Evlere dağıtılan bildiride “Çok önemli enformasyon!” diye yazmıştı yönetici. Kısaca, verilen saatte gidilmesini rica ediyordu. Konuya dair hiçbir şey yazmıyordu. Kırmızı harflerle “güvenlik nedenlerinden dolayı” toplantıda konuyu açıklayacağını yazıyordu.
Beni öyle bir merak sardı ki anlatamam; bu toplantıya gitmemezlik edemem, diyorum.
Zaten kaç zamandır ilgilenmiyordum sitede olup bitenlerle. Hem davetin üslubu kafamda soru işaretleri uyandırdı. Hatta bi sürü konspire teoriler üretmeye başladım. Tuhaf bir şekilde heyecanlanmıştım. Çok mu gereksiz ve anlamsız bir heyecandı bu? Onu da az sonra anlayacaktım.
Şimdi açık mutfaklı kocaman bir salondayız. Salonun ortasında uzun ve oval ahşap bir masa var. Tezgahın üzerinde içi çay ve kahve dolu termoslar görüyorum. Hasır sepetlerde karamel, meyve ve çeşitli bisküviler istiflenmiş. Üç orta yaşlı kadın tezgahın başında hem konuşuyor hem de bir şeyler yapmakla meşguller. İki genç kadın, ellerinde fincan ve tabaklarla masaya doğru gidiyorlar. Bana doğru dönüp selam veriyorlar. Öylesine mekanik ki selam verişleri, gıcık oluyorum.
Belli ki alışıklar bu ortama. Sanki babalarının evi. Sanki onların fincanlarını ellerinden alacakmışım gibi geçiyorlar masanın öbür tarafına.
Bi fark ediyorum ki Lisa da orada. Kahvesini almış oturuyor. Görünce beni gülümsüyor. El sallıyor. Sevincimi gizleyemiyorum; çünkü onunla her karşılaşmamızda selamlaşıyor ve ayak üstü sohbet ediyoruz. (Karşılaştığımızda köpeği Zoro havlayarak bana doğru gelir ve Lisa’yı da peşinden sürükler.) Kahvemi alıp karşısına oturuyorum.
Az sonra masanın etrafı kadınlarla doluyor. Ciddi ve gergin görünüyorlar. Kimi küçük cümlelerle konuşuyor. Konuşmalar hissiz ve formel. Kimileri de suspus oturuyor.
Çaktırmadan sayıyorum onları. Tam on kadın var burada. Erkekler nerede, diye geçiriyorum içimden. Yoksa erkeksiz bir dünya inşasına mı adım atılıyor, diye geçiriyorum içimden. Yeterince sorularım yokmuş gibi, bir de bunu düşünüyorum, aman tanrım…
Sakin bir eda takınarak kadınları gözden geçiriyorum. Az sonra anlıyorum ki bunların çoğuyla ilk kez karşılaşıyorum. Sitenin neresinde oturuyorlar acaba? Yeni taşınmış olmalılar. Neyse, birazdan öğreneceğim, diyerek kendimi teskin ediyorum. Acaba onların da kafalarından benzer düşünceler geçiyor mu, diyorum. Ah bu kendi kendine konuşmalar yok mu?
“Öğrenmek, tanımak”, diyorum… “Onları tanımak ne ölçüde düşünsel ve sosyal hayatımı zengin kılabilir ki?”, diyor iç sesim. Etrafıma bakıyorum. Duydular mı acaba aklımdan geçenleri? Çok ayıp olur, çoook!
Lisa dalgın oturuyor. Uzun bir iş günü akşamı, yorgun olmaz mı insan? Diğerlerine bakıyorum. Bu buz suratlıları tanımak… Hm, mümkün değil, diyorum pesimistçe. Acaba çok mu alıştım yalnızlığın konforuna? Bu tahammülsüzlük niye?
Üff! Az sonra herkes kendini tanıtacak. Sıra bana da gelecek. Hiç de gerekli değil, aslında, diyorum. Nasılsa kimse kimseyle komşuluk, arkadaşlık yapmıyor… İçimin daraldığını fark edecekler diye endişeleniyorum. Acaba onlar da mı benzer şeyler düşünüyorlar? Onlar açık vermiyor. Ben de vermemeliyim! Tamam da, hemcinslerimin bana dair ne bilmelerini istiyorum, onu düşünmeliyim. Bu toplantı hiçbir kadın için bir imtihan değildir. Sadece bir iki şey öğrenip evlerimize dağılacağız. O kadar!
Kadınlar birbirlerini süzüyorlar: Saçlarını, makyajlarını, kıyafetlerini; ama, sinsice. Hepsi de “çaktırmadan” yapıyor bu işlemi güya. Ama ben anladığıma göre, onlar da anlıyor olmalılar, diyorum içimden.
Fincanım nerdeyse boşalacak, ama yönetici hala yok ortalıkta. Saat kaç? Ya gereksiz bir bilgi ise? Lisa’ya bakıyorum. Çok durgun nedense. O da mı benim gibi, şu değerli zamanını boşuna harcadığını düşünüyor… Bir ses: “Ne yani! Seni zorlayan mı oldu? Amaaan; ürettiğin bu soruların yok mu? Bıktırıcılığını bilmeni isterim! Geldin bi kere işte. Herkes gibi sık dişini, kızım ya!” diyor Bu Lisa mıydı yoksa? Şaşkınlığın biraz daha artıyor.
Kahve ve çerez canlı kılıyor kadınları. Az sonra neşeleri artıyor sanki. Sesleri duyuluyor. Gülümsüyorlar hatta. Lisa’yla ben de öyle. Ya şu topuz saçlısı... Onu sanki bir yerden tanıyorum, ama nerden? Çamaşırhanede mi karşılaşmıştım yoksa? En iyisi dikkatli bakmamak. Birazdan kim olduğu anlaşılacak nasılsa, diyorum.
Sonunda yönetici içeri giriyor ve hepimizi selamlıyor. “Umarım kahve, çay aldınız!” diyor. Lisa ile manidar bakışıyoruz. "Çok ciddi bir şey anlatacakmış gibi bir hali var!” diyor. “Ne olabilir ki?" diyorum. Tedirgin bir edayla bakışıyoruz yine. Derin bir nefes alıyorum ve pür dikkat dinlemek için yöneticiye dönüyorum.
Yönetici kadın, yani Mona, masanın etrafındakileri yeniden inceliyor ve elindeki listeye bakıyor. Saate bakıyor. “Galiba tamamız!” diyor. Hepimiz bir anda put kesiliyoruz. Başlarımız ayaktaki yöneticiye çevirili. Abartısız bir rahatlık var beden dilinde. Belki de boşuna tedirgin oldum, diye düşünüyorum. El kol harekete yapmadan, kendinden söz ediyor. Ve konuya geçmeden önce, kendimizi tanımamızı rica ediyor.
Sağ tarafında oturan, uzun saçlı ve gözlüklü kadına dönüyor. “Senden başlayalım mı?” diyor. Salonun havası yine geriliyor. Sıra bana gelene kadar, düşünme fırsatım var, diye düşünüyorum. Neyse, sonunda kısaca tanımış oluyorum hepsini. On dakika bile sürmeyen bu rutin için, boşu boşuna canımı sıktığımı kanıksıyorum. Bu sefer de asıl meseleyi bilmek için sabırsızlanıyorum. Sıra yine Mona’ya geliyor. Ses tonu düşüyor birden. Elindeki kağıt titriyor. Gözleri doluyor:
- Yalnız… bu anlatacaklarım çok hassas şeyler. E... Konuşulanların burada kalmasını rica ediyorum, diyor.
İşte o zaman, sanki sağımıza solumuza iğne batırılmış gibi kıpır kıpır oluyoruz masanın etrafında. Ben Lisa’ya, o da bana bakıyor. Kaşları yukarıya kalkıyor manidar. Bu bir endişeyi işaret ediyor, diye geçiriyorum içimden. Ve devam ediyor Mona:
- Bir hafta önce… Korkunç bir olay oldu... C blok’da. Orada... Oturanlardan biri… Bir kadın, daire kapısında ölü bulundu. Onu bulan kişi de hastanede yatıyor hala. Şokta ve tedavi görüyor, diyor.
O arada ben dahil, etraftan “Ne, aaa, olamaz!” sesleri duyuluyor. Mona kağıda bakıyor. Salonun atmosferi bir buzulun eteklerini andırıyor. Ürperiyorum. Üşüyorum sanki. Ve sanki kan kokusu vuruyor genzime. Korkunç bir his bu… Mona, ağır ağır konuşmaya devam ediyor. Birden, açık olan kapıdan biri giriyor içeri. Arkamı dönüp bakıyorum. Tanıyorum onu. Benim yan blokta oturan doktor bu, Kim. Otopsiyi mi anlatacak yoksa?
Kim, özür diliyor geciktiği ve rahatsız ettiği için. Mona, ona doğru gidiyor:
- Buyrun, gel! Çok şey kaçırmış sayılmazsın. Orada boş bir yer var, diyor. Lisa’nın yanındaki boş sandalyeye otururken, başıyla selam veriyor bana.
Mona, kaldığı yerden devam edeceğini söylüyor. Ancak Kim, izin istiyor. Vaktinin olmadığını, hastaneye gideceğini; bu nedenle mümkünse söylemek istediklerini… Mona, bize göz atarak sözünü kesiyor Kim’in. “Tamam!” diyor. Bu kez herkes Kim’e çeviriyor bakışlarını. Yakışıklı bir trans olmasına mı bu ilgi, yoksa doktor olmasına mı, diye geçiriyorum içimden.
- Sitemizde yaşananlar çok üzücü. Fakat ben… önemle vurgulamak istiyorum: Paris’in ölümü hepimizi şoka düşürdü. Çok üzdü. O çok değerli bir insandı... (İç çekiyor, yutkunuyor yere bakarken.) Fakat biliyorsunuz, İran’daki baskıları. Paris, özgürlüğü için kaçıp buraya sığınmıştı. Katillerin buraya kadar gelip, “güvenli” dediğimiz ülkemizde, onu takip ederek katletmeleri büyük bir trajedi... (Yine iç çekiyor. Gözleri doluyor) O… Benim yakın dostumdu... Gerçek bir hümanistti o. Barış meleğiydi… Ve… Elimde bazı deliller var ve onları polis ile de paylaştım, diyor. Gözlerini siliyor Kim ve susuyor sonra. Uğultular yükseliyor masanın etrafından. Midemin bulandığını hissediyorum. Öfkem kabarıyor bu korkunç olayı öğrenince. Mona dahi bu ayrıntılar karşısında şaşırmış gibi bakıyor.
Ansızın topuz saçlı kadın yerinden hışımla kalkıyor. Mona’ya doğru gidiyor. O elindeki de ne?
Ah bu sahneyi çok eskiden görmüşüm! Bundan çok eminim. Ama... Hangi romanda okumuştum, onu anımsamıyorum.
Kurgu değil bu! Gerçekmiş, diyorum…
(HK/AS)