Sadece 2018. Dört yüz kırk (440) kadın öldürüldü.
Son on yedi yılda, altı bin iki yüz altı kadın. Rakamla 6206 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Bunlar resmi kayıtlara yansıyanlar!
İntihar eden kadınlar ki her kadın intiharının altında erkek parmağı olduğunu düşünürsek, onları da, koca, erkek kardeş, sevgili, baba tarafından öldürülen kadınlar listesine ekleyebiliriz. Ya orada burada ölü bulunan kadınlar, yani “kim vurdu” ya gidenler.
Ya hayalleri öldürülen, dört duvarın karanlık köşelerinde, büzüşüp yok olan kadınlar! Onları da ekleyip ve soralım. Bu kadına zulüm, bu kadına soykırım değilse nedir?
“Havva’dan diyorlar bu derin yara/ Bence dem’lerden bize kalmadır/ Bir ayıp ki boynumuza asılan/ Bu suç tek gövdeden aynı urdandır.”
Ne kadar kolay değil mi? Erkekler tarafından öldürülen kadın ölülerini rakamla yazmak! Yazıya düşürmek, ne kadar kolay değil mi? Görmezlikten gelmek.
Son on yedi yılda, altı bin iki yüz, altı kadın, anne, kardeş, sevgili, eş tarafından öldürüldü. Yani doğuran, emziren, büyüten, koruyan, altı bin iki yüz altı çarpan yüreği durdurdular! Altı bin iki yüz altı ses, kadın sesini susturdular! On iki bin, dört yüz, on iki gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, saran, koruyan kolları bitirdiler. Yani öldürdünüz… Sevdiklerinden ayırıp kara toprağa gönderdiniz. Altı bin, iki yüz, altı çarpan, seven, coşan, acıyan, sızlayan, mutlu, mutsuz kalbi durdurdunuz.
O kısır, takıntılı, cahil, hayalsiz, ufuksuz, katil erkek sığlığını çok aşan, kadın hayallerinin zenginliğini, kadın umutlarının sınırsızlığını, kadın özlemlerinin çoğunluğunu, barışçıl güzelliğini de eklersek! Katil erkek ruhunun ne kadar kıskanç, ne kadar zorba, ne kadar zavallı, ne kadar küçük, ne kadar arsız, ne kadar öldürmeye hazır, ne kadar zararlı, ne kadar arızalı, ne kadar kendine güvensiz olduğunu, bir kez daha görmüş olacağız. Ne kadar çok şey kaybettirdiler bize.
“Bir canım daha yerde/ Ödünç giysiler gibi iğreti üstünüzde/ o bütün tanrıların, devletlerin düzenin/ Parmak izi sabittir ölü bedenimizde.”
Hayatın zenginliğini, rengini, neşesini, doğurganlığını, umutlarını çalan, katil erkek ruhunu, ne şımartıyor da, bu kadar acımasız, pervasız, öldürücü olabiliyor. Ne şımartıyor da, bunca yıkıcı kötülüğü, Matruşka bebeği gibi birbirinin içinden doğurabiliyor.
Siyasi olduğu için olmasın! Kadının erkeğe bir hak olarak verildiğine inandıkları için mesela. Ya da kadını bir köle, değersiz bir varlık olarak kabul ettikleri için, bunca zulüm, bunca ölümcül şiddet, kadınlara karşı bu vahşi acımasızlık.
Kadını canından bezdiren, tüketen, kaçıran, katil erkek ruhunu kadına karşı kışkırtan! Kadının gülüşünü, saçını, görünen etini, hatta kapının önünde çıkarılan ayakkabısını bile, erkeğin nefsini kışkırtmanın içine sokan, çalışan kadını “arızalı” gösteren, her gün görsel ya da yazılı basında, insanı zıvanadan çıkaran, çıldırtan, korkutan, bunaltan akla ziyan fetvalardan türeyip çoğalmış olmasın, kadın cinayetleri!
Bu ziyankâr, örümcek ağı gibi yapışkan, tiksindirici zihniyetlerdir, kadın cinayetlerinin ortağı, bu yobazlar sürüsüdür sorumlusu.
“ İnanın ki her anne bilebilseydi eğer/ Bir aşk yuvası nasıl/ Nasıl besler bu kötü tohumları ki diye/ Hiç tereddüt etmeden el salıp içlerinden/Söküp atmak isterdi eminim tek çığlıkta/ Daha cana gelmeden can evlerinden.”
Erkek egemen sistemin, erkek bakışlı mahkemeleri, eğer kadın cinayetlerinde, akla ziyan, caydırıcı cezadan, hakkaniyetten çok uzak, tarafgir tutumlar sergilemeseydi, öldürmeye, şiddete, haksızlığa eğilimli erkek ruhu, bu kadar cüretkâr ve acımasız biçimde bıçağa, sopaya, silaha sarılamazdı.
Her türlü hileli bahaneye sarılarak!
Takım elbiseli, kravatlı, tıraşlı gördüğü erkek katillere!
Yok, “mahkemeye saygı”. Yok, “tahrik”.
Yok, “erkekliğine söz ettiği için”. Yok, “aşırı sevgi” yok, çok sevmiş olduğu için”. Yok, “anlık öfke”. Yok, “mahzun gözler”. Yok, “pişmanım” zırvası. Yok, “başı açıktı”. Yok, “kolu çıplaktı”. Yok, “cilveli gülüyordu” indirimleri uygulayarak, kadın cinayetlerini için için hak gören, caydırıcı cezalardan uzaklaşarak, bu cinayetlere ortak olmasalardı, öldürücü erkek yobazlığına, alttan alta göz kırpmasalardı, o katil eller, öldürücü aletlere bu kadar kolay uzanamazlardı…
Kadın katillerine, indirimli cezalar uygulayanlar, komik ötesi cezalar verenler, kadın cinayetlerinin ortaklarıdır. Sadece aşağıda gösterilen bir örnek bile, yeterlidir, niyetlerini açık etmeye! Bu örnek, erkek egemen sistem mahkemelerinin, kadına karşı olduklarını, her türlü zulmü hak gördüklerini çok güzel anlatır bizlere.
On beş kişi, on beş yaşında ki kadın çocuğa, uyuşturucu vererek tecavüz ediyor, sonra bu tecavüz edilmiş çocuk kadını parçalayarak, bir valize koyup, bir dere kenarına atıyor, bu on beş tecavüzcü katil. Sonuçta yakalanarak mahkemeye çıkarılıyor. Bu on beş tecavüzcü katil, ne kadar ceza alıyor dersiniz. Her birisi için bir yıl…
“Beyanım geçersiz mi bay hâkim/ Kurduğum hiçbir cümle delilden sayılmaz mı/ Cini mazlum inletecek cümle kurmayın bana/Siz mi anlayacaksınız içimde ki talanı/ Kalsın bana boşaltılmış bu gövde/ Size kalsın bu divanın utancı.”
Şimdi sormak gerekiyor, bu yargı mensupları, o kadın çocuğa, o tecavüzcülerle birlikte, tecavüz etmiş sayılmıyor mu? Şimdi bu yargı mensupları, o tecavüz edilerek, öldürülmüş kadın çocuğu, bu on beş katille birlikte, öldürmüş sayılmıyor mu? İmi cimi yoktur, niyet nereye ise, menzil orayadır.
Hepiniz tecavüzlerin, cinayetlerin ortağısınız.
“Bu bir savaştır inan tam teşekküllü/ Uzak ve yakın zaman, her peygamber, dört kitap/ Onlardan yana oyun, bıyığa batmış hayat.”
“Kadın cinayetleri” deyince, bir erkek bir kadını öldürdüğünde, hemencecik, oracıkta, zihnimize yazdırılan, kazılan o öldürücü şüphe düşüyor.
“Ölen mi suçludur öldüren mi?” Bunu her öldürülen kadının arkasından duyduk. Kadınlardan bile! Belki o an biraz kaşımız çatıldı. Belki biraz gözlerimize sarı, derin hüzünler yükledik! Birkaç damla gözyaşı da dökmüş olabiliriz. Ama o an, başımızı önümüze düşürüp sustuk! Çünkü kafamıza vurula, tekrarlana alıştırılmışız. “Kadın dediğin susar!” “Kadın dediğin, kocasına, babasına, erkek kardeşine isyan etmez!” “Kadın gülmez!” “Gülecekse sessiz güler, gülen ağzını saklar” “Kadın soru sormaz!” “Kadın hayal kurmaz!” “Namuslu kadın, saçını yana taramaz!” “Namuslu kadın çalışmaz!” “Kadının yeri evidir, kocasının dizinin dibidir!” Bunların hepsini, bu kahrolası kulaklarımız o kadar çok duydu ki, bir yere kadar kanıksadık belki de. Çünkü kadına yüklenen suç çeşidi, dile getirilemeyecek kadar fazladır. Yemek yanmış suçludur. Çocuk düşmüş suçludur. Bardak kırılmış suçludur. Vır vırdır, dırdırdır kadın! Meclislerden kovulsun, dili kesilsin, gözü oyulsun. Melundur, şeytandır kadın! Yerini bilsin! “Murdardır” kadın. “Sözüne güvenilmez, tanıklık yapamaz kadın.
“Hem oradan kim getirdi bu soysuz iskeleti/ Bu yüzsüz yüzleri oradan, kül yığınını/ Bu tornasız acıların zebani kılığını/ Yalanın kılıfını kim dikti hiçsizlikten.”
Emine Bulut olayında gördüğümüz gibi, öldürülmeden yarım saat önce karakola gidip, derdini anlatmaya çalışırken, acaba o karakolda görev yapan görevliler ne düşündü de Emine Bulut’u dikkate almadılar ve ölüme gönderdiler. Bunların hepsini yaşadık, gördük ve tanık olduk.
“Her anım kız kardeşim ölü düşer önüme/ Bu böyle oluyorsa nerdesin, anlamın ne?/ Reddettim, uyumsuzum, kirpiğim/ Devlet hu gaddar baba devlet hu gaddar baba/ Hadi beni de vurun, ben de güzel düşteyim.”
Son on yedi yıldır iktidar tarafından, iktidar çevrelerinden, gece gündüz toplumun üstüne “kadın erkekle eşit değil, kadın erkeğe emanettir” zırvası pompalandı. Bir kere emanet, ona, sana, bana ait olmayan şeye denir. Tabii ki emanet bırakılanı kendine hak gören çevrelerce, böyle yorumlanması, ‘emanetin’ anlamını kendilerine doğru yontmaları normaldir! Çünkü emanetlere el koymaya çok fena alışmışlar. Ama biz kadınlar öyle zorbalıkla el koyulan nesnelerden değiliz, bir kez daha hatırlatalım ki insanız. “kadın erkekle eşit değil” söylemine gelince, bakın bu doğru işte. Hatta itiraf sayabiliriz. Çünkü erkek egemen, eril sistem bütün haklarımızı elimizden almış!. Zaten, bu kadın kırımı, aldığınız canlar, verilen mücadele bunun içindir. Şu akıllara yazılmalı ki her hakta eşit olmak istiyoruz. Alacağız…
Son söz olarak iktidara bir kez daha hatırlatalım. Altına imza attığınız İstanbul Sözleşmesi’nin gereğini yerine getirerek, sorumluluğunuzu biliniz. Yasalara uymayarak, kadın katillerine, şımarık oğlunuz gibi davranmaktan vazgeçiniz. “Az değiliz”, “Çoğuz biz” Korkmuyoruz… (AS/DB)