Ramazan ayının ve Müslümanların dini bayramlarının en çok rağbet gören kurumlarından biridir Darülaceze.
İstanbul'un en merkezi yerinde o sade mimariyi içerisinde muhafaza eden, asırlık ağaçların gölgelediği geniş ve bakımlı bahçesi bayram günleri şenlik yeri gibi olurken bu bahçedeki iftarlar kimi zaman Müslüman, Hıristiyan ve Musevi dininin temsilcilerini ağırlar.
En çok bahsedilen özelliği de o bahçede cami, kilise ve havranın bir arada bulunmasıdır. Osmanlı hafızasına ve yönetim anlayışına gönderme yapan bu mekânsal düzenleme bu hafızadan sıkça beslenenlerin Darülaceze'yi aynı zamanda bir prestij mekânı olarak da algılamasına neden olmuştur.
Bilindiği üzere bu kurum aynı zamanda kurucusu Sultan Abdülhamid ile de birlikte anılmaktadır.
Proje ve uygulama aşamasının Saray Başmimarı Yanko Bey ve Vasilaki Efendi'ye emanet edildiği Darülaceze'nin yerini belirleyen heyetin içerisinde Patrikhane ve Hahamlıktan birer temsilcinin bulunmasını şart koşan Abdülhamid, kurumun idare heyeti içerisinde de Rum, Ermeni, Musevi ve Katolik cemaatinin birer temsilcisinin de olmasını istemiştir.
Açılış içtüzüğünde ise bir imam ve müezzinin yanında Katolik, Ortodoks ve Gregoryen cemaatlerini temsilen üç ayrı papazın ve Musevi cemaatini temsilen de bir hahamın o bahçedeki cami, kilise ve havrada ibadetin yerine getirilmesi için görevlendirilmesi belirtilmiştir.
Bu manzaranın en mahzunu
Darülaceze 1896'da açıldığında öyle de olmuştur. Afife Batur'un Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi'nde Darülaceze maddesinde verdiği bilgiye göre de kilise için patrik tarafından altı adet neobizans üsluplu ikon yollanmış ve (kurumun) resim atölyesi direktörü R. P. Georges, ikonları mimar Vasilaki ile birlikte kiliseye yerleştirmiştir.
Darülaceze'nin bahçesi geçtiğimiz bayram da sakinleri ve ziyaretçileri ile günün hakkını verircesine yine gerçek bir bayram yeri gibiydi.
O bahçedeki yerini bugün de muhafaza eden üç ibadet alanından cami de restore edilmiş, ibadete hazır, parıldayan görüntüsü ile ziyaretçilerini kabul ederken, kilise ve havra ise bizim de denk geldiğimiz bir anda bir öğrenci grubunu ağırlıyordu. Ama bir ibadethaneden ziyade terk edilmiş, viran ve mahzun halleri ile, özellikle de kilisenin.
Sıvaları dökülmüş tavan ve duvarlarına dikkatli bakıldığında ancak seçilebilen tasvirlerin aksine halâ canlılığını koruyan apsis alanındaki ikonaların arkasına atılmış plastik borular, pet şişeler, tören malzemeleri, içeri girenlerin çekiştirdiği kutsal bölüm perdesi kilisede karşılaşılan manzaranın bir özeti.
Bu manzaranın en mahzunu ise pencerenin önünde tek başına duran, Darülaceze'nin belki de "en kimsesizi" bir İncil idi.
Tüm sahipsizliği temsil ediyor
Uzun zamandır el değmediği üzerindeki kir ve tozdan anlaşılan bu kutsal kitap, kapısında "Aya Yorgi Kilisesi Darülaceze" yazan ibadethanenin sanki tüm sahipsizliğini temsil ediyor gibi öyle tek başına kapağını açacak birilerini bekliyor.
Oysa ki Darülaceze'nin sitesinde 2013 yılına ait yer alan bir bilgide, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Müsteşarı tarafından "bir ay içinde kilise, cami ve havranın restorasyonuna, onarımına başlanacağı, sonbaharda ise tüm binaların onarımı ve restorasyonunun yapılacağı" ifade ediliyor.
Ancak 2018 yazına gelindiğinde restorasyonu ve onarımı yapılanın sadece camii olduğu ortada.
Dile pelesenk olan söylemle "ecdad" yadigârı diğer iki ibadethanede terk edilmiş hissi uyandıran bu ertelenmişliğin mutlaka ki bir sebebi vardır.
Biz gördüğümüzü söyleyelim, tüm taraflarına bir hatırlatalım dedik.
Kimsesizlerin kimsesi Darülaceze'nin o çok sevdiğimiz sakinleri arasında sadece Müslüman olmadığının da altını çizerek.(MK/PT)