yedi yıl oldu; 19 ocak 2007’den bu yana dünya güneşin etrafında “yedi” kez döndü.
yedi yıldır bildiğimiz bir gerçeğin kabul edilmesini, söylenmesini ve gereğinin yapılmasını bekliyoruz. her yıl yinelediğim gibi, ‘mutlaka bir gün açığa çıkacak’ dediğimiz gerçekler yedi yıldır ortaya çık(a)madığı için “hrant da o düştüğü yerden kalkamadı”..
bunun sorumlusu hepimiziz!
bu süreç içinde onun yaptıklarını yapacak, onun üstlendiği görevleri onun gibi yerine getirecek bir başka hrant da çıkmadı ne yazık ki… bunun da sorumlusu hepimiziz!
her iki görev de halen bizim üzerimizde. başka çaremiz yok; bunların gereğini yapacağız!
tek başımıza değil elbette… el birliğiyle… onlar gibi!..
“derin devlet” kafası
yedinci yıl dolarken, ilk kez küçük de olsa bir “ışık” görünür gibi oldu, geçen günlerde. ama hep olduğu gibi karanlıklardan beslenenler o ışığın üzerini yine örtmeye çalışıyorlar.
bu kez de “bir kez daha aynı noktaya dönülür, yine gerçeklerin üzeri örtülür mü” sorusu muhtemelen pek çoğumuzun kafasını kurcalıyor. sevgili pınar selek’le ilgili verilen son karar ve gelinen son nokta bu sorunun da olası “olumsuz” yanıtını işaret ediyor gibi.
yüzleşmekten korktuğumuz gerçek şu: “bu devlet hiçbir yanlışını kabul etmedi şimdiye kadar…”
“derin devlet” bu düşünce ve tutumu benimseyenlerden oluşuyor. bu kafaya göre, birey, vatandaş, yurttaş “doğru” düşünse ve davransa da, devletin düşündüğü gibi düşünmüyor ve farklı davranıyorsa, haksızdır! hatta bunda diretirse suçludur ve “elbirliğiyle” cezalandırılır.
dün de öyleydi, bugün de öyle. o yüzden “derin devlet”i yalnızca eskide olan, kalan bir şeymiş gibi düşünmek ve ifade etmek doğru değildir. şimdi çok daha iyi ortaya çıkmıştır ki “mevcut iktidar” da aynı biçimde düşünmekte ve davranmaktadır.
bu yüzden susar, kabullenir ve gerçeklerin ortaya çıkmasına dair taleplerimizi sürdürmezsek korkarım yine aynı şeyleri yaşayacağız.
utanç duyulan gerçek
sevgili fethiye çetin’in son yazdığı “utanç duyuyorum” kitabında dosyada olan her şey ve akılda kalan tüm sorular ardarda sıralanıyor.
bu soruların yanıtlarını somut olarak verilmemesinin utancını aslında hep birlikte yaşamalıyız!
üstelik de son dönemde ve yenilenen yargılamanın son duruşmalarında; muhtemelen 17 aralık’tan sonraki gelişmelerin de etkisiyle, mevcut tutuklu sanıkların o “ışığı bize hissettiren” açıklamalarına karşın.
yedi yıldır net olarak ortaya konulmayan o gerçeğin ne olduğunu, tüm yargılama sürecinde ve konuyla ilgili yazılıp çizilenlerin ışığında bir kez daha ortaya koymanın ve “gerçekleri doğrudan söyleme”nin de en azından o sorumluluğumuzun bir parçası olduğunu düşünüyorum.
şunu en baştan saptayalım: hrant “derin devlet” için sevilen, söyledikleri, savundukları ve yaptıkları benimsenen bir insan değildi. onun temel insan haklarından, demokratik bir ülke özleminden yola çıkarak dile getirdiği taleplerinin peşine düşen de yoktu doğrusu. tüm ortak ve ittifaklarıyla birlikte iktidar için de böyle olduğu yargılama sürecinde ortaya çıktı.
aslında iktidar dışındaki ittifakları ve destekleyicileri için de, iktidarın yönelim ve gidişatından beklenti ve umutları nedeniyle, o öldürülene kadar çok öyleydi. o yüzden de hrant sonuna kadar hep yalnız ve tek başınaydı. dahası o taleplerin varacağı uç noktaları düşünen bazıları da korkuyordu onun söylediklerinden. onlar açısından da bu bir “mülk” davasıydı… devlet ve millet için hem de. o yüzden “mülk”ün temeli olan adalet böyle davranmalıydı ve halen de öyle davranıyor!
cinayeti kolaylaştırma
“derin devlet”in elleri hep vardı. o eller kafanın düşündüğünün gereği neyse yapardı. yaptı da... o ellerin sahibiyle tam da aynı noktada buluşan “iktidar” cinayet öncesinde ve sonrasındaki tutumuyla böyle olduğunu gösterdi.
“derin devlet”in eski elleri yerine kendi ellerini koymaya niyetlenen “iktidar” o ellerin suçu ortaya çıksın diye onları “iş üstündeyken ve suç üstü” yakalamak için yapılan kurguyu izledi ve kolaylaştırdı.
“derin devlet” açısından hrant cinayeti tıpkı benzer başka olaylar ve cinayetler gibi “amaca yönelik” bir araçtan daha fazlası değildi. “iktidar” da bu örnek uygulamalardan haberdar olduğunda onlar da bunun bir “araç” olarak kullanabileceğini fark etti ve bir anlamda teşvik ederek sürece dahil oldu ve işin kolaylaştırılmasını sağladı.
“araç” bu el/iş birliği sonunda “işlevini” yerine getirdi. katillerin hemen bulunması, kuşkuların “derin devlete” yönelmesi, katillerin yakalanmasından kaynaklanan başarının iktidar ittifakının lehine yazılması, bayraklı fotoğraflar, vb. tüm görsel propagandif unsurlar bunun birer ayrıntısı ve unsuruydular.
sevgili hrant bu “kolaylaştırma” ve “dolaylı işbirliği”nin sonucu olarak katledildi. bu gerçeği açıkça ve ilk dile getiren nedim şener ve ahmet şık’ın başına gelenleri hep birlikte izledik. yapılanı en açık seçik ve doğrudan söyleyenler yalnız onlardı. bedelini de özgürlükleri pahasına ödediler. o zaman söyledikleri, şimdi yaşanan “iktidar içi çatışma” sırasında tam olarak açığa çıktı. ama yine görüleceği üzerine böyle olduğuna dair bir tek cümle kurmuyor kimse.
toplumun tepkisinin rolü
ama olayın doğurduğu tepki iki tarafın da düşündüğü ve planladığının ötesinde oldu. kitlelerin öngörülemez tutumuna yönelik korku ilk kez o zaman yaşandı aslında. belki de gezi’deki devlet şiddetinin nedenlerinden birisi bir milyona yakın insanın agos’un önünden yenikapı’ya yürümesiydi.
onun için bu olayın en az hasarla kapatılması için de “dolaylı” bir başka ittifak gündeme geldi ve yedi yıldır sürdürülen “trajedi” herkesin gözü önünde sergilendi.
herşey planlandığı gibi giderken birden “iktidar içi çatışma” başladı ve ittifak parçalandı. şimdi bu yeni durumun yarattığı yeni olanaklar, yani daha önce “öldüren elleri izleyen ve cinayeti kolaylaştıranlar” için cinayet bir kez daha “araç”sallaştırılıyor. üstelik yine bir “ittifak” söz konusu, bu kez eski ittifakın bir bölümü, daha önce karşı karşıya durduklarıyla aynı tarafla durarak, onun da işine yarayacak şekilde “yeni bir kurgu”nun yollarını arıyorlar.
bu yeni durumu fark ederek, bilerek davranmak gerekir. taa en başta dile getirilen “gerçeğin açığa çıkması” talebi daha yüksek sesle, daha kalabalık bir şekilde ve sonrasında deneyimlediğimiz “gezi direnişi bilinci ve ruhuyla” gündeme getirilmelidir.
sevgili hrant’ın “gerçek hakem, halklar ve onların vicdanlarıdır. benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanı ile boy ölçüşemez.” sözü asla unutmamalı ve vicdanların sesinin gereği yerine getirilmelidir. onun için yedi yıldır olduğu gibi, 19 ocak 2014’de de agos’un önünde olmak, ama bu kez daha da kalabalık olarak orada olmak ve gerçeklerin açığa çıkması için haykırmak çok önemlidir. bu aynı zaman da “gezi ruhu”nun da sürdüğünün bir kanıtı ve işareti, sahibi ve elleri kim olursa olsun “derin devlet”e karşı olmanın da toplu bir ifadesi olacaktır. (ms/çt)