Gelinen noktadan daha da fazla vergi indirimini zorlayacak. Özelleştirebildiği kadar çok sosyal güvenlik kurumunu özelleştirecek. Hem sosyal hem de ekonomik alanlarda sadece kendi muhafazakâr değerlerini taşıyan sorumluları göreve getirecek.
Yapabildiği kadar çok çevre yasasını hükümsüz kılmaya çalışacak. Polisin yaptığı tüm soruşturma ve kovuşturmalarda hükümet otoritesini alabildiğine güçlendirmeye çalışacak. Kısaca alışılagelmiş bir sağ siyaset izleyecek.
Çok daha fazla karışık ve üstü kapalı olan şey ise Bush yönetiminin ikinci dönemde dış politikada ne yapacağı. Bunun çok basit bir nedeni var. Bir yandan ilk başkanlık dönemi boyunca Bush yönetimi kendini tek bir dış politika stratejisine adadı; nerede ve ne zaman ihtiyaç duyulursa tek taraflı bir "önleyici vuruş" stratejisi.
Öte yandan ise bu dış politika stratejisi başarılı olamadığı gibi sadece ABD içindeki ve dünyadaki Bush muhaliflerinin değil, yönetimin sadık destekçilerinin de eleştirilerine hedef oldu.
Bush taraftarlarının safları arasında ciddi bir kargaşa var. Bunu önde gelen muhafazakâr isimlerin Donald Rumsfeld'in istifası için gösterdikleri talepler zincirinde görebiliriz. Bunun karşısında ise Rumsfeld'i destekleyen başta Başkan Bush olmak üzere başka isimler var. Rumsfeld olayı bu olgunun açık bir göstergesidir.
Peki şimdi neler olmasını bekleyebiliriz? Burada iki soru ortaya çıkıyor. Bush yönetimi ilk dönemdeki dış politikasını sürdürecek mi? Ve de, bu politikadaki değişimler ölçüsünde dünyanın geri kalanı buna nasıl bir tepki verecek?
Şu anda en el yakıcı sorun Irak. 2005'e girerken ABD'nin bir numaralı politika önceliği Ocak ayı sonunda gerçekleştirilecek Irak seçimleridir. Peki ama niye bu kadar büyük bir önem arz ediyor bu seçimler?
İlk olarak ABD açısından, isyancıların* tüm saldırılarına rağmen bu seçimin yapılabileceğinin gösterilmesi başlı başına büyük bir önem arz etmektedir. İkinci olarak ABD, seçimler yapılamaz ise Ayetullah Sistani'nin bundan ABD'yi sorumlu tutacağından ve şimdiye kadar sürdürdüğü ihtiyatlı bir mesafeyi koruyan tavrını değiştirerek aktif bir düşmanlık politikası uygulamaya başlayabileceğinden korkmaktadır.
Üçüncü olarak da ABD Irak'ta yaşanan siyasi ve askeri savaşı, Iraklı isyancılar ile ABD arasındaki bir savaş olmaktan çıkartıp, isyancılar ile seçilmiş meşru bir Irak hükümeti arasındaki bir iç savaşa çevirmek istemektedir. Ancak en önemlisi dördüncü olarak, bu seçim Irak'taki ABD birliklerinin sayısını azaltmak için olmazsa olmaz bir önkoşul olarak görülmektedir.
Elbette ki bu seçimlerin yapılmasını heyecanla bekleyen başkaları da bulunmakta, ki özelde bunlar Irak geçici hükümeti ve ana akım Şii partileridir.
Bu yüzden seçimlerin gerçekleşeceği, devam eden ve büyük ölçüde yayılan şiddete ve özellikle Sünni bölgelerde seçime katılımın çok düşük oranlarda kalacak olmasına karşın nerdeyse kesin gibi. Peki ama seçimlerden sonra ne olacak?
Büyük bir ihtimalle en büyük Şii parti olan Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi (IİDYK) lideri Ayetullah el- Hekim'in Başbakanlığında yeni bir hükümet göreceğiz.
Söz konusu müstakbel hükümet seçimlerin hali hazırdaki gidişatına ve El-Hekim'in tavırlarına bağlı olarak, ulusal bir hükümet olarak asgari bir kabul görmüş olarak göreve bağlayacak veya bu asgari kabulü elde edemeyecektir.
Buna karşın direniş hareketi kesinkes yeni hükümeti ABD kuklası olmakla suçlayarak yoluna devam edecektir. Bunun sonucunda yeni Irak hükümeti er veya geç halihazırdaki İyad Allavi hükümetinin sürdürdüğü Amerikan yanlısı politika ile Irak halkının talepleri doğrultusunda milli bir çizgiyi savunmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır.
Yeni Irak Hükümetinin er veya geç daha fazla milli bir politika izleme yoluna gireceğini ve bunu öncelikle kendi meşruiyetini tesis edebilmek için yapmak zorunda olduğunu anlamak için Orta Doğu uzmanı olmaya hiç de gerek yok.
Bu safhadan sonra ABD ordusunun Irak'tan çekilmesine dönük baskılar üç farklı yönden gelecek: Direnişçilerden, Irak hükümetinden ve ABD kamuoyundan. ABD içerisinde gün be gün çok daha fazla insan ABD'nin Irak için ölen ve yaralanan askerlerle ödediği bedelin ve savaşın maliyetinin çok fazla olduğunu düşünmekteler.
ABD yalnızlaştırıcı bir reaksiyoner hareketin eşiğindedir. Ve Cumhuriyetçi Parti içerisinde de bu izolasyonist tavra kararlı insanlar olduğu içindir ki önümüzdeki süreçte Başkan'ın kendi taraftarları içerisinde dahi askerlerin geri gelmesini zorlayanların olduğunu görebileceğiz.
Öte yandan Bush yönetiminin içerisinde bu eğilime şiddetle karşı olanlar olduğu gerçeği su götürmez. Bunlar her şekilde birbirlerinden ayrı iki hizip olan sertlik yanlısı askeri otorite yanlıları (militarists) ile yeni muhafazakârlardır.
Ne var ki bu kamp bugün 2003'te olduğundan çok daha zayıf bir durumda. İşte bu yüzden ABD Dış Politikasında gözle görülür bir değişiklik bekleyebiliriz. Ancak beklemememiz gereken şey, Colin Powell'ın ve baba Bush'un danışmanlarından Brent Scowcroft'un gönlünde yatan ve de tabii ki Demokrat Parti içerisindeki Senatör Biden ve Liebrman gibi daha muhafazakâr isimlerin de istedikleri gibi, bir orta yolcu "çift-taraflı" politikanın sürdürülmesidir.
Irak'ta olanlar Bush'un tüm dış politikasının belirtileri olacaktır. Bush yönetimi, İran ve Güney Kore konusunda geri adım atarak, güçsüzlüğünü üstü kapalı bir şekilde de olsa kabul etmiş oldu.
Bush'un beyin takımı tüm o afra tafralarına rağmen ellerinden gelen çok az şey olduğunun bilincindedirler. İsrail ile Filistin arasında yenilenen bir ilişkiden memnun kalacaklardır. Blair bu hususu zorlamaya çalışıyor ancak ABD teşvik etmek dışında burnunu sokmaya pek niyetli değil.
(İsrail- Filistin arasındaki) bu yeniden şekillendirilmiş ilişkilerin uzun bir süre devam etmesi ve kalıcı olması beklenmemelidir. Ve her koşul altında Bush yönetiminin İsrail meselesine fazla bulaşmama tavrı, ABD iç kamuoyunda daha az yara almasını sağlayacaktır.
Dünyaya bakalım, acaba Bush nerelerde harekete geçebilir? Küba'da mı? Hiç şüphesiz bunu çok isterdi.
Ancak günümüzde Alabama'da (yani Bush'un kendi memleketinin kalbinde) bile, eğer kendileri Küba'ya tavuk satmazlarsa Brezilya'nın satacağını söyleyen ve hükümetin Küba ile ticarete getirdiği kısıtlamaların Florida'da yaşayan Kübalı sürgünlere verilmiş haksız bir sus payı olduğunu savunan devlet yetkilileri var.
Herhangi bir Küba macerası için ABD içerisinden hiç de destek gelirmiş gibi görünmüyor. Rusya da mı? Daha yeni, Bush'un Putin ile işbirliği yapmak konusundaki kararlılığını ifade ettiğini gördük, üstelik de Ukrayna seçimleri yüzünden Amerika'da Putin'e onca yüklenilmişken.
Çin? Bush yönetimi Çin'in Asya'da artan siyasal rolünden rahatsızlık duymasına rağmen, herhangi bir düşmanca davranış ABD'nin ekonomik çıkarlarına hiç de uymaz. Peki Avrupa mı?
Rumsfeld'in "yeni Avrupa"sı bile yavaş yavaş ABD'yi yalnız bırakmaya başlıyor. Kısacası, Bush yönetiminin pek fazla seçeneği yok. Ve tabii Bush çok kurnaz ve ilkesiz bir politikacı olduğu için aleyhine ağır sonuçlar doğuracak böyle bir maceraya girişmek istemeyecek.
Peki, ABD'nin bu hem ekonomik hem de siyasal anlamda içe kapanışı ve gerileyişi karşısında dünya nasıl hareket edecek? Herkes tahmin edebilir ki, önceleri kısa süreli bir temkinlilik döneminden sonra, herkes ABD'nin bu jeopolitik zayıflığının yaralanmak isteyecektir.
Sorun şu ki, ABD'nin dünyadan çekilmesi süreci aynen oturma odasındaki bir fili çıkartılmaya benziyor. Kimse ortaya çıkacak boşluğun nasıl doldurulacağından pek emin değil, kimsenin böylesi bir durum için hazır ve kapsamlı bir politikası yok. Bu yüzden diğer jeopolitik oyuncuların kendi aralarında daha çok kararsız itişmeler yaşaması beklenebilir.
ABD, Bush 2001 yılında iktidara geldiğinde zaten düşüşe geçmiş olan hegemonik bir güçtü. George W. Bush, ilk dört yıllık hükümet döneminde, Amerika'nın dünyadaki pozisyonunu düzeltmeye çalışırken, durumu çok daha kötüleştirdi. ABD (ve Bush) ikinci başkanlık döneminde, akılsızca ektiği tohumların hasadını toplayacak!
* ( insurgents: Kelime olarak, başkaldıran, isyancı. Batı medyasında Irak'lı direnişçiler için genel olarak bu ifade kullanılıyor. Çevirinin geri kalan kısmında bu kavramın karşılığı olarak daha kapsamlı bir anlatım sunduğu için "direnişçiler" ifadesi kullanılmıştır. Çevirenin Notu)
** Immanuel Wallerstein'in 1 Ocak 2005'de Fernand Braudel Sosyal Bilimler Merkezi, Binghamton Üniversitesi'ndeki konuşmasını Bünyamin Esen çevirisiyle Açık Radyo' dan aldık.