Fotoğraf: Canva
Toplumsal bellek, denen kavrama nişanladım belleğimi. Hatta bütün varlığımı adadım ona!
Öyle ya; ona sadık olmak gerek; sözünden çıkmamak! Bu demektir ki, balık belleğine sahip olan çoğunluğa ayak uydurdum. Fillerle işim ne, di mi ama...Çoğunluk balık gibiyken. Aykırı olmak da ne demek?
Kaldı ki insan böylelikle biraz daha az yalnızlaşır! (Nedense, Stockholm sendromuna kapıldığımı düşündüm bir an!)
Anlayacağınız, bu kaotik düşünceye sebep olanın ne olduğu konusunda bir teorim var ama... Paylaşmak oldukça uzun sürer - ukusuzluğum bunu protesto edecektir.
Acaba, diyorum; bilinçaltında nuks ederek; kemirgenliğini koruyan ve rahatsızlık veren, vicdan azabı mıdır? Yoksa, psikiyatrik vaka mıdır hallerim?
Sorumluluk
Belki de bir çoğunuz, tıpkı benim gibi (gizliden gizliye) maruz kalmışsınız bu karmaşık psikolojiye. Zira, alıkların dolup taştığı bu sistem de böyle hissetmememiz pek mümkün değil gibi geliyor bana.
Bu yüzden mi kendimi toplumsal baskıya yenik düşmüş hissediyorum? Balıksı ruh halimi benimsemekte zorlanmam bundan. Yaşadığım dilemma beni, farkındalık yaşa(ya)mayan; kervanından kopmuş pusulasız bir insan olma hissini veriyor. Kendimi koruma içgüdüsüyle çırpınmam bundan olamaz mı? (Gecenin bu saatinde uyumak yerine düşündüğüme göre; sorun ciddi ve çetrifelli olmalı.)
Evet! Hakikaten sorunun oldukça çetrefilli olduğunun farkındayım. Her ne ise artık; üzerinde çok fazla durmaya değer mi bilmem, ama kendi hislerimi, bilincimi sorguluyorum; çünkü bunu, bir sorumluluk olarak görüyorum.
Basit ve banaldır suallerim: ben neredeyim, kimim ile başlar! Bu hayatta yerim, vazifem, anlamım ne, diyeniniz yok mu benim gibi? Allah aşkına kim için varız; kimlerin hayatını yaşıyoruz? Siz hiç sormaz mısınız kendinize?
Kısaca söylemek istediğim; kendi "kader"imiz dediğimiz çerçevenin içini; nasıl ve neyle dolduracağımıza, kendimiz karar verebiliyor muyuz? Ve bunu mümkün mertebe, etki altında kalmadan; baskıdan uzak ve özgür bireyler olarak yapabiliyor muyuz?
Lütfen beni bağışlayın! Anlaşılacağı üzere, ben, soru sormayı seven bir insanım. Tıpkı küçük çocuklar gibiyimdir; hani bilgiye susamış olan o sevimli çocuklar var ya! (Gerçi, benim bilgiye susmışlığım oldukça sevimsizdir ve üzerimden atamadığım mesleki bir zaafın sıkan kemerinden başka bir şey değildir!)
Akrabalarımız
Bu nedenle yine soracağım: siz, bu garip evrende, bilinmeyen; kontrol edilemeyen bir gücün robot simülasyonuna uğramış gibi hissetmez misiniz kendinizi? En azından şu anınızı düşünseniz bi zahmet! Hani, o vazgeçemediğiniz mecburiyetlerinizi düşünün bi, olmaz mı?
Hem sizce de herkes birbirine benzemeye çalışmıyor mu? (Bu izlenimimde yanılmadığıma iknayım artık!) Kazanılması gereken bir yarışma mı var, benim bilmediğim, ama herkesin bildiği?
Kaldı ki herkes beğenilmek; sevilmek zorunda da değil. Bırakın sevmeyiversinler sizi; kıyamet mi kopar?
Hem neden bu hayatın çirkefliklerini sevmek zorunda hissediyoruz kendimizi? Ve dahi çoğunluğun inancına inanmak ve onu sevmek zorundaymışız gibi davranıyoruz?
Peki ya şu akrabalarımız... Bi de şu yöneticiler ve gitmek zorunda olduğumuz işimiz vesaireleri sevmemiz neden? Tanıdıklarımız, çevremiz öyle uygun bulduğu için mi bütün bunlar? Yapmayın ne olur? Suspus olduğumuz için değil mi una, soğana gelen zam? Mesela yani..!
Tamam, tamam! Yüzünüzü buruşturduğunuzu görüyorum artık...
Kızmayın kardeşim! Yazdıklarımı okuduysanız bile; ciddiye almazsınız, olur biter.
Yine de kafanızı bulandırdı isem, af ola!
Not: Galiba suç, ”sesli” düşünebilmemde...
(HK/EMK)