Bahar aylarında işe gidip gelirken leylak kokularını içime çekerek Ayrancı sokaklarında yürümeyi çok severim. Dün sabah yürürken, ayakkabımın içine giren taş parçasını çıkartmak için henüz bir bahçe duvarına oturmuştum ki... Önce "Teyze, hastalandın mı? Hastaneye götürürüm ben" diyen sesini duydum. Kafamı kaldırdığımda da bana bakan kocaman boncuk gözlerini gördüm.
"Sağ ol. Hasta değilim" derken ayakkabımın bağcıklarını açmaya başlamıştım. "Boyumun küçük olduğuna bakma. Vallah götürürüm ben seni hastaneye."
Kıvır kıvır jöleli kısa saçlı, soğuktan temriye olmuş yanakları, eprimiş giysilerin içindeki küçük adam çantamın omzumdan düştüğünü görünce "Ver teyze, ben tutayım" dedi.
Yüzümdeki tedirginliği yakalamasını engelleyemedim. "Merak etme, çalmam çantanı" deyince çok utandım, kafamın içinden çok kısa süreliğine kirli düşüncelerden.
"Sağ ol. Zahmet olmasın sana" derken meraklı bakışları eşliğinde taşı çıkarıp, ayakkabımı bağladım.
Ayağa kalkarken elini uzattı, destek olmak için. Kirli ve uzun parmaklı eli öyle sıcaktı ki... "Gel, birlikte yürüyelim, işin yoksa" dediğimde sevinçle "olur"ladı.
Yolumuzun uzunluğu, konuşacaklarımıza yetmedi.
Samet, dokuz yaşında. Çinçin'de oturuyor. Babası adam bıçaklamaktan Sincan Cezaevinde. Daha çok yatacakmış içerde. Annesi gündüzleri Dışkapı'da yaşlı bir dedeye bakıyormuş. Beş ve üç yaşındaki kız kardeşlerine komşu Gülsün Teyze göz-kulak oluyormuş. Yüz lira karşılığında. Kırkağaç'ta komando olarak askerlik yapan Tekin Dayısını çok seviyor. "Param olsa atladığım gibi otobüse, yanına giderim" derken ses tonu çok kararlıydı.
İki yıl önce gelmişler Ankara'ya, babası Sincan'a nakledildiği için. "Aslında Diyarbakır-Bismilliyiz. Ben orada doğmuşum ama hatırlamıyorum hiç. Babamgiller Mersin'e giderken, annem 'Ben anamdan ayrılmam' diye ağlayınca, dedem de anneme kızmış."
Babası inşaatlarda çalışır, annesi de gündelik temizliğe gidermiş. Mersin'deki evleri hem güzel, hem sıcakmış. Ankara soğuk, evleri de kötüymüş. "İnsanın memleketinde deniz olmalı" derken büyük adam gibiydi,
İlkokul ikinci sınıfın sonunda bırakmış okulu. "Mersin'i özlüyorum, okulumu da. Annem okumamı istiyor. 'Nasılsa okuma-yazma biliyom, yeter bana" dediğimde bana kızıyor" Son cümleleri söylerken sesi inandırıcılığını yitirmişti.
Sabah kardeşlerinin karnını, 'sana' yağ sürüp, şeker serpelediği ekmek ve çayla doyurup çıkarmış evden. Akşam ezanı okunduğunda eve gelir, makarna yaparmış annesi geldiğinde hazır olsun diye. Bi de yanına turşu.
Annesi iki haftada bir cezaevine giderken bir çocuğunu alırmış yanına. Samet, kapalı değil, açık görüşleri seviyor.
Dayısı askere gideli annesini, arka sokaktaki bir adam rahatsız ediyormuş. "Bi büyüsem, yapacağımı bilirim de... " dediğindeki yüz ifadesi ürküttü beni.
Yazın Sıhhiye pazarı çevresinde su satar, baharda da Ayrancı Pazarında tornetle taşımacılık yapan kuzenine yardım eden Samet, akşamleyin kalan sebze artıklarını da eve götürürmüş. Eline geçen parayı annesine veren, birazcığını da kendine saklayan Samet, fırsat buldukça yeniden açılan Gençlik Parkındaki oyuncaklara binermiş, evdekilerden gizli.
"Dayım pidecide çalışırken karnım çok güzel doyuyordu. Temizliğe yardım eder, oraya buraya koşardım karşılığında. Dayım bi gelse... Evin erkeği o olcak yeniden. Bana da iş bulacak. Sık dişini diyor bana telefonda."
O gün annesi dedeyi doktora götüreceği için evden çok erken çıkınca o da hiç görmediği Kuğulu Parkı görmek için çıkmış yola. Değilse karşılaşamazmışız.
"Boyuma bakma. Hızlı yürürüm ben. Tanıdık mavi şoför amcalar alır beni yoldan bazen, Yıba Çarşısı durağından. Yürümek güzel de ayakkabıları eskitiyor. Dayımın arkadaşı Günay Abi çöp toplayıcı. Bize uygun giysi, ayakkabı bulursa getirir. Şimdi ayağıma büyük ama CAT botum var, kahverengi."
Yol üstündeki pastaneden aldığımız poğaçayı hızlıca bitirdi, ayran alacak büfe bulamadan.
"Memur olmak güzel mi? Kaç para kazanıyorsun? Kocan var mı? Kızların ilkokulu bitirdi mi? Seni kızdırıyorlar mı? Neden yürüyorsun? Yol paran yok mu? Oğlun olmadı diye üzüldün mü? Annen baban nerde? Yürüyorsan, niye şişmansın? Telefonun ne marka? Konturlu mu?" şeklindeki sorularını kısaca yanıtlarken, samimiyetime inanmak ister gibiydi.
Yolda karşılaştığımız eski iş arkadaşıma onu "Arkadaşım, Samet" diye tanıtmamdan çok hoşlandı.
"Samet; 23 Nisan geliyor. N'apcan o gün? " diye sorduğumda "Akşam fener alayına gitcez, bi de Altın Parkın ordan cortes (kortej) kalkcakmış. Ona katılcaz. Annem izin verdi. Çocuklara top ve bebek dağıtıyorlar. Gece de Kızılay'da Ferhat Göçer konseri var. Bizim evin yanındaki okulun bahçesindeki törene de belki kardeşlerimi götürürüm" yanıtını verdi.
"Sana yardım edebileceğim bir şey var mı?" soruma "Yok be teyze, sağlığına duacıyım" dediğinde kafasını okşayınca kendini çekmeğe çalıştı, hafifçe şımararak.
"Sen çocukları çok mu seviyorsun? Niye benimle bu kadar ilgilendin? Teyze, doğru söyle çantanı çalarım diye korktun mu? Her sabah buradan geçersen, belki seni bir daha görürüm" derken öyle sevimliydi ki...
Sıhhiye köprüsünün altına geldiğimizde "Bak sen bir de geri döneceksin. Kuğulu Parktan çok uzaklaştık. İstersen ayrılalım artık." dediğimde "Yooo, ben yorulmam kolay kolay!" derken yine büyüyüvermişti.
Vedalaşırken yol boyu okuması gerektiğine ilişkin sözlerimi unutmaması gerektiğini söyledim. Yanaklarından öperken de elimdekini cebine koydum "Fener alayına gittiğinde belki lazım olur" diyerek.
Kendimle yalnız kaldığımda fark ettim ki; içime çektiğim leylak kokularından eser kalmamış.
İşyeri asansöründe aklıma geldi A. Kadir'in o güzelim dizeleri "Haydi, dile bizden ne dilersen. / İşte alabildiğine özgürlük sana,/ yap dilediğini".
Bilgisayarımı açıp, sanal âlemden şiirin tamamını buldum.
"Gazetelerde ve kitaplarda,
radyolarda ve televizyonlarda
ve de açık oturumlarda
söz ediyorlar hep senden,
gündemdesin,
haberin var mı?
Haydi, dile bizden ne dilersen.
İşte alabildiğine özgürlük sana,
yap dilediğini.
Kaldır şu tabakları istersen, sil masaları.
İstersen şu bulaşıkları yıka.
İstersen şu iskarpinleri bir güzel parlat.
İstersen diz şu simitleri tablaya.
İstersen soy şu patatesleri, soğanı.
İstersen git kova kova su dök
şu ayakyoluna.
İstersen şu tuğlaları yukarı taşı.
İstersen şu tenekede kireci karmaya başla.
İstersen kır şu formaları.
İstersen şu kitapları tutkalla.
İstersen boşalt şu tüp gazları kamyondan.
İstersen şu motoru yağla.
İstersen şu kazana kurşun dök gel.
İstersen gez kapı kapı, gazete topla kiloyla.
İstersen açıver iliklerini şu gömleklerin.
İstersen şu ceketleri, pantolonları teğelle.
Yıka şu arabaları istersen, kız gibi yap.
İstersen kes şu camı, macunla.
Gazete sat istersen, limon, maydanoz,
ciklet, marlboro, anahtarlık, tarak
(kendini polis amcadan kolla ama)
Yüklen şu küfeyi istersen,
nedir ki? Sen kırk kilosun, o altmış.
İstersen karpuz sergilerinde kuş gibi şakı.
İstersen git güneşin altında çeltik topla, pamuk topla.
İstersen git davarını güt ağanın,
bağır istersen gücün yettiğince,
bağır dağlara taşlara.
İstersen işsiz dolaş, aç dolaş, çıplak dolaş.
Dolaş dolaş
akşam olmaz
gurbet elde.
İstersen köprü altında yat,
istersen parkta,
yat koyun koyuna bitlerinle,
baka baka yıldızlara,
görmeden yıldızları.
İstersen bekle sinema kapısında,
istersen garda,
istersen söndür pis zevkini şu hergelenin
iki somun ekmek parasına.
İstersen çık en üst katına şu inşaatın,
ister tüttür bir cıgara,
başın döne döne seyret deryaları.
İstersen atla ta on altıncı kattan,
dal yolun ortasına çivileme,
doldurmadan on beş yaşını,
yüzünü bir ana eli okşamadan,
çek git,
son model otomobilleriyle geçerken caddeden son hızla.
Göztepe'nin şımarık oğlanları. A.KADİR"
Şiir bittiğinde boğazıma bir şeyler tıkandı sanki. Yazıya devam etmek istemedi canım.
Şeyyyy; bayramın kutlu olsun Samet!
Şeyyyy; bayramı kutlu olsun Samet'in kardeşlerinin ve arkadaşlarının.
*Şadiye Dönümcü. sosyal hizmet uzmanı. dosadoster @gmail.com