Kemal Kılıçdaroğlu Bülent Ecevit'in dördüncü ölüm yıldönümü için düzenlenen anma töreninde hazır bulunanlara "Yoldaşlarım" diye seslenince "salonun yıkıldığı"nı yazdı gazeteler...
Türkiye'de kapitalizme karşı bir devrimle ilgilenenlerin, genel başkanının "devrimcilerin adresi" olarak gösterdiği, üyelerine "yoldaşlarım" diye seslendiği bir partiyle ilgilenmeyeceklerini düşünmek abes olur.
Kılıçdaroğlu'nun ima ettiği umut
Kılıçdaroğlu'nun Genel Başkanlığı'yla birlikte CHP'de ortaya çıkan çalkantı ve değişikliklerin toplumsal kökleri var. Olanları, bir jestler toplamına, yaklaşan seçimlere yönelik manevralara indirgemek görüneni bile açıklamaya yetmez. Bu devlet partisinde süre giden çatışmaları anlamak açısından da, yüzlerini ona dönen kitlelerin bu değişimi anlamlandırışlarını çözümlemek açısından da bir yarar sağlamaz.
Deniz Baykal CHP'nin başından bir video-komplo ile uzaklaşmasa, Kılıçdaroğlu, Genel Başkanlığa belki hiçbir zaman yükselemeyecekti. Ama, asıl büyük soru, bu komplonun ardındakilerin kimler olduğu değil, çaresiz, yoksul, korunaksız, kaygılı ve öfkeli milyonlarca kadın ve erkeğin, neden Kılıçdaroğlu'nun arkasına yığılmaya başladığı. Baykal döneminde CHP'ye yığılmış ırkçı "beyaz Türkler"in giderek Kılıçdaroğlu'nun karşısında neden konumlandığı.
Elbette bunda Kılıçdaroğlu'nun karmakarışık söylemi içinden, muhataplarının seçerek algıladıkları mesajların payı çok; ama toplumsal statüsü, etnik ve sınıfsal kökeni, siyasal geçmişi ve hayattaki duruşunun önemi daha az değil. CHP'nin Genel Başkanı olduğu Kongre'yi izleyen Selim Evren, Kılıçdaroğlu'yla solun farklı eğilimleri ve bu eğilimlerin arkasındaki insanlar arasındaki rezonansı bianet.org'da şöyle tasvir ediyordu:
"Kılıçdaroğlu [...] Bildiğimiz düz, samimiyetini tartışamayacağımız bir sol Kemalist popülisttir. [...] Sol Kemalist babaların sosyalist çocuklarıdır sosyalist nüfusun ekseriyeti. Ben mesela, yoksul bir Karadeniz köylüsünün, fakat tıpkısının aynısı bir Kılıçdaroğlu'nun oğluyum. Bir başka arkadaşım, Niğdeli görece daha iyi halli bir öğretmenin, bir başka Kılıçdaroğlu'nun oğlu. Bir başkası, Artvinli, yoksul ayaklarla liseye Erzurum'a yürüyen, sonra da orta halli bürokrat olan bir başka Kılıçdaroğlu'nun kızı..."
Evren'in Kongreden aktardığı şu gözlemler de Baykal'ın yerini Kılıçdaroğlu alırken neden "devlet güvenliği" retoriğinin yerini "devrimcilik"e bırakmakta olduğuna da ışık tutabilir.
"'Devrimci Kemal' sloganları sadece AKP'ye karşı değil, artık AKP'nin de kurucu ortağı olduğu yeni sermaye egemenliğine, askeri de onun parçası sayarak atılmıştır. Gördüm ve duydum, sordum ve [...] şu cevabı aldım: 'Paşalar çocuklarımızdan kendilerine ücretsiz şoför yapmaktan başka bir şey bilmezler, bizim çocuklarımız ölüyor, onların hepsi ABD'nin AKP'nin hizmetkârı... İmralı'daki bile barışalım diyor, bunlar, operasyon yapacağız diye milyonlarca doları bir günde harcıyor.'"
Şu halde, 1960'lar ve 70'ler dünyasında yaşamış olanların Ecevit CHP'sinin basübadelmevti özlemiyle 21. yüzyıl başlarının kaotik Türkiyesi'nde büyük kentlerin yoksullarının patlayıcı öfkesi CHP'de bir araya gelebilir ve CHP gerçekten "devrimcilerin adresi" olabilir mi?
Siyasi İslam'ın baskısıyla milliyetçi reaksiyon arasında, küresel kapitalizmin sömürüsü ile doyurulmamış arzular arasında, geçmişle gelecek arasında, Doğu ile Batı arasında, savaşla barış arasında, milliyetçilikle halkların kardeşliği arasında sıkışan kadın ve gençlerin arayışları CHP'de buluşabilir mi?
CHP'nin açmazları
Bunun önünde Kılıçdaroğlu'nun aşamayacağı iki büyük engel var gibi gözüküyor. Birincisi tarih!
Bülent Ecevit'in 1960'lar başında "Toprak işleyenin su kullananın", "Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen" çağrısıyla, işçi sendikalarına dayanarak Türkiye koşullarına uyarlamaya çalıştığı "sosyal demokrasi" Avrupa'nın siyasal dünyasından tercüme edilmişti. Şimdi hasretle yad edilen bu "sosyal demokrasi" esasen Sovyet Devrimi'nin ve Sovyetler Birliği'nin II. Dünya Savaşı sonrası genişleyen hegemonyasının kapitalist Batı Avrupa'nın toplumsal ve iktisadi koşulları üzerindeki etkisini yansıtıyordu.
Boris Kagarlitskiy Ekim Devrimi'nin 80. yılı için kaleme aldığı, bianet.org'da yayınlanan "Bitmemiş Devrim" başlıklı makalesinde bu çapraşık süreci şöyle açıklıyordu:
"[...]Rus deneyimi hem egemen sınıfları uzlaşmalar yapmaya zorladı hem de köklü toplumsal değişim için Avrupa'ya özgü bir model arayışını engelledi. Çözüm reformculukta bulundu. Reformcu aranışların başarısı, dünya komünist hareketinde cisimleşen devrim olasılığının ve Sovyet tehdidinin ciddiyetiyle doğru orantılıydı. Sosyalizm tam da sahip olduğu antikapitalist öz dolayısıyla kapitalizmin işleyişinin düzeltilmesinde büyük bir rol oynadı. [...] Sosyalist ideoloji kapitalizme karşı bir temel seçenek olmaktan çıkmış, işçi hareketi enerjik militan karakterini yitirmiş olsa ve burjuvaziye karşı kararlı mücadele yeteneğini yitirse hiç kimseyi ya da hiç bir şeyi kendine tabi kılamazdı. Sınıf düşmanlıkları olmasa hiçbir sosyal reform ya da sosyal ortaklık olamazdı. Bu bağlamda ortaklık, ortaklar arasındaki karşılıklı sempatiden değil, ortaklığın reddinin felaketli sonuçlara yol açabileceği anlayışından kaynaklanıyordu.
"Buna 'ertelenmiş devrim' diyebiliriz."
Bu dünya, Ecevit'in dünyası, artık yok; mavi gömlekler bu dünyayı geri getiremez.
Böylece Kılıçdaroğlu'nun ikinci engeline geliyoruz: Bugün!
Kagarlitskiy'in belagatle ifade ettiği gibi Sovyet sisteminin çöküşü, "sosyal demokrasi için de bir felaket" oldu.
"[...] Batı keskin toplumsal çatışmalara ve bulanık politik seçenekler dönemine girerken reformculuk ve devrimciliğin yerini eşgüdümden yoksun saldırgan talepler ve örgütsüz protestolarda ifadesini bulan kendiliğinden radikalizm alıyor. Tarihin son bulmayışının bir basit nedeni var: Kapitalizm komünizmle savaşından galip çıksa da kendi iç güçlerine, kendini yok etme eğilimine tabi olmaya devam ediyor. Sanki Ekim [1917] öncesi günlere dönmüş gibiyiz."
Bu eğilim bugünün dünyasında kapitalizmin küresel krizinde ifadesini buluyor. Bütün dünyada ezilenler krize yanıt arayışı içinde Marx'a dönerken Kılıçdaroğlu Keynes'e bir şans vermek istiyor: Hürriyet'ten Erdal Sağlam'a hedeflerini şöyle açıklıyor:
"Denetlenebilir, sağlıklı bir piyasa ekonomisi [...], Güneydoğu'da özel sektörü yatırıma teşvik [...]olmadı özel sektörün yüzde 51 kamunun yüzde 49 hissesi olan ortaklık [...] Özelleştirmeyi devlet politikası olarak görmüyoruz ama özel sektörün yapabileceği kamu işletmeleri özelleştirilecek."
1960'lar dünyasında Ecevit'in temsil ettiği "sosyal reform" solculuğu sermayenin "ertelenmiş devrim"le uzlaşma projesiydi. Bir bunalım çağında piyasa bütün dünyada ve Türkiye'de kapitalizm öncesi sömürü biçimlerine dönerken, ezilen kitlelere kurtuluş seçeneği olarak piyasayı gösteren bir "devrimcilik" yalnızca beyhude olmakla kalmaz. Üstüne üstlük bu "devrim"in boşa çıkışının kaçınılmaz bir hayal kırıklığına düşüreceği mülksüz ve umutsuz kitlelerin hızla faşizme meyletmeleri için lazım gelen verimli toprağı da hazırlamış olur.
Yaşamak için piyasaya karşı bir devrim
Kemal Kılıçdaroğlu'nun "özgürlük" vaadi Deniz Baykal'ın "desteğiyle" aşağıdan ve Süheyl Batum'un Genel Sekreterliğiyle yukarıdan kuşatılıp inandırıcılığını yitirirken, "sosyal piyasacılık" programı da "devrim" vaadini bir oksimorona çeviriyor.
Gene de, kafaları karışık ve öfkeli, AKP hâkimiyetinden kurtulmak için tutuşan milyonlar henüz daha soldan bir rekabetle yüzleşmiş olmayan Kılıçdaroğlu söylemi içinden "piyasa"yı değil "devrim"i seçebilirler pekâlâ.
Ne var ki, o kitleler "acı gerçek"le yüzleştiklerinde sosyalist devrimciler onlara hala tutunacakları bir anti-kapitalist program sunamamış olurlarsa, bu, kapitalizmin küresel krizi çağında "sosyal piyasacılık" satmaktan daha az vahim bir kusur olmayacaktır.
Çünkü 21. yüzyılda yaşamak için dahi kapitalizme karşı bir devrim gerekiyor! (EK)