"Şiddet"i sağlıkçılar herkesten önce fark edebilir; "medya" da görüp, gösterebilir!..
Uzun süredir yazmayı düşündüğüm bir konu var. Özellikle sağlık hizmet organizasyonuyla ilgili sıkıntılar, bu önemli konuyu dile getirmemi geciktirdi: "Kadına yönelik şiddet!"
Genel olarak "şiddet" ama özellikle de "kadına ve çocuğa yönelik şiddet", farklı nedenlerle ortaya çıkan, "görünür ve görünmez" biçimlerini giderek daha sık yaşadığımız hemen her gün en azından tanık olduğumuz bir gerçeklik; aynı zamanda da bir çok boyutlu bir "toplum sağlığı sorunu". Evde, iş yerinde, okulda, sokakta, resmi kurumlarda, özellikle de daha kapalı ve herkesin erişemediği kurumlarda çok yaygın. Aslında görünür olanı sanki ayrımsız "herkese yönelik" sanılsa da asıl ve en çok etkileneni "kadınlar ve çocuklar."
Neredeyse tümünde fail "erkekler"! Mağdurlar ise, "kadınlar ve çocuklar", daha seyrek olsa da yaşlılar ve engelliler. Bu noktada "devlet"in payı ve rolü de büyük kuşkusuz. Toplumun güvenliğini sağlama görevinin genellikle yalnızca "şiddet" uygulanarak sağlanabileceği gibi bir düşünce hâlâ pek çok kesimin, dahası yöneticinin benimsediği ortak bir kanaât hatta bir tutum. Uluslar arası sözleşmeler ve iç mevzuat ne kadar yasaklarsa yasaklasın, günümüzün bir gerçeği. Örneklerini her gün "medya" bize gösteriyor.
Genellikle "görmezden geliniyor", dahası bazı kesimler tarafından "hoş görülüyor", hatta "teşvik ediliyor."
Mağdurların genellikle elleri kolları bağlı. Seslerini çıkar(a)madan boyu eğiyor ve acılarını içlerine gömerek durumu sineye çekiyorlar. Kadınların ekonomik bağımlılığı şiddetin devamını sağlıyor. Bu ise şiddeti "sürekli" kılan en önemli etkenlerin başında geliyor. Mağdurların başvuracakları, haklarını arayacak ya da başlarını sokup korunacakları kurumların sayısı ya yok ya da toplum içindeki oran göz önüne alındığında yok kadar az. Örneklerin büyük çoğunluğu görünür, bilinir hâle bile gelmiyor. Aslında bunun görünmesi, fark edilmesi de kimsenin işine gelmiyor ve dolayısıyla araştırılmıyor bile.
Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da durumu ortaya çıkarma, görünür kılma ve mücadele etmenin en önemli tarafları arasında "sağlıkçılar" ve "medya" var. Sağlıkçılar "rutin hizmetleri" sırasında bunu fark edecek en kritik noktada bulunuyor. Medya ise mağduru afişe etmeden, "şiddet"i failleriyle birlikte ortaya koyacak en önemli olanaklara sahip.
Dolayısıyla tüm sağlık kurumlarında "şiddet olgusu"nun da toplumu geniş oranda etkileyen diğer hastalıklar ve sağlık sorunları gibi öncelikli olarak ve sürekli gündemde tutulması gerekiyor. Başvuran kadın ve çocuklar, başvuru nedenleri ne olursa olsun, rutin muayeneleri sırasında, "şiddet görüp görmediklerine dair" mutlaka irdelenmeli, şiddetin izleri ve belirtileri mutlaka aranması bu süreçte en gerekli tutumlardan birisi.
Bu aslında sağlık hizmetinin işini de kolaylaştıracak bir yaklaşımdır. Çünkü aslında bir sağlık kurumuna başvuranların, sorunlarının ardında yatan neden "şiddet" olabilir. Bundan kuşkulanmak tanı ve tedaviyi de belirleyen bir önemli bir unsur olabilir. Tersine "şiddete" gözünü kapatmak, ya da fark etmemek aynı zamanda tanının, dolayısıyla tedavinin de yanlış olmasına, boşuna emek ve kaynak israfına, gereksiz harcamalara neden olan bir durum yaratabilir. Sağlıkçıların bu gerçekliği bir an bile akıllarından çıkarmamalı, bireysel olarak eğitilmeli, uygulamada da bildiklerini ne kadar kullandıkları izlenmelidir.
Bunu sağlamak için sağlık kurumlarının kullandığı muayene prosedürleri, tanı ve tedavi protokolleri, formları, başvuranlara ilişkin kayıtlar, düzenli bildirilen istatistikler içinde "şiddet olgusu mutlaka yer almalıdır.
"Şiddetin bulgu ve belirtileri", "nasıl saptanacağı", "saptandığında nasıl davranılacağı", "kime ve nasıl bildirileceği", "tanı ve tedavi, hatta önlemek için neler yapılacağı", "idari ve hukuki yapılarla nasıl işbirliği yapılacağı", "hangi destek sistemlerinin devreye gireceği", "mağdurların sosyal açıdan nasıl ve hangi yollarla güvence altına alınacağı", "onlara sağlanacak rehberlik ve dayanışma uygulamaları" konuları en somut biçimde ortaya koyulmalı, rehberler hazırlanmalı ve hizmet sistemi bunları içerecek şekilde düzenlenmelidir.
Tüm bunların yanında şiddete ve şiddetin önlenmesi için yapılması gerekenlere yönelik bilimsel çalışmalar ve araştırmalar yapılması da her düzeyde özendirilmeli ve özellikle desteklenmelidir. Bilimsel ve akademik ilerleme ve gelişme açısından da bu tür konularda çalışmak daha önemli ve değerli sayılmalıdır.
Medya tüm bu süreçlerin paydaşı olabilmeli; ayrıca topluma ulaşma potansiyeli açısından "toplumun bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi" yönündeki görev ve işlevlerini de yerine getirmelidir.
Daha sağlıklı bir toplum olabilmek için kadına ve çocuğa yönelik şiddeti tüm toplum olarak elbirliği ederek ortadan kaldırmamız ve bir "polisiye olay olmaktan çıkarmamız gereklidir. (MS/EÖ)