Kimi “an”ların hayatta bazen hiçbir karşılığı olmaz. Gediğine oturmaz taşlar. Öğretilenlerle o “an”ı açıklayamazsın, kelimeler yetmez. Cümleler yer yarılmış da yerin dibine girmişçesine uzaklaşır senden. Kuytulara çekilir bildiğiniz tüm doğrular. İki kere iki dört yapmaz. Zaman kendi nehrinde akmaz. Eğilir büzülürsün, kulübene çekilir sessizliğini dinlersin. Basamakların bir geriye bir ileriye işler. Kısaca “saçma”dır bu “an”ı tanımlayan. Saçmalık sarar dört bir yanınızı. Saçma bir şey için gecelerce oturup düşünür, hatta ağlarsınız. Tamamen saçma bir şey için satır satır yazılar yazar, şarapla hiç olmadığınız kadar dost olursunuz. Bütün aklıselimler(!) size sırtını çevirir ve geçmişiniz size ihanet edercesine kaçar sizden. İşte saçma! Saçma olmasına saçma, ama yine de gökyüzüne bakmak gelir aklınıza saçmalıktan. Kuşları izlemeye, martıları dinlemeye, sokaktaki çocuklarla oynamaya, kirli bir sokak kedisini göğsünüze yaslayıp saatlerce sevmeye başlarsınız. Hikâyeler biriktirirsiniz. Eski kitaplarınızı karıştırır, kitap aralarına koyduğunuz notları bulmaya başlarsınız. Annenizin ördüğü atkıya sıkıca sarılırsınız. Bedeninize dokunursunuz. Elinizi bir diğer elinizle kavrayıverir ve kendi sıcaklığınızı tüm vücudunuza işletmeye çalışırsınız. Neden mi? Tamamen “saçma”lıktan!
Düşler kurarsınız, yürürken hayaller kurarsınız, otururken hayaller kurarsınız. Kendinize “bakmaya” içinize girmeye başlarsınız. Sokakları adım adım gezer, tüm sokaklardan bir parça katıp içinize, çekip gidersiniz. Yeşilde durur, kırmızıda geçersiniz... Atlıkarıncaları özlersiniz. Kıtır kıtır elma şekerlerini. Dalgaları seyreder, bir dalgaya kapılıp atarsınız kendinizi karşı kıyılara… Yollar, bilmediğiniz diyarlar tüter burnunuzda. Uçurtmalar yapmak falan geçer aklınızdan. Eski fotoğraflarınızı arar bulursunuz. Ve yağmurlar çıkartırsınız yüreğinizden, şemsiyesiz dolanırsınız yağmurlarınızda… Neden mi? Tamamen “saçma”lıktan!
Herkesin saçması kendine göredir elbet ancak kimi haller vardır ki çoktan saçma damgasını yemiştir toplumun alışkın bünyesine ters diye. Tam da bu nedenle belki de sunulmuş bir hayat döngüsüne isyandır bu saçmalıklar. Küçük Prens’in gezegeninde yaşamadığımıza göre hiçbirimiz, yapıp yapabileceğimiz en direngen şeydir belki de saçmalıklara sarılmak. Aklıselimler(!) ki onlar iktidarı pek severler ve her şeyin en iyisini bilirler; saat başı öten kuşlu saatler gibidirler. Kendi döngülerini hatırlatır ve sizi hep yola getirmeye çabalarlar. O yol ki, gerçekten de gerçek değildir. İçine atıldığımız bir bilim kurgu filmine çevirmeye çalışırlar yaşamlarımızı. Ve bizleri kurup kurup durdukları oyuncaklara çevirmek isterler. Biz aslında yokuzdur onlara göre. Sadece bedenen de değil, hayallerimizle, özgürlüklerimizle, saçmalıklarımızla da yokuzdur. Olsak olsak onlar için; ki onlar daha da zengin daha da iktidar sahibi olsun diye; birer robot ya da oyuncağızdır aslında. Önümüze yaşam diye sundukları şey de, kaybetmek ya da kazanmak üzerine kuruludur. Ne kadar saçmalarsanız o kadar kaybedeceğiniz, ne kadar a
klıselim olup iktidar-para sahibi olursanız o kadar kazanacağınız bir hayat. Yoldan çıkmaya başlarsanız, en önce yanı başınızdakiler seslenir size. Ne de olsa her birimiz, o saat başı öten kuşlardan olmaya adayızdır bu hayatta. Çoğunlukla da dizginlemeye ve yola getirmeye çalışırız sürümüzdekileri. Kendimiz de kıvrım kıvrım kıvranırken yaparız üstelik tüm bunları. Eğer bu şekilde durdurulamayanlardansanız ya da yanınızda birlikte yürüyebildikleriniz varsa, bu sefer de kocaman bir devlet çıkar karşınıza. Nereye dönseniz devletle burun buruna gelirsiniz. Ki o devlet denilen de etten kemikten sizin benim gibi misafir bir canlıdır bu hayatta. Tabiki rozetiyle, cübbesiyle, madalyasıyla, copuyla, tankıyla gözümüzde devleştirilen bekçileri olmak kaydıyla. Hizaya gelmezseniz cezalandırılırsınız. Yok sayılırsınız mesela, sonra sesiniz onları rahatsız ederse ağzınızı kapatırlar, yaşam alanlarınızı korkuluklarla çevirirler, hapishanelere tıkarlar, hiç olmadı kalbinizden kafanızdan vururlar. Yetmezmiş gibi olur da tepkinizi koymak isterseniz neredeyse her protestonuzda bozulan bir kamu düzenleri vardır sonra. Öldürülen çocuklar, soğuktan donan evsizler, göçükte nefessiz kalarak ölen madenciler, hastaneye yetiştiremediği çocuğunun cansız bedenini çuvalda taşıyan bir baba, havan mermisiyle öldürülen kızının parçalarını eteklerinde toplayan bir anne bozmaz da o kamu düzenini, sizin bir çığlığınız dahi bozuverir o düzeni!
İşte bu düzen bozuluverirken şayet siz bir serüvenci gibi düştüyseniz yola, hayat artık inadına yürümektir sizin için saçmalığını bilseniz bile. Bu yolculukla birlikte kimi “an”lar başlar yeniden, tüm anlamsız görünen anlarınızı anlamlandıran. Var olduğunuz, içinizden mevsimler çıkarttığınız, gülümsediğiniz, ağladığınız, sevdiğiniz, başka hayatlara dokunduğunuz, düşünmeyi sevdiğiniz, köklerinizi beslediğiniz, hırslarınızla boğuştuğunuz, zincirlerinizi kırdığınız “an”dır bu an! “Saçma”lığınızdan doğan. Ve saçmalıkların hayatımıza yayıldığı anda başlar bağzı düşlerimiz… Aklıselimler gerçekten ama gerçekten birer birer yitirirken… (TB/AS)
* Kedicik, Zeynep İlhan tarafından fotoğraflanmıştır.