Ekolojik kriz karşısında yaşamını değiştirmeye çalışan kadını öncelikli olarak sağlıklı gıdaya ulaşmak ilgilendiriyor. Yakınları ve çocuklarını sağlıklı besleme kaygısı onları başka meceralara sürükleyebiliyor. Kendim de yaklaşık 20 yıl önce benzeri bir duyarlılıkla yola çıkmıştım. Sevindirici olan bugün kadınların kendi aralarında dayanışma grupları oluşturması...Siyanürlü altın madenlerinden, Nükleer Santral projelerine ve HES’lere karşı hep en önde yürüyen köylü kadınlarımız da az değil. Hele hele tohumun kendi içindeki kendini var etme bilgeliğiyle son yıllarda düzenlenen Tohum Takas Şenlikleri’nin neredeyse hepsinde kadının payı %80 den fazla. Kadın ve Doğa kapsamında bu akışı belgelemek ve kayda geçirmek gerektiğine inanıyorum.
2013 Mayıs'ında yükselen Gezi Hareketi’nde ise kadın başlı başına ele alınması gerekiyor. Ancak şunu belirtmeden geçmemek lazım: Kadın bu harekette olmazsa olmazdan ötedeydi. Kadın kamusal ve toplumsal alanda varlığını özgürlük ve dayanışma ağını genişletti. Forumlarda% 50 kadın sesi duyar olduk. Genç kadınlar bedenlerinin yalnızca kendi tasarrufunda olduğunun daha çok farkına vardı.
Ekolojik ve onun sonucu olarak yaratılan toplumsal ve ekonomik krizde nasıl ayakta kalacağına kafa yoran orta sınıf kadın katılacağı ekolojik beceri edinme kurslarda kreş talebinde bulunmaya başladı. Elbette ki çocukların bu tür eğitimlerin parçası olması çok güzel olabilirdi. Ne var ki çocuğa kreş arayan da, eğitim alma çabasında olan da aynı kadındı. Kreş konusunu da kadın kadına çözmek gerekiyordu. Çocuk yalnız kadının sorumluluğunda gibi... Eko kadın patriarkal değerlerin çarkında bu denli hapsolursa dünüşümün parşası olayı yine kızkardeşlerine dayanarak yapabilecekti.
Anladığım kadarıyla Slow Food hareketinde yer alan kadınlar mutfaklarına sahip çıkarak sağlıklı beslenen, sağlıklı nesiller yetiştirme bilinciyle hareket ediyor. Kırsal kesimde Slow Food Konviviumları'na giden ve gıda üzerine iş kurmuş güçlü kadılar da tanıdım. Artık kadın tarlasına, tohumuna, bütçesine, hatta uluslararası seyahat özgürlüğüne sahip çıkıp yaptıklarını paylaşacak diye sevinç duydum. Umarım bunların sayısı günden güne artar. Bunlar ki işi mutfağın ütesine taşımış olanlar. Yoksa kadın gıdasına sahip çıkmak iöin mutfağına dönsün dersek kadını geri götürmiş oluruz. Bizden öncekiler var olan özgürlüklerimizi kadını mutfakta dört duvar arasından kurtulmasını savunagelerek kazanıp bize armağan etmediler mi?
Tarihsel olarak eşitsizliğin belirmesinden bu yana kadınlar, yakacak odun toplama, tohum koruma, yenebilir bitkiler toplamaı ve evcil hayvanları beslenme gibi işleri yapageldiler. Hatta Bangladeş ve Hindistan gibi ülkelerde evin gıda ihtiyacı %70–80'ini kadınların karşıladığı belirtilmektedir. Fakat kadınlar toprağı işleyecek hayvan almak için mikro kredi çarkının içine düşerken tarla ve öküz hakkında yine erkek karar vermekteyse sonuçta pek bir şey değişmiyor. Hatta kadının mikro kredi alarak kazandığını gidip savuran birçok erkek olduğu için bu kredilerde fiyasko payı da dikkate alınmaktadır. Böylece kapitalizmin reformlarını destekleyen bilinçsiz kadın yine patriarkiye hizmet ediyor konumunda olacaktır.
Kentli ya da kırsal kesime ekolojik yaşam için giden kadın eğer endüstriyel yaşam biçiminden kurtulup tüketmek yerine üretmeyi seçiyorsa toprağa dayalı işlerle boğuşmak zorundadır. Bu işler ki neredeyse günde 6- 8 saat çalışmanızı gerektirir. Halihazırda kentte yaşamama rağmen ekolojik olarak kendi tasarladığım küçük sayılabilecek bahçemden çıkan her türlü şeyi değerlendirmeyi ve ürün fazlamı dostlarla paylaşmayı seven biri olarak bunu çok iyi biliyorum. Sebzesinden, şifalı otuna, konservesinden tohum korumaya kadar uzanan işler oldukça zaman alıcıdır. Ev ve ofis temizliği gibi işlerde bir başka kadını kullanmayı reddediyor ve üstüne üstlük ekolojik ayak izinizi de azaltma yolundaysanız neredeyse tam zamanlı işçisiniz demektir. Evet, işler belki zevklidir. Fakat her zevkli iş sürekli aynı kişi tarafından yapılıyorsa monotonluk oluşur. Aklınız kamusal alanda olsa da yapmak istediklerinizi sürekli ertelemeniz gerekir. Yaptıklarınız bir gün hakim kültüre kafa tutup sizin yanınızda olduğunu düşündüğünüz erkek tarafından değersiz görülebilirsiniz. Çünkü var olan patriarkal kapitalist sistemde çabalarınızın karşılığı ölçülemez. Rakamlarla ifade edilemez. Şunu sürekli akılda tutmalıyız; hiçbir hakim kültürün elemanı kendine tanınan ayrıcalıktan kolay kolay vazgeçmez. Ancak biz kendimizi ifade etmekte israrcı olmalıyız. Yapılan filimlerde yardımcı oyuncu değil işin aktörü, senaryoyu yazan ve hatta yöneten olmayı amaçlamalıyız. Gözle görülme ve var olan değerler sistemini değiştirme ancak bu şekilde olabilir.
Kadın ve doğa aynı kapitalist patriarkal sistem tarafından baskı altına alınmaktadır. Bu sistem erkek egemen olduğu kadar insan merkezli, militarist, sınıfsal ve hakim kültürü destekler. Çabalarımızla değer sistemlerini değiştirmeye çalışırken evrende her şeyin kozmik bir bütünlük içinde olduğunu da bilerek hareket etmeliyiz. Başka ülkelerin başka gezegenlerin kadınlarının yaptıkları bize esin kaynağı olurken bizim yaptıklarımız da onlara başka bir rüzgar estirmeli...
Ancak bunların hepsi erkek (ya da başka cinsler) üzerinde kendi varlığımızı üstün görerek kısacası bir başka erk yaratmak iöin olmamalı. O zaman eşitlikçi topluma nasıl ulaşırız... Karar mekanizmalarında söz sahibi olmaya çalışırken; sağlıklı gıdaya erişmeyi, gıdanın demokratikleştirilmesi sürecini bir bütün olarak dikkate amlak gerekir. Besini işlerken oluşan iş bölümü, toprağa ekilen tohumdan, toprağın nasıl ve kimler tarafindan işlendiğine, onların patronla ve kendi aralarındaki ilişkiler'ne ve besinimizi hangi yolla kimin tarafindan masaya getirdiğine kadar herşey bir bütünlük taşıyor.ve hatta topraksızların toprağına kavuşması bir bütünlük taşır. Latin Amerikalı çiftçi örgütü La Via Campesina'daki kadınlar gibi demokratik agro-ekolojik dönüşüm mesajları d]nyaya yayarken cins konusunu da göz önüne sermek gerekir. Çünkü gıdanın demokratikleşmesi toplumsal cinsel ve toplumsal iş bölümünden ayrı tutulamaz.
Umarım Türkiye’de hem feminist hem de ekolojist kadınların sayısı günden güne artar ve Türkiye de bir ekofeminist hareket filizlenir. Zamanla da kültürel ekofeministler ve esensialisgiye düşmez. Çünkü bu tam da uğraştığımız özgürlük alanlarımızı genişletmeyecek bir duruştur. Kadın doğası gereği doğaya daha yakındır saçmalıkları bizi ancak biyolojik determinizmin kucağına atar. Eko merkezcilik, tanrıça kutsallığı ve anaerkillik ise ekolojik ve toplumsal krizi bir bütün olarak değil, yalnızca belli pencerelerden göstererek resmin bütünlüğünü kaçırmak demektir. Her şey toplumsal olarak şekillenir--iş bölümü de ekonomik değerler de... Feministlerin dünyayı değiştiren evrensel şiarı Kişisel Olan Politiktir (Personal is Political) sözünün yalnızca kadın-erkek gibi dualist mantıkla değil tüm cinsler için de dünyamızı değiştiren en önemli sloganlardan biri olduğunu anımsamalıyız. 21. Yüzyılın birçok alanda olduğu gibi bu konuda bir aydınlanma çağı olacağına inanıyorum. Öyleyse ne mutfak, ne de erkeklerin yönetiminde ekolojik çiftlik. Ne de ekoköylerde aksesuar olmak! Sonra İsrail’deki Kibutz ekoköyündeki kadın rolüne düşülebiliriz. 1990 dan sonra Kibutz'a gidip gelenler Kibutz kadınlarının çamaşır yıkayan, çocuk büyüten, 'mutfağına sahip çıkan' sıradan bir kadın haline geldiğini belirtmesi üzücü değil midir? Kazanımların bir de böylesi bir ekomerkezcilikle elimizden kayıp gitmesi söz konusu Öyleyse, hakim patriarkal kapitalist endüstriyalist sistemde devrimin parçası olurken hep uyanık kalmak niyetiyle özgür eko kadın hareketine (ekofeminizme) merhaba! (ED/ÇT)
* Kadın ve Ekoloji (ekofeminizm) konusunda 20 yıldır çeşitli ülkelerde gözlem yapıyor ve 4 yıldır da Türkiye de ekolojik eğitimler veriyor. 2010’da içinde kendi ve dünya çapında radikal feminist hareketin liderlerinin de yazıları bulunan Kadınlar Ekolojik Dönüşümde adlı derleme bir kitabı Yeni İnsan Yayınevi’nden yayınlandı.