Tuna nehrinin kıyısında kurulmuş başkentlerden Orta Avrupa'nın medarıiftiharı
Budapeşte'nin kartpostal güzelliği, tüm dünyadan turist çeker. Merkezî Rákóczi caddesinde bulunan Urania Sineması gibi tarihî sinemalar kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırken Macar halkı son yıllarda mutluluk pınarı olarak lanse edilen alışveriş merkezlerine yönlendiriliyor. Arsız ekonomik düzen, görkemli geçmişinin aksine Budapeşte'de fazlasıyla dar bir kesimin gün geçtikçe zenginleşmesine, geniş bir kitlenin ise fakirlik sınırında yaşamasına sebep oluyor.
Tuna boyunca...
Macaristan AB'nin ikinci sınıf üyelerinden sayılsa da, başkenti Budapeşte Avrupalı ve ABD'li turistlerin mutlaka uğradığı ve kimliksiz gezebildikleri şehirlerden biri.
Gayet fiyakalı ışıklandırmalarıyla başta Kraliyet Sarayı ve Aziz Matyas kilisesinin, birbirinden estetik tarihî köprülerin ve Parlamento binasının süslediği Tuna kıyısı, özellikle geceleri fazlasıyla çekici bir vitrin vazifesi görüyor. Üstelik dünyanın en revaçtaki otelleri ve markaları, komünizm sonrasının şokunu atlatan şehrin stratejik noktalarını çoktan kapmış durumda.
Artık dünyanın neresine gitseniz karşılaşabileceğiniz açık hava konforunu sunan kafeler için birçok sokak araç trafiğine kapatılmış durumda. Ismarlayacağınız İtalyan kahvesinin yüksek standardını yakalamanız garantili. Osmanlı geleneğinin sürdürüldüğü muhteşem hamam da mutlaka ziyaret edilmesi gerekenler arasında.
Fakat Buddha-Bar Hotel'in kızıl ışık saçan zemin katına çok yaklaşan bir kloşarsanız (evsizseniz) sivil polislerce sıkı bir kimlik kontrolüne maruz kalmanız ve bölgeden kibarca uzaklaştırılmanız büyük ihtimal. Birkaç metre ötede size yüksek sesle kokain hatta psikolojik durumunuzu en yüksek mertebeye çıkarabilecek uyarıcıları teklif edenler de cabası...
Urania sineması
Özellikle Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde güçlenen ve zenginleşen Macarlar ihtişamlarını Budapeşte'nin mimarisine fazlasıyla yansıtmış. Her ne kadar başkentin bazı muhteşem yapıları yerini arsız kapitalizmin pençesinde modern binalara terk etmiş olsa da, 1890'lardan kalma Venedik Gotik ve Doğu Mağribî stilindeki Urania Sineması gibi eserler ayakta kalmaya devam ediyor.
Gerçi mekân mimar Henrik Schmahl'a müzik ve dans salonu olarak ısmarlanmış, ama perdelerini kabare olarak açmış. 20. yüzyılın başında Macar Bilim Akademisi bilimsel filmlerin gösterimi için salonun işletmesini devralmış ve adını Urania Macar Bilimsel Tiyatrosu olarak değiştirmiş. 1901 yılında ilk bağımsız Macar filminin gösterimi de burada yapılmış. Bugünlerde ise, ana mekânını olduğu gibi korumakla birlikte, küçük salonlarında çeşitli film gösterimleri, Hint kahve ve çaylarının ikram edildiği bodrum katındaki mekân, canlı müzik yapılan giriş holünün üstündeki kafesiyle kapanmamak için direniyor. 1956 devrimi sırasında önünde kanlı çatışmaların yaşandığı Corvin Budapest Mozipalota, Puskin Mozi, Művész Mozi, Kino Mozi, Cirko Gejzír ve Toldi Mozi şehrin aynı kaderi paylaşan eski ve şaşaalı sinema salonlarından geriye kalanlar.
Ben mevzubahis Urania'da Belçika'daki büyükbaş hayvan üreticilerine yönelik, mafyaya endeksli hormon piyasasıyla ilgili Bullhead'i, 31.İstanbul Film Festivali'nde gösterilen, Catherine Deneuve'ün olgunlaştıkça güzelleşen kızı Chiara Mastroianni'yle oynadığı Les bien-aimés'yi ve son derece kabiliyetli olmasına rağmen kız çocuğu olduğu için babası tarafından zorlu bir hayata mahkûm edilen Mozart'ın kızkardeşiyle ilgili Nannerl, la soeur de Mozart adlı filmleri seyrettim. Macar sinemasının yetiştirdiği en önemli yönetmenlerden István Szabó'nun son filmi Az ajtó'dan ise kaçınmam gerektiği söylenmişti, Macarca konuşma taklidi yapan Helen Mirren'ı seyretme konusunda ısrarlı değildim ne de olsa...
Geceyarısına doğru başkent
Özellikle film çıkışları pansiyonuma ulaşmak üzere büyükelçiliklerin bulunduğu Stefania caddesine doğru yola koyulduğumda genellikle kavşakların alt geçitlerinde yerde uyuyan evsizlere, ana caddede çöpleri karıştıran açlara, meşrubat ve bira tenekelerini ayrıştıran düşkünlere rastladım. Kapı girişlerine uzanmış sarhoşlar, yaşlılar, nazikçe ama ısrarla seks teklifinde bulunan kadınlar ve erkekler de sık sık karşıma çıktı. Bir yanda körüklü körüksüz Ikarus otobüs ve troleybüsler, bir yanda Hummer Limuzinler bulvarları aşındırıyordu.
Komünizm döneminden kalmışa benzer bazı tapon ve renkleri solmuş elbiselerin sergilendiği hazin dükkânların yanında, zamanında "madam" ve "mösyölerin" kahvelerini yudumladıkları, uzun yıllar önce kapanmış gibi görünen pastanelerin tozlu vitrinleri, duvarlarından kurşun izlerini silememiş kasvetli birçok bina, bir de aklımda sadece adı Ayasofya olanı kalan, ucuz ve hızlı hizmet konusunda uzmanlaşmış, Török sıfatlı epey dönerci dükkânı...
Memleketlerini Formula 1 gibi atraksiyonlardan mahrum bırakmayan yönetici kesim, sosyal adaletsizliği görmezden geldiği gibi ülkenin ekonomik krizinin faturasını dünyaya Çigan müziğinin nadide eserlerini vermiş geniş azınlık Roman'lara kesmeye hazır.
Ülkedeki milliyetçilik ve ırkçılık, kendini AB'nin ağır sıklet güreşçilerine göre zayıf hisseden Macarlara komplekslerini tatmin etme fırsatı veriyor, geçenlerde internette gerçekleşen Yahudi avı bunun bariz bir örneği. Avrupa'nın göbeğinde yazılmakta olan çirkin senaryoların kıtanın külü soğumamış geçmişini hatırlatması dileğiyle... (MT/HK)