliğin bir kader olup olmadığını tartışmıştır.
Halbuki yoksulların yarattığı kadın hareketi aileyi güçlendirmeyi hedeflemiştir.
İslam ülkelerinde varolan kadın hareketi ise kendi kültür ve dinlerinin bir gereği olarak baş örtüsüne ve çok eşliliğe saygı gösterilmesini istemiş ve temel argümanlarını dini referans göstererek yapmışlardır.
Sonuç olarak feminizm dünyanın pek çok yerinde eşit hak talebi ile ortaya çıkmış, ancak kimi zaman kadın ulusun ve milletin simgesi olarak görülmüş, kurtuluş ve kimlik mücadeleleri bunun üzerinden yürütülmüştür.
Kadınlar ise politikalarını cinsel kimlik söyleminden arındırarak, ulusal ve toplumsal kurtuluş hareketi üzerine mevcudiyetlerini sergilemişlerdir.
Ülkelerin dinsel, etnik yada bölgesel cemaatlerin politikaları içerisinde şekillenen ve kimlik politikası ile desteklenen politikalar, kadınlara toplum içerisinde görünürlük ve aktiflik kazanmıştır.
Kimlik politikalarının yeniden üretildiği yerlerde ise kadın ve aile ön plana çıkartılarak politika bunun üzerinden yapılmaktadır. (PT/EZÖ)