Kaç boyutu vardır küsmenin? Kaç evreden geçer küskünlük? Hangi duygunun şah damarında ürer; var mı bileniniz?
Ben, henüz çözemedim bu ruh halini. Fakat eminim, bir izahı vardır bu problemin!
Benim çok sevdiğim bir arkadaşım var. Onunla çok uzun zamandır tanışıyoruz. Hani yediğimiz, içtiğimizi ve her bir şeyimizi paylaşırız birbirimizle. Birlikte güler, birlikte ağlarız.
Dün evine gitmiştim. Keyifliydik. Bol bol sohbetler ettik. Yedik ve içtik. Konudan konuya taşınıp duruyorduk. Derken, söz dönüp dolaştı ve onun sesinin güzelliğinde tıkandı kaldı. Ya tıkandı dediysem, tıkanan şu bildiğimiz su borusu değil. Basbayağı insan sesinin tıkanmasından, çıkmamasından söz ediyorum.
Sesin güzel! Hele bi türkü söyle de dinleyelim, dedim. Böyle denmez mi hiç? Bal gibi de denir bence. Öyle ya, arkadaşız. Yani, en azından benim açımdan çok normal bir arzu. O tabi biraz ık mık etti, güldü, nazlandı... Olur söylerim, dedi sonunda.
Eh, iyi, dedim içimden. Gün boyu hüzünlenmiştim (o konuya girmeyelim) ve bu güzel sohbetimize iyi bir lezzet verir, diye geçiriyordum içimden. Ben ruhumu tam türkü dinleme moduna hazırlamıştım ki; dönüp bana demez mi "Sen kayıt mı edeceksin sesimi?"
Bak sen! Hiç böyle saçma sapan bir soru sorulur mu? Huzursuzluğum kabararak yayılmaya başladı bedenimde.
Önce sustum tabii. Sonra çok ciddi bir edayla dedim ki, "Yapma Allah aşkına! Ya sen benle dalga mı geçiyorsun? Ne demek bu şimdi? Ben neden yapayım ki böyle bir şey?"
Büsbütün fıttıracak noktaya gelmiştim. O suspus oturuyordu. Neler düşünüyordu, bilmiyorum. Daha fazla kabalık yapıp kıramazdım! Üstelik onun evindeyim. Yuttum gururumu. Beni yaralayan sorusu beynimde şimşekler çaktırırken, susmayı tercih ettim. Onun ne demek istediğini daha fazla sorgulayacak gücüm yoktu. Hem yeri de değildi.
İşin ilginç yanı, küsen de yine o oldu. Yanımdan kalktı. Ayaklarını süre süre mutfağa geçti. Sanki dilini yutmuştu. Arkasından gitmedim. Büzülüp kaldım olduğum yerde. Bir anda soluduğum hava kirlendi sanki. Çivi üzerinde oturuyor gibiydim ve süngüleniyordu bedenim.
Şu hale bak! Ben onun evinde misafirim ve o bana küsüyor. Bu durumda, ayıp olmasın ve daha da abartılı bir kırgınlık olmasın diye, kalkıp gidemezdim. Bekledim. Fakat kalbimin adamakıllı sıkıştığını hissettim. Elimden gelse, anında minik bir kelebek olup uçmak isterdim, kaybolmak isterdim. Ama nafile! Huzursuzluğum, bedenimdeki bütün kanları fokur fokur kaynattı! Buna rağmen, bir süre daha oturmaya devam ettim. Sessizliğin, kasvetin bir an önce son bulması için ne yapabileceğimi bilemiyordum. Felç gibiydim.
Yok! Onun mutfaktan döneceği yok. O vakit "dank" diye anladım ki, o, benim gitmemi istiyor.
Kalktım yerimden. Usul usul mutfağın kapısına gittim. Işığı yakmamıştı. İçerisi loştu. Yüzü pencereye dönüktü. Kollarını kavuşturmuş öylece dışarıdaki karanlığa bakıyordu. Belki de ağlıyordu, bilmiyorum. Onun o haline çok acıdım. Yaklaşıp sarılmak istedim; ama yapmadım. Alçak bir sesle "canım, konuşabilir miyiz?" dedim. Sesini çıkarmadı. Bekledim. Belki bana döner, bir şey söyler diye, bekledim. Ama hayır! Dönmedi. Beni evinde yok saydı. Bir hayalet bile olamayacak kadar bir hiç...
Artık bana yol görünmüştü. Evime dönmeliydim. İstenmiyordum çünkü!
Giyindim mantomu. Zaman kazanmak için ağır ağır hareket ediyordum. Hani olur ya; belki gelir ve gitmemi engeller diye. Yok! Gelmedi. "Canım, ben gidiyorum. Artık kendinle olabilirsin!" dedim. Yine "gık" demedi. Ben, zavallı ben...
Taşlaşan göğsümle, onun sesini duymadan, yüzünü görmeden; kapıyı kapattım arkamdan. Merdivenlerden inerken, boğazımın düğümlendiğini duyumsuyordum. Her an kapıyı açıp "ya, sen çıldırdın mı Allah aşkına! Çık yukarıya, lütfen ama..." demesini bekliyordum. Fakat kapı açılmadı. Arkamdan gelmedi.
Aniden midemin bulanmaya başladığını hissettim. Gözlerim buğulanmıştı. Bir ara basamaklardan yuvarlanarak düşeceğimi görür gibi oldum. Çok sevdiğim bu arkadaşım gelir miydi imdadıma? Artık pek emin değildim.
Arabamın içi soğuktu. Şaşkın ve yalnızdım. Boğazımdaki düğümle anahtarı çevirdim...
Not: Bir telefon diyaloğundan esinlenerek kurgulanmış hikayedir!
(HK/AÖ)