Barışa dair kurulacak her cümlenin ilk kelimesi Cizre!
Barış gelecekse, halklar barışacaksa Cizre’den başlayacak barışın öyküsü. On yıllardır Cizre’de katledilen insanların öykülerinden başlayacak!
Çocukluklarını tamamlayamadan yaşamları sona ermiş çocuklardan başlayacak! Bedenlerine işkence yapılmış, işkencelerle hayatını kaybetmiş, sakatlanmış insanların ölümlerinin ardında kalan her şeyden başlayacak...
Cizre’yi onurlandırmadan barıştan bahsetmek mümkün değil artık...
Söylenecek hiç bir söz içimizdeki derin yarayı iyileştiremeyecek şu an, biliyorum... Yanan, yaralanan, sakatlanan, hayatını kaybeden, işkence yapılan insanların olduğu bir savaşın tam ortasında yaşamak yaşamak değil biliyorum...
Böylesi katliamlara tanık olduktan sonra “biz bunları gördükten sonra yaşamaya nasıl devam edeceğiz” sorusuyla başbaşayız hepimiz... Ama biliyoruz ki, ölüme sebep olan şey kıymetli yapıyor yaşamayı... Çünkü barışı inşa ederek onurlandırılacak Cizre. Yaşamak için bir sebep.
Bodrumlarda günlerce cenazelerle yaşayan, yaralıların iniltileri acılarıyla kan kaybından ölmelerini seyretmek zorunda kalan, yardım bekleyen ve sonra katledilen insanların olduğunu, Sultan’ın Veli’nin öldüğünü bilerek yaşamanın tek yolu barışı daha fazla istemek.
Çünkü biz onları kurtaramadık. Ne basın açıklamaları, ne nöbetler, ne eylemler, ne imzalar, ne girişimler, ne platformlar.... Geriye hepimizin paylaştığı ortak travma kaldı.
Biz barış isteyenler, barışın dilinden vazgeçmeyenler, barış diye haykıranlar onları kurtaramadık.
Gücümüz yetmedi...
Kişinin kendini bir hiç gibi hissettiği yaşam ve ölüm arasında her tercih yaptığında yaşamayı seçmenin yoğun bir travma yarattığı, barış kelimesinin giderek güç kaybettiği, her yapılan basın açıklaması ya da eylem sonrası iyice büyüyen yaralardan bahsetmeme gerek yok sanırım...
Geçen yıl Diyarbakır’a gittiğimde sivil toplum örgüt temsilcileriyle yapılan barış konulu bir toplantıda karşılıklı konuşmaları izlemiştim.
Yılın yarısını Hakkari’de yarısını Ankara’da geçiren bir Kürt olarak hiç bir şeye yabancı değildim. Diyarbakır’da yaşayan insanlar “Batı” kelimesini, imzacı örgütlerin temsilcileri “bölge” kelimesini sıklıkla kullanıyorlardı. Çünkü artık savaş vardı ve savaşı doğrudan ve dolaylı olarak yaşayanlar olarak yine parçalanma yaşanmıştı.
Birlikte hareket etme konusunda hala çok fazla yabancılık vardı. Batı ve bölge birlikte mi mücadele ediyorlardı yoksa bölge mücadele ediyordu da Batı destek mi veriyordu? Bu batının değil bölgenin savaşımıydı yoksa batıyla bölgenin ortak mücadelesi miydi?
Kürtler rapor tutan, basın açıklaması yapan konferans panel düzenleyen “Batı”dan sıkılmıştı. Ancak “Batı”nın “Bölge”de yaşaması, mücadele etmesi de mümkün değildi.
Hem “Batı”da hem “Bölge”de yaşayan biri olarak karşılıklı konuşmaları izlemek, mimikleri jestleri farketmek, mücadelede ortaklaşmanın farklı biçimlerine yapılan reveransları gördüm.
Yıllardır “Batı”da yaşayan biri olarak bunu ortak bir mücadele olarak gören, her türlü hak ihlaline karşı çıkan, hem sokaklara çıkan hem sesini çıkaran, Kürtlere yapılan zulmü asla kabul etmeyen, ne kadar çok sayıda insan olduğunu biliyorum ben... İnsan hakları savunucuları, sivil toplum örgütleri, aktivistler, öğrenciler... Kürtlere yapılanları kabul etmedikleri için bedel ödemiş, ödemeye devam eden çok insan var.
“Bölge” demeyi durdurmaya yetmiyor belki ama olmadığı anlamına gelmiyor.
Bir Kürt olarak “Bölge”de yaşayan biri olarak da şunu söylemeliyim ki; her türlü ortak mücadeleyi sahiplenen, Kürtlerin özgürlük mücadelesine sahip çıkanlara değer veren, ödenen bedelleri önemseyen, bunların farkında çok sayıda insan var.
“Batı” demeyi durdurmaya yetmiyor belki ama olmadığı anlamına gelmiyor.
Geriye kalanlar mı? Onlar zaten hiç yoktular.
Bu savaşı biz çıkarmadık, savaşları devletler çıkarır. Barışı inşa etmek ise bize düşüyor!
Ve Cizreye gittiniz mi hiç?
Bir kez gittim ben. 7 Haziran seçimlerinden önce çocuklarla barışı konuşmak için yapılan bir foruma katıldım. Forumda konuşan Ayşegül Doğan’ın sözlerini dinlerken savaşta geçen tüm çocuklukları düşündüm. “Doksanlı yıllarda ben de bir çocuktum Cizre’de. Bir gün burada barışı konuşabileceğimiz aklıma bile gelmezdi” demişti. Hiçbirimizin aklına gelmemişti. Oysa artık zamanıydı, Çocuklar Barışı konuşuyordu.
Bir parktaydık. Büyük bir park. Bir tane Palmiye ağacı vardı. Cizre’de bir palmiye ağacı yaşıyor. O da mücadele ediyor... Ağaçlar çiçek açmıştı...
Doksanlı yılları ardında bırakacak bir Cizre’deyim şimdi diye düşünmüştüm,içimde bir sevinç vardı... Cizre’nin, yıllardır katledilen, işkence yapılan insanları için hepimizin taşıdığı ortak sevinçti... Bir ihtimal de olsa...
Öldürülen insanlar, yakılan köyler, işkenceler... Direniş, faili meçhuller, üstüne ateş açılan insanlar... Cizre hiç kabuk tutmazdı. Cizre bir yaraydı...
Cizre ne kadar güzel bir yerdi bir bilseniz... Sokakları ne kadar güzeldi... Güneşi ne kadar güzeldi... Baharda gitmiştik.
Kürtçe eğitim veren tek okul da oradaydı. Kürtçe okuyan, kürtçe yazan, kendi dilini öğrenen çocuklar görmek ne güzeldi bir bilseniz...
Unutmadım o palmiye ağacını... Çocukları hiç unutmadım...
Cizre’yi kim unutabilir...
Unutmayalım Cizre’yi... Onlar katledildiler. Ve biz Cizre’yi Barış’la onurlandırmalıyız. Cizre’yi hiç unutmadan, ölen her bir çocuğun ölümüne değer vererek. Ve bunun tek yolu bu savaşı sonlandırmak için daha fazla Barış’ı istemek. Biliyorum, biz bizeyiz. Olsun... Biz bize yeteriz...
Cizre insanlık devriminin başladığı yerdir! Barışı inşa edelim, Cizre’yi onurlandıralım!
Söyleyecek başka hiç bir şeyim yok. (DÖ/HK)