Tarımsal üretimin, üretim tarzına yön veren hatta belirleyen diyebileceğimiz kuruluşların başında Uluslararası Tarımsal Araştırma Merkezleri yer alıyor.
Dünya genelinde 16 Uluslararası Tarımsal Araştırma Merkezi'nden 13'ü Gelişme Yolundaki Ülkeler (GYÜ) ve Azgelişmiş Ülkelerde (AGÜ) bulunuyor.
Washington'daki Uluslararası Tarımsal Araştırma İçin Danışma Grubu (Consultative Group for International Agricultural Research-CGIAR) bu merkezleri koordine ediyor.
Bu gerçeklik bize, dünya tarımsal politikalarını, üretim tarzlarını belirleme ve yön verme merkezinin Washington olduğunu işaret ediyor.
Türkiye'nin de CGIAR'a yeni üye olduğunu Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın 26 Temmuz 2005 tarihindeki basın açıklamasıyla öğrendik.
CGIAR'ın çiftçilerin felaketi olduğu dünyadaki çiftçi örgütlerinin çoğunluğunun ortaklaştığı bir görüştür.
CGIAR'ın çiftçiliği ortadan kaldıracak sürece bilimsellik şalı altında kılavuzluk ettiğini, üretim modelini doğayla, toprakla, suyla ve insan sağlığıyla dost olmayan şirket tarımcılığından yana büktüğü biliniyor.
CGIAR'a üyelik yerine kendi ulusal, bağımsız ve bilgi paylaşımına dayalı araştırma birimlerinin oluşturulup geliştirilmesinin çiftçilerin ve ülkenin yararına olacağı inanıyoruz.
Ayrıca dış güdümlü politikalarla tahrip edilmeye başlanan tarım CGIAR üyeliğiyle birlikte biz çiftçilerin bu olumsuz gidişattan çıkamayacağımız kaygısını iyice arttırıyor.
1999'da CGIAR ve 16 merkezin bütçesi 349 milyon ABD dolarıydı. Yine aynı tarihteki verilere göre; bu ağ 8 bin 600 kişiyi istihdam ediyordu. Paranın-bütçenin kaynağı ise, 58 hükümet, özel vakıflar, uluslararası ve bölgesel ajanslardır. Ortak sponsorluklarını da, Dünya Bankası, Dünya Gıda Örgütü (FAO) ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) yapıyor.
CGIAR birkaç Latin Amerika ülkesi dışında İngilizce konuşan ülkelerde faaliyet gösteriyor. Yalnızca Fransızca konuşulan Fildişi Sahili 'nde bir pirinç enstitüsü var.
Bu da Fransız hükümetinin yılda 175 milyon ABD doları civarında para ayırarak sürdürdüğü CIRAD (Centre de Cooperation Internationale en Recherche Agronomigue et Developpement) kendi tarımsal ağı bulunmaktadır. Bu enstitü ile diğer enstitüler arasında fikir paylaşımı var ama CIRAD onlardan bağımsız çalışmaktadır.
Söz konusu merkezler 1960-1970 yıllarında Gelişme Yolundaki Ülkeler (GYÜ) ile Az Gelişmiş Ülkelerde (AGÜ) gıda miktarını ve kalitesini artırma amacıyla kurulmuş olan kuruluşlardır.
Yaptıkları harcama ise tarımsal araştırmaya giden küresel harcamaların yüzde 4'ünden azını oluşturuyor. Ama bütçelerinden daha büyük nüfuza sahip olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir ve koydukları standartlar genel kabul görür. Bu yanıyla yönlendiricidirler.
IARC'ler ulusal bilimcileri eğitir, araştırma programları yapar, güdümler. Uluslararası ağları, yayınları ve prestijleri aracılığıyla da, tarımbilimin hâkim kavram, değer ile yöntemlerini yayar ve pekiştirirler. (1) Bu özellikleri ile tarımsal sistemlerin (üretim tarzlarının) eğiterek yön veren belirleyicidirler.
IMF ve Dünya Bankası'nın açtığı yoldan Uluslararası Tarımsal Araştırma Merkezi'nin şirket yanlısı "buluşları" ilerliyor öne sürdüğü üretim tarzı AGÜ ve GYÜ'lerde uygulama alanı buluyor. Başka bir anlatımla, ülkelerin tarımsal üretimine bu merkezler yön veriyor.
Bu merkezlerin birkaçı, 1960'ların Yeşil Devrimi 'nin, yani yüksek verimli pirinç ve buğday türlerinin geliştirilmesinin başını çektiler. 1990'lardaki söylemlerine bakıldığında odak noktalarını "öncü bilim aracılığıyla yoksulluğu azaltmak" (2) diye ifade ettiler halen de etmekteler.
Ama uygulamaları ile söylemleri çok farklı olduğu kanısı da yaygın bir görüş olarak orta yerde duruyor.
Bunun en bariz örneği ve eleştiri konusu; şimdilerde yoğunlaştıkları çalışma konularının genetik manipülasyon olduğu bunun da küçük çiftçiliği ortadan kaldırıcı işlev gördüğü kanısıdır. Bu durum merkezlerin söylemleri ile uygulamaları -sürdürdükleri şirket yanlısı politikaları- arasında büyük bir açı farkı olduğu kuşkusunu veriyor.
Ayrıca, 1960'ların yüksek teknolojili Yeşil Devrimi'nin küçük çiftçilerden çok, büyük çiftçilere yardım ettiği ve yoksulluğu azaltmadığı kanıtlandı.
Geriye dönük sürece bakıldığında, araştırmaların yoksulların ürünleri olan baklagil ve kaba hububattan çok zenginlerin gıdası olan pirince yoğunlaştığı görülüyor.
Yine bazı araştırma merkezlerinin Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) teknolojisinden yana istekli olması, araştırma enstitüleri için yeni soru işareti ile kuşkular oluşturuyor.
Merkezlerin bu konudaki kendi görüşleri ile savunuları ise;
* Daha üretken bir tarımda iş yaratarak topraksız işçilere de faydalı olduğu,
* Birçok çiftlik işçisi ile çiftçilerin yeni türleri benimsemesi nedeniyle daha elverişli bölgelere göç ettiği,
* Gelişen ülkelerde tarımsal araştırmanın en büyük faydalarından birinin, daha verimli ekin üretimiyle sağlanan ucuz gıda olduğu,
* Gelirlerinin çoğunu gıdaya harcamakta oldukları için, özellikle yoksulların yararına olduğu,
* Kır yoksulları, farklı farklı "yoksulluktan çıkış yolları" aramaktadır ve araştırmalar, bu insanlara bir çıkar yol bulmakta yardım ettiği,
* Birçok hanede, tarımsal üretimi yüklenen kadınlar, temel gıda maddeleri üretimindeki yeniliklerden ve emek tasarrufu sağlayan gençlerden faydalandığı,
* Birçok araştırma kurumu, asıl olarak yoksulların yetiştirdiği ve tükettiği ekinlere öncelik vermiş ve çok sayıda yoksulun yaşadığı bölgeleri kalkındırmayı hedeflediği, savlarını başarılarının ölçütleri olarak gösteriyor.
Ama deneye dayalı kanıtlar, bu araştırmaların, yoksulluğu azaltmada genel olarak başarılı olmadığını gösteriyor.
Tarımsal araştırmaların uyguladığı yöntem ve yöneldiği hedef ortak paydada buluş(a)madı. Çünkü yoksulluğa odaklı olduğu söylenen araştırmaların gerçekte varsılların çıkarına hizmet ettiği ayan beyan ortaya çıktı.
Yoksulluğu gidermeyi hedefleyen bu araştırmaların getirdiği faydalardan yoksulların adil pay almadığı ve bunlardan sağlanan faydanın aslında zenginlere gittiği iddia ediliyor. (3)
Örneğin; CGIAR'a bağlı 16 araştırma merkezlerinden biri de IRRI 'dır. 1960'larda Manila merkezli kurulan Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (International Rice Research Institute-IRRI) yeni pirinç türleri üzerine çalışmalar yapmış.
IRRI'nin iddiası, pirinç ve diğer ürünlerde yapılan iyileştirmeler sayesinde yoksul tüketiciler için fiyatların önemli ölçüde düşürüldüğü binlerce hektarlık ormanı tarlaya dönüştürmekten kurtarıldığı ve yetersiz beslenen çocukların sayısının azaltıldığıdır.
Ama Filipinler'de yaşayanlar ise; IRRI'yı "Filipinler'deki pirinç ekicilerinin felaketi" olarak görüyor. "IRRI'nın pirinç yetiştirmek için kullandığı pahalı kimyasal ve böcek öldürücü girdileri toprağı bozmuş ve çiftçilerin geçimlerini mahvetmiştir."4 Filipinliler bu iddialarını, Filipin Pirinç Araştırma Enstitüsü'nün, 54 ilin 48'inde toprakların verimliliğini kaybettiği bulgusuna dayandırıyor.
Ayrıca IRRI'nin 1983-1999 yıllarına ait Yıllık Raporlarında Ciba-Geigy, Monsanto, Shell ve Union Carbide gibi kimya şirketlerinden bağışlar aldığı yer alıyor. (5)
IRRI bütün denemelerini kimyasal gübrelerin kullanılması varsayımı üzerine kurguladı. Organik üretim tarzı IRRI'nin programında yer almazken, GDO teknolojisi benimsenebiliyor. Bu nedenle organik üretim tarzının geliştirilmesi doğrultusunda araştırma ve çabaları da bulunmuyor.
Açıklanması gereken gerçekler ise şunlardır:
* Birincisi, IRRI araştırma sisteminde küçük çiftçilerin sorunlarını sorun etmiyor, bu nedenle küçük çiftçilerin durumunu geliştirici çabalarda bulunmuyor.
İzlenen bu politik tercih nedeniyle süreç içerisinde çiftçiliğin ortadan kalkması, tarımın şirketleşmesine hizmet ediyor.
* İkincisi, araştırmaların hiçbiri organik ya da düşük dış girdili çiftçiliği geliştirmeye yöneltilmemiştir. CGIAR'ın böylesi araştırma, çalışmaları hiç yoktur.
Bu merkezlerin endüstriyel üretim tarzı tercihleri nedeniyle toprak ve su her geçen gün kirleniyor, hızla kullanılamaz duruma sürükleniyor. Biyo-çeşitlilik azalıyor, dünya ekosistemi bozuluyor.
Söz konusu üretim tarzı ile elde edilen gıdaların insan sağlığını bozduğu görüşü çok yaygındır.
* Üçüncüsü, CGIAR'ın 16 merkezinde GDO teknolojisine karşı açık bir tavır olmamasının yanında Washington merkezli IFPRI gibi bazı merkezler GDO teknolojilerini benimsemekte ve savunabilmektedir.
Bu da bize dünya hakimi çokuluslu şirketlerin bu günkü yönelimlerini göstermenin yanında CGIAR'ın kimin yararına çabaladığını gösteriyor.
Bütün olarak değerlendirildiğinde CGIAR gıda güvenliğini tehdit edici, çiftçileri çiftçilikten koparıcı, şirket tarımcılığını kollayıcı ve geliştirici bir işlev görüyor.
Bir köydeki tepenin ön ve arka yüzündeki toprağın bile birbirine benzemediği bir doğada, Washington koordineli Tarımsal Araştırma Merkezleri ile diğer uluslararası finans kuruluşları ve kurumları birlikte çokuluslu şirketler için bütün dünya topraklarını, sularını, ürün yelpazesini nasıl belirlemeye ve kontrol etmeye çalıştığını gösteriyor.
İşte küreselleşme diye bizlere anlatılan, kapitalizm, böyle bir şey ve zapturap ile her şeyi yönettiği gibi tarım sektörünü de yönetiyor.
Evet CGIAR'ın işlevi bu. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın basın açıklamasına göre CGIAR'a üye olan 59. ülke de, Türkiye'dir.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, "Türkiye'nin, küresel gelişmelerin takip edilmesi, materyal değişimi ve geliştirilen teknolojilerin transferinde önemli avantaj sağlanacağı" belirtiliyor.
Yine açıklamada, "Tarımsal Araştırma Genel Müdürlüğü'nün (TAGEM) çevre, tarım, orman ve balıkçılık alanlarına dayalı bilimsel araştırma ve bu araştırmalara dayalı faaliyetler yürütmeyi, gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğun azaltılması, sürdürebilir gıda güvenliğinin sağlanmasını hedefleyen CGIAR'a üyelik için 1992 yılında girişimde bulunduğunu bugüne kadar sonuç alınamadığını, 21 Temmuz tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla CGIAR üyeliğine onayın verildiğine yer verilmiş, CGIAR'ın hesabına 500 bin dolarlık aidatın aktarılmasıyla da üyelik aktif hale gelmiş" deniyor.
Bir süredir TAGEM'in kapatılacağı söylentileri ortada dolaşmaktadır. TAGEM'in elinde bulunan bitkisel ve hayvansal gen kaynaklarımıza yer arandığı da biliniyor.
Ulusal bir kuruluş olan TAGEM'in görevi 21 Temmuz tarihli Bakanlar Kararı ile CGIAR'a ihale edilmiş gibi bir durum ortaya çıkıyor. İhalenin, ilk taksiti olarak da 500 bin dolar aidat ödenmiş bile.
Burada ülke tarımının böylesi bir çokuluslu tarım ve gıda şirketlerinden yana çubuk büken CGIAR'a üyeliğin getireceği olumsuzluk elbette tartışılmalıdır.
Ama bunun da ötesinde çokuluslu tarım ve gıda şirketlerinden yana bir politikayla çalıştığı için CGIAR'a verilen bu para dolaylı olarak söz konusu şirketlere verilmiş bir para olarak görülmelidir.
Çünkü CGIAR şirketlerin çıkarına çalışan, onların yararına araştırmalarını programlayan bir kuruluştur. Bizim gibi ülkelere bu araştırmalar sonucunda kendi çıkarları doğrultusunda yön verenlere biz ayrıca niye üste para verdik/veriyoruz bunu anlamış değiliz.
Bundan da önemlisi TAGEM'in elinde biri Ankara diğeri İzmir'de olan iki Tohum Bankası var. Her iki bankada 5-6 bin adet civarında bitkisel ve hayvansal (meyve-sebze vd) gen kaynaklarımız var.
Eğer bu gen kaynaklarımız materyal değişimi adı altında CGIAR'a verilecek olursa işte o zaman bunu verecekler, her kim ve hangi iktidar olursa olsun onları hainlikle itham etmek bile hafif kalır.
Ayrıca bilinmelidir onlara hain demenin bilinmelidir ki; bugün de, ilerde de, bir faydası olmayacaktır. Bitkisel ve hayvansal gen kaynaklarımıza bugünden sahip çıkmayanlar ilerde en azından vatansever sayılmayacaklardır. (AA/BA)
* Abdullah Aysu Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu Sözcüsü
* Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu Ayçiçek Üreticileri Sendikası (Genel Başkanı Nevzat Uğur, )Fındık Üreticileri Sendikası (Genel Başkanı Kutsi Yaşar), Hayvan Yetiştiricileri Sendikası (Genel Başkanı A.Hamit Gürleyen), Hububat Üreticileri Sendikası (Genel Başkanı Abdullah Aysu), Tütün Üreticileri Sendikası (Genel Başkanı Ali Bülent Erdem), Üzüm Üreticileri Sendikası'ndan oluşuyor.