12 Eylül 1980, üzerinden 36 yıl geçmiş. Aynı yaşta ölenlerin çok, sağ kalanların az ve unutulanların bir hayli fazla olduğu otuzaltı yıl ve bizim hayatlarımız…
Ercan Kesal yazmış, kitap olmuş, adı “Cin Aynası”. Biriktirdikleri ve yazdıkları ve yeniden yazdıkları; yaşanmış ve unutulmamış hayatlarla 12 Eylül başta olmak üzere faşizme karşı yanıt veren hayatlara dair yazılar…
“Niye yazıyorum?
“Kimsenin birbirine acımadığı, birinin ötekine yardım etmeyi aklından dahi geçirmediği soğuk ve umutsuz bir dünyada” yaşıyoruz. Yalnızlıktan korktuğumuz ama sürekli yalnız kalmaya çalıştığımız, yalnızlığımızın yetmediği ve bitmediği bir çağdayız.
Ama kendimizi ve birbirimizi tanımaya gayret etmekten başka çıkar yolumuz da yok.
Galeano’dan ilham alırsam “birlikte kurtulmayı ve yeniden bulaşabilmeyi ümit ettiğim” için yazıyorum. Kederlerimi, iç sıkıntılarımı ve başkalarında da fark ettiğim acıları anlatmak için yazıyorum. Kendime acı vereni açıklamak, içimde büyüyen sevinci ve coşkuyu da hemen paylaşmak için yazıyorum.
Sokaktan duyduğum cümleleri “cesaret ve kehanetle bezeyip yeniden asıl sahiplerine gönderdiğimde” onlardan gelecek işaretin merakıyla yazıyorum”
Ercan Kesal “Cin Aynası” kitabının girizgâhında “aslolan hayattır!” dedikten sonra “En azından yazdım işte!” demek için yazıyorum…” diye yazmış! (İletişim Yayınları.2016)
Hayata dair ve aslolan yaşanmışlıklara ait birçok anısını yazılarıyla bezerken “yazılarım, toplumsal hafızamızın mezar taşlarına bırakılan küçük taşlar kadar olsun yeter. Unutmayı engeller ve bu yüzden iyidir.”
Ve yazdığı gibi “Unutmak ihanettir çünkü!”
Babaların, anaların, kardeşlerin, eşlerin, çocukların yaşanmış acıları küllendi ve unutuldu mu? Ne çabuk, bir insan ömrü kadar yaşanmadı bile! Öyle ya çok zaman önceydi, artık isimlerin belleklerden çıktığı zamanlarda ve onca acının gömüldüğü bu topraklarda mezarlar bile kayboldu gitti…
Hangi baba Diyarbakır zindanının kapısından oğlunun elli günlük ölüm orucundan arta kalan cenazesini aldıktan sonra memlekete dönünce o gece mezarlığa götürmeyip, “Beş yıldır eve gelmedi, bu gece de bizimle evde kalsın” demişti? (Cin Aynası’ndan)
Ercan Kesal’ın yazdığı gibi unutmak neden ihanettir ve neden çünkü?
Okumak, yaşamak ve yazmak gerekiyor ve yaşarken Ercan gibi biriktirmek, sonra da sahiplerine iade etmek… Çünkü biz yazdığımız ve savunduğumuz gibi yaşamalıyız, unutmadan ve ihanet etmeden! Hangimiz kimlerin ihanetlerine tanıklık ettik? Ve kimler geldi geçti hayatlarımızdan… Anılarına, arkadaşlarına ve faşizme karşı mücadelede acıları vakti zamanında paylaşabilen dostlarına; artık aldırmayanların ihanetlerini hayat bağışlar mı acaba?
Kemal Tahir’i geçmişte baskılar karşısındaki dostluklara dair anlattıkları, günümüzdeki hangi zor zamanlara aittir? Kesal’ın yazdığı gibi “ Ahlak, en olmaz zamanda “Ben buradayım arkadaşa” diyebilmek”. Kaç ahlaksızlığım olmuştur acaba, en olmaz zamanlarında görmezden geldiğim kaç arkadaşım? Biz hep birlikte olmaktan ne zaman vazgeçtik?
Ercan Kesal’a göre düşündüğümüz gibi yaşamak çok mu zor? Düşündüğünü yaşamak için hangimizin yazdığı ve yazmış olmakla sahibine geri verdiği hikâyesi var?
Evet, Ercan Kesal’ın “Anılar belleğimizin bekçileridir, kalplerimizi temizler, iyi bakın onlara” sözleri ile avunmak mı gerekir yoksa hayıflanmak mı? Tercih, bizlerin…
“Anadolu’da mezara ölünün en yakını iner. Dokuz bin yıl sonra bile bu topraklardaki açık mezarların içinde kardeşlerinin, babalarının ölülerini göğüslerine yaslayarak toprağa yatırmayı bekleyen insanlar yaşıyor.”
Bunca acı, bunca ölüm, bunca mezar, bunca kardeş, bunca baba, yasladığı göğsünden toprağa bıraktıklarının acılarından yorulmuş, bezmiş bir ülkenin insanları; acaba hayatlarını umutla bezeyebilmek ve yaşamak için ne bekleyebilir? Karamsar ve umutsuz mu bu topraklardaki insanlar? Yoksa siyasal iktidarları için umutları öldüren ve hayata düşman olanların egemen olduğu topraklarda yaşamak mıdır alınyazıları? Kader midir seçimlerimiz?
Sonra bizimle birlikte büyüyen çocuklarımız… Büyüdükçe çocuklarımızdan öğrenecek çok şeyimiz olduğunu öğreniyorum. Çünkü doğru söylüyorlar, bizlere rağmen! Ercan’ın Cin Aynası’na dönelim…
“Çocuklarımız için bir dünya kurmak yerine, kendi sülfi iktidarlarımız için çocuklarımızı feda ettiğimiz bir dünya yarattık… Yazıklar olsun!
Oğlumun giysilerini kendi giysilerimin içine karışmış buluyorum artık. Bu iyiye işaret, demek ki büyüyor oğlum ve bende yaşlanıyorum. Ne güzel! Dün de ayakkabılarımı giymiş, numarasını soruyordu meraklı bir acelecilikle. Dilerim sağlık ve iyilikle görürsün ayakkabılarımın ayağına tam oturduğu günleri.
Dilerim yapamadıklarımız için bağışlarsınız bizleri…”
Cin Aynası’na hayatlar sızmış, aslolan hayatlar önce yazı sonra kitap olmuş.
Gazozcu çocuk Ercan Kesal, en azından yazdım işte diyor…
Kitapta yazılı, orada duruyor. “Faşizm, çok uzaklarda bir yerde değildir. Sokağın ortasında, evlerimizin içinde ya da hiç çocuk olmamış bir takım adamların buz gibi kalplerinde, gezinir durur”
Faşizm, onaltı yaşında Dersim’li esmer, incecik bir kızın, bir çocuğun, her gün on beş saat karın tokluğuna çalıştığı havasız ve güneşsiz bir fason atölyesine ömrünü gömmesidir.
Unutmadan yaşamak, iyilikleri biriktirmek; faşizmin hayatlarımıza demir atmasını önler.
Hayata çocuklarla oynayarak yeniden başlayalım, onlarla hayatı paylaşalım.
İyimserlikten vazgeçmeden, adalete, hukuka ve vicdana dair ne varsa biriktirdiğim usanmadan ve umudumu hiç yitirmeden yazmalıyım, bu suya yazı yazmak dahi olsa…
Belki küçük balıklar okur… (Fİ/ÇT)