"Azerilerle Ermenilerin düşman olmadığını göstermeye çalıştım. Ermeni bir yazarın da bir gün Azerilerin çektiklerini yazmasını umuyorum. Yaşadığımız bölgede, bizim vatandaşlarımızın bir kısmı da Dağlık Karabağ Ermenileridir. Biz Ermenilere sövmekle, onlara en kötü lafları söylemekle, birlikte yaşamayı beceremeyiz. İşlediğimiz suçları itiraf etmeliyiz. Bu aynı zamanda benim Ermenilere bir mesajımdır. Henüz geç değil, beraber barışa giden yollar açmalıyız." Ekrem Eylisli
"Kim tedavi edecek bizi? Amerikan Senatosu'nun kararı mı? Fransız Senatosu'nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek? Kim bizim doktorumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru. Bunun dışında doktor, ilaç, hekim yok. Diyalog tek reçete, doktorlar da birbirlerinin doktoru. Bunun dışında bir çözüm yok. Yok ve yok..." Hrant Dink
Ekrem Eylisli (Akram Ayisli), Azeri yazar ve düşünür. Romancılığının yanında, senarist ve dramaturg olarak da ün yapmış bir edebiyatçı. Oyunları, Erivan dahil bir çok eski Sovyet şehrinde sahnelendi. Eylisli, yazarlığının yanısıra birçok önemli edebi eseri Azeri diline kazandıran bir çevirmen.
Bir süre önce Rus edebiyat dergisi Drujba Narodov'da (Halkların Kardeşliği) Rusça basılan "Taş Hayalleri" adlı uzun hikayesinde, Ermeni nüfusa yönelik kitlesel saldırılara, linç olaylarına yer verdi. Ancak Azerbaycan'da geniş bir kesim, kitabı "Azerilerin kötülenmesi" olarak algıladı.
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, tartışmaların alevlenmesi üzerine, Azerileri gayri insanı bir şekilde resmettiğini söyleyerek, Eylisli'nin emekli maaşının kesildiğini ve kendisine devlet tarafından verilmiş "Halk Yazarı" unvanının geri alındığını açıkladı. Hükümet yanlısı milletvekili Hafız Hacıyev, yerel medyaya Eylisli'nin kulağını kesip getirene para ödülü vereceğini belirtti. Yine bir milletvekili olan Melahat İbrahimkızı "Sadece Azerbaycanlılara değil, bütün Türk ulusuna hakaret ediyor" şeklinde konuştu. Yazarın eşi ve oğlu da bu yüzden işlerinden oldu. Evinin önünde gösteriler yapılıp, topluca kitapları yakılıyor. (1)
Hrant Dink,7 Kasım 2003 ve 13 Şubat 2004 tarihlerinde Agos Gazetesi'nde Türkiye'deki Ermeni kökenli vatandaşların kimlik sorunu içerikli yazı dizisi kaleme aldı.
Şubat 2004 tarihinde de Sabiha Gökçen ile ilgili yayınlanan makalesinden sonra gazeteye gönderilen tehdit mektuplarını milliyetçi grupların gazete önündeki protesto gösterileri izledi.
Dönemin Vali Yardımcısı, söz konusu tepkilerle ortaya çıkan güvenlik sorununu görüşmek üzere Hrant Dink'i makamına davet etti ve bu şekilde tepki çekecek yazılar yayınlamaya devam ederse güvenlik güçlerinin kendisinin güvenliğini sağlayamayacağı konusunda uyardı.
27 Şubat 2004 tarihinde Agos Gazetesi önünde gösteri yapan gruptan bir avukat Dink'in Türklere hakaret ettiği gerekçesiyle savcılığa şikayette bulundu.
7 Ekim 2005'de mahkeme Dink'i suçlu buldu. Yargıtay, kararı 1 Mayıs 2006'da onadı ve Yargıtay Cumhuriyet Basşsavcısı'nın onamaya ilişkin olağandışı temyiz başvurusunu 11 Temmuz 2006'da reddetti.
Hrant Dink bu tarihten 6 ay sonra 19 Ocak 2007'de Agos Gazetesi'nin önünde başına isabet eden üç kurşunla öldürüldü. (2)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni 14 Eylül 2010 tarihinde Hrant Dink'in yaşam hakkını koruyamadığı ve görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle suçlu buldu.
Azerbaycan ve Türkiye... Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (AİHS) imzalamış ve AİHM'in yargı yetkisini tanıyan iki ülke.
Hrant Dink, uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve Basın Kanunu ile teminat altındaki düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlali ile başlayan bir süreçte, yaşam hakkının korunmasının güvenceye alınamaması nedeniyle öldürüldü. Bunu uluslararası yargı söylüyor.
Ekrem Eylisli'nin de şu an içerisinde bulunduğu durum başlangıç noktası itibariyle Dink cinayetinden farksız ve kendisine yönelik karalama kampanyaları, gösteriler devam ediyor, can güvenliği tehlikede.
AİHM'nin, devletlerin kendi yargısına tabi kişilerin ifade özgürlüğünün ve yaşam hakkının korunması ile ilgili kararları ise aşağıdaki gibi son derece net:
"İfade özgürlüğünün gerçek ve etkili bir biçimde kullanımı yalnızca Devletin her türlü müdahaleden imtina etme görevine bağlı değildir. Bu hakkın kullanımı bireyler arası ilişkilerde dahi pozitif koruma tedbirlerinin alınmasını gerekli kılar. Esasen, bazı durumlarda Devlet, ifade özgürlüğü hakkını gerçek kişilerden kaynaklanan ihlallere karşı da korumakla yükümlüdür.
AİHM, düşünce özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel taşlarından birini oluşturduğunu hatırlatır. 10. Maddenin 2.paragrafına göre (AİHS) düşünce özgürlüğü, yalnızca usulünce toplanmış ya da zararsız ve önemsiz görünen bilgi ve düşünceleri değil aynı zamanda devletin ya da toplumun herhangi bir kesimini inciten, gücüne giden, endişelendiren bilgi ve düşünceleri de kapsamaktadır.
Devletin, düşünce özgürlüğüne ilişkin pozitif yükümlülükleri, diğerleri arasında, devletin yazar ve gazeteciler için etkin bir koruma sistemi oluşturarak, ilgili tüm şahısların görüş ve düşüncelerini, bunlar her ne kadar resmi otorite ya da kamuoyunun önemli bir kesimi tarafından savunulanların aksine olsa ya da bahse konu kesimler için kışkırtıcı ya da incitici nitelikte olsa da, korkusuzca açıklamalarına olanak tanıyan, bunların kamuoyu tartışmalarına katılımını kolaylaştıran bir ortam yaratmalarını gerekli kılmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 'nin 2/1 maddesinin ilk cümlesi Devlet'in yalnızca bilerek ve kanunsuz ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil, aynı zamanda iç hukuk düzeninde kendi yargısına tabi kişilerin yaşam haklarının korunması için gerekli önlemleri almasını da zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda Devlet'in birinci sorumluluğu, kişi hayatına yönelik eylemleri caydırıcı somut bir ceza mevzuatı oluşturmak ve ihlalleri caydırmak, önlemek ve cezalandırmak için oluşturulmuş bir uygulama gerçekleştirmek suretiyle yaşam hakkını güvenceye almaktır. AİHS'nin 2/1 maddesi, belirli şartlarda devletler için, üçüncü kişilerin suç fiilleri nedeniyle yaşamı tehdit altında olan kişileri korumak üzere önleyici tedbirler almak yönünde pozitif bir yükümlülük de getirmektedir.
AİHM, şiddet öğeleri içeren olaylarla ilgili soruşturmalar başlatıldığında, bunun ırkçı bir gerekçeyle, kin ve husumet duygularını körükleyen, etnik kökene dayalı ve önyargıları içeren bir durumun mevcut olup olmadığını saptamak bakımından, gerekli bütün tedbirleri almanın Devletin yetkileri arasında bulunduğunu anımsatıyor ve diyor ki; resmi makamların, etnik kökene dayalı nefretten kaynaklanan eylemleri önlemeye matuf her türlü makul tedbiri alma yükümlülüğünü yerine getirmek amacıyla kapsamlı bir soruşturma yapması gerekir."
AİHM'nin yukarıdaki içtihatları Dink-Türkiye Davası'nın kararına ait.
Çok-kültürlü toplumlar ve politikalarına ait tartışmalarda ismi sıkça geçen düşünür Charles Taylor, Tanınma Politikası isimli makalesinde liberalizm ve laiklik meselesini irdelerken Salman Rushdie'den örnek verir ve çok-kültürlü-geçirgen kimi toplumların bazı meseleler ile ilgili ters düşen bir yanıtından bahseder: "Biz işleri burada böyle yürütüyoruz". " Bu, 'işleri nasıl yürüttüğümüz' le ilgili sözün yaşama hakkı ve ifade özgürlüğü gibi konuları kapsadığı Rushdie'yle ilgili tartışmaya benzeyen durumlarda verilmesi gereken bir yanıttır" der.(3)
Türkiye bu kapsamda en unutulmaz yanıtını Dink cinayetinde tüm bileşenleri ile birlikte verdi.
Azerbaycan'daki gelişmelere ait satırbaşları ise yukarıda aktarıldığı gibi. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) Avrupa ve Orta Asya masası başkanı Hugh Williamson yaptığı açıklamada durumu bir anlamda özetliyor: "Azerbaycan yetkilileri Eylisli'nin güvenliğini sağlamakla yükümlü. Onun yerine onun tehdit edilmesi çabalarının başını çektiler, düşmanca bir söylem ve korkunç iftiralarla onu tehlikeye attılar."
İki ülkenin de zaman zaman resmi politika ve kurumlarında tezahür eden ve kimi olaylarda gösterilen reflekslerle kendini teyit eden, baskın kökene dayalı eşitsiz hassasiyetler (bir nefret suçunun cinayet zanlısına kolluk kuvvetleri eşliğinde ülke bayrağıyla poz verdirmek gibi ) aşırı milliyetçi grupların taraftar toplaması, marjinalleşmesi, nefret söylemi ve nihayetinde nefret suçu oluşmasında şüphesiz büyük motivasyon nedeni.
Bu yüzden, normatif düzenlemeler dışında, her türlü ayrımcılığa dayalı nefret söyleminin can ve mal güvenliğini tehlikeye atacak suçlara dönüşmesini, üstü örtük onaylayacak resmi söylem ve eylemlerden sakınmak son derece önem taşımakta.
Zira devletler, bireylerden yaşama hakkının korunması ve bunun için her türlü güvenlik tedbirinin alınmasını kanunlarla devralırken, Taylor'un da aynı makalesinde bir cümleyle altını çizdiği gibi "Cinayeti ya yasaklar ya da cinayete izin verir."
Uluslararası hukuk normlarının üstünlüğünün kabul gördüğü yönetim biçimlerinde, cinayet, sadece bir sonuç eylemi olarak algılanamaz. Buna yol açacak her türlü nedenin önlemini almak için de kanuni düzenlemelere gidilir ve bu suçun oluşmasında sorumluluğu bulunanların soruşturulması ve yargılanmasında en ufak bir şüpheye dahi yer bırakılamaz.
İnsan hayatının güvenliği, özellikle ifade özgürlüğü gibi temel hakların kullanımında kuşkulu bir duruma dönüşüyorsa, bu eyleme ait caydırıcılık mekanizmalarının her yönüyle tekrar sorgulanması gerekir.
Malum, tecrübeyle sabittir. (EA/HK)
(1) BBC Türkçe'nin 13 Şubat 2013 ve Agos Gazetesi'nin 7 Şubat 2013 tarihli internet yayınlarından yararlanılmıştır
(2) AİHM Dink-Türkiye Davası Kararı. Kararın özet çevirisi Yargıtay'ın internet sitesinden alınmıştır.
(3) Charles Tylor, Çokkültürcülük Tanınma Politikası,(3.baskı) Hazırlayan Amy Gutman, Yapı Kredi Yayınları, 2010