Britanya’da Kraliçenin yüce hükümetinin Çevre, Gıda ve Tarım sorunları konusundaki başdanışmanı olan Profesör Bob Watson, bu yılın Ağustos ayının ilk haftasında verdiği bir demeçte, 4 derecelik (celsius) bir ısınmaya hazır olması konusunda bütün dünyaya bir uyarıda bulundu.
"Yeryüzünün ortalama sıcaklığındaki değişim ortalamasını, endüstri devrimi öncesine göre en fazla 2 derce seviyesinde sınırlamayı hedeflememizin şart olduğu konusunda hiç tereddüte mahal yok,” diyor Watson.
“Ama, bu, hayli iddialı bir hedef olduğu için, ayrıca 2 derecelik bir hedefe ulaşmak için sera gazı salımlarını nasıl sınırlandıracağımızı da ayrıntılı olarak bilmediğimizden, 4 dereceye uyum sağlasak iyi olur.”
Tekrarlanan formül
Profesör Watson’ın böylesine uğursuz bir uyarıda bulunmakla haddini aşmış, bilimsel ukalalıkta sınırları taşırmış olduğunu söyleyebilmek çok iyi olurdu doğrusu.
Ne yazık ki, kendisi bu konuları en iyi bilenlerden biri, eskilerin deyişiyle bir “ehlivukuf”, yani bilirkişi sayılıyor. Bunu nereden çıkardığımızı sual edecek olursanız, kendisinin Küresel Isınma konusunda yeryüzündeki en ehil kuruluş olan Hükümetlerarası İklim Değşikliği Paneli’nin (IPCC) eski başkanı olduğunu söyleyelim.
Neden eski başkanı diye sorarsanız, ona daha da ilginç bir cevabımız olacak: Bob Watson, küresel ısınmanın dünya ve insanlık için ne kadar feci bir tehdit oluşturduğunu çeşitli forumlarda sık sık ve net bir dille ortaya koyduğu için Bush yönetiminin uluslararası topluluğa yaptığı şantaj ve tehditler yüzünden bu görevden alınmıştı da ondan. IPCC’den Bush yönetiminin zoruyla kovulduktan sonra Watson’ın BM bünyesinde çevre konusunda hazırlanan muazzam Binyıl Ekosistem Değerlendirmesi (Millennium Ecosystem Assessment) raporunu yayımlayan bilim ekibinin başkanlığını yürüttüğünü belirtelim. (Raporda verilen haberler iç açıcı değildi.)
Uyarının özü, “2 derece için kısıntı yapalım, 4 dereceye de kendimizi uyduralım şeklinde özetlenebilir. Kısmak (mitigation) ve uyarlanmak (adaptation), birbirleriyle çelişmeden iki başlı bir strateji izlenmesi gerektiğini dile getiren bu formül, bir süreden beri tekrarlanıyor ve biraz da “klişe”ye dönüşmesi tehlikesini içinde barındırıyor gibi. Bunun biz sıradan insanların diline tercümesi ise şu olabilir: “Karbondioksit ve diğer sera gazı salımlarını, iki derecelik ısınmanın altında kalacak şekilde kısmaya çalışalım, ama aynı zamanda da kendimizi en kötüsüne hazırlayalım.”
Toplumun uyum kapasitesi
Bu iki başlı stratejinin bir tek zayıf tarafı var, o da kesin bir başarısızlığa mahkum olması. Bu konularda önemli çalışmalar yürüten çevreci yazar Mark Lynas’ın ifadesiyle söylersek: Evet, kendimizi elden geldiğince en kötü senaryoya göre hazırlamamız elbette şart: Sel sularına karşı bentler inşa edelim, genetik yapısını değiştirmek yoluyla ya da başka yollarla kuraklığa dayanıklı ürünler yetiştirelim, yaban hayatının büyük kayıplara uğramasının önüne biraz olsun geçebilmek için yeni stratejiler geliştirelim, vesaire vesaire...
Evet, en azından bunların tümünü birden yapalım ama bir de dönüp 4 derecelik bir sıcaklık artışının neler getireceğini gözden geçirelim. Bunu yaptığımızda hemen göreceğiz ki, böylesi bir hararet artışı öylesine büyük değişimler getirecek ki, herşeyden önce toplumun adaptasyon kapasitesi, uç sınırlarına kadar gelip dayanacaktır.
Yeryüzündeki canlılar, özellikle de hayvanlar, hatta daha da özel olarak primatlar ile kıyaslandığında insanlığın en büyük avantajının, ötekilerle kıyaslanmayacak kadar büyük bir uyum sağlama yetisi olduğu öteden beri söylenegelmiştir; ama işte gelin görün ki, bu kadar dramatik bir değişime ayak uydurmanın, süper adaptasyon kapasiteli insan için bile biraz fazla olacağı, bizi biraz fazla zorlayacağı görülüyor. Tabii, bunları söylerken, yeryüzü motorunun bu kadar “hararet yapmasının” insanlığın “yaşam destek ünitesini” oluşturan doğal ekosistemlere getireceği korkunç yıkım etkilerini hiç hesaba katmıyoruz bile.
Yıkım
Tüyler ürpertici verileri içeren, ama büyük bir yankı uyandırdığını doğrusunu söylemek gerekirse pek söyleyemeyeceğimiz Watson uyarı raporunun çok kısa bir özetini verecek olursak, “ahval-i âdiye” şöyle olacak: Dünyada hararet 4C’ye vurduğunda yaklaşık 4 milyar kişi susuz kalacak; 5 milyar seller-sularla boğuşuyor olacak; Afrika’da hasat yüzde 15-35 arasında düşeceği için yarım milyar insan tamamen aç kalırken, dünyanın birçok bölümünde toprakların geniş kesimlerinde topraktan hiç ürün alınamayacak; 80 milyonun üzerinde insan sadece Afrika’da malarya tehlikesine maruz kalacak...
Biraz ayrıntıya girersek. İnsanlığın büyük bir kesimi yemek pişirmek, temizlenmek ve en önemlisi ürün yetiştirmek için su bulmakta korkunç zorluk çekecek. And Dağlarında ve Himalayalar’da buzulların erimesi sonucunda nehir sistemleri çökecek ve onlara bağlı olan yüz milyonlarca insanın akıbeti belirsiz hale gelecek. Yaklaşık 2 milyar insanın yaşam destek sistemini oluşturan devasa hava sistemleri, örneğin Asya’da musonlar, bir daha geri dönmemek üzere ve bir bütün olarak çöküntüye uğrayacak. Avrupa’nın Akdeniz bölgelerinde (ve elbette Türkiye’de), Amerika Birleşik Devletleri’nin batı yarısında, Afrika’nın güneyinde ortalığı çöller kaplamış olacak. Kuzey yarıkürede yüksek enlemlerde seller düzenlilik arz etmeye başlayacak. Kıtaların ve ülkelerin denizden uzak iç kesimlerinde görülmemiş boyutta sıcak hava dalgaları ortalığı kasıp kavuracak.
Örneğin, saygın bir bilim dergisinde yayınlanmış bir raporda, yüzyıl ortasında Türkiye’de Isparta’da ölümcül sıcak hava dalgalarının hüküm sürdüğü gün sayısının yılda 62’ye, yani iki ayın üstüne çıkacağı öngörülmekte!
Kısacası, dünya yüzünde 4C civarında bir “hararet artışı”, doğal hayatı toplu yokoluş faciasının pençeleri arasına atacak – öyle ki, Cretaceous diye adlandırılan jeolojik dönemin sonunda nasıl biyolojik çeşitliliğin yarısından fazlası yeryüzünden silinip gittiyse, 65 milyon yıl sonra şimdi de tastamam öyle bir yıkım görülebilecek...
İnsanın gözüne ilk bakışta hiç de büyük gibi görünmeyen 4 derecelik bir artış, ayrıca iklim bilimcilerinin neredeyse hepsini büyük bir kaygıya sevk eden “dönüm (devrilme) noktaları”nın bir çoğunun aşılmasına da yol açacak. Amazon yağmur ormanları büyük ihtimalle çökecek, yanıp tutuşacak ve günümüzde olanın aksine, yıllık emisyonlarımızın bir bölümünü tutan “yutak”lar olmaktan çıkıp, aksine, atmosfere karbon boca eden bir yıkım kaynağına dönüşecek.
Kuzey Kutbundaki erime sonucunda sürekli donmuş “permafrost” tabakasının çözülmesiyle, karbondioksitten 25 kat tehlikeli metan gazının atmosfere boca edilmesiyle küresel ısınma kat be kat hızlanacak. Kuzey kutbundaki buz örtüsü çoktan tarihe karışmış, Grönland da öyle büyük bir hızla erimekte olacak ki, yüzyıl sonunda deniz seviyesinde artık 2 metre civarında bir yükselmeden bahsediyor olacağız...
İşe nereden başlamalı
Dolayısıyla, işin ironik yanı, artık 2 derecelik hedefin bir hedef filan olmadığı, aksine büyük bir felaketin habercisi sayılabileceği net bir şekilde ortaya çıkıyor. NASA ve Columbia üniversitesi mensubu James Hansen’in başını çektiği önde gelen iklim bilimciler artık atmosferdeki karbondiyoksit oranının, bundan yirmi küsur yıl önceki seviyesine hızla çekilmesi (bugünkü 385 ppm seviyesinden en fazla 350 ppm’ye indirilmesi) için canhıraş bir mücadele vermemizin şart olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyorlar.
Peki, bu Herkülvâri zorluktaki işe neresinden başlamalı? Küresel ısınma felaketi konusunda belki de bugüne kadar dünyada en önemli sözü söyleyen iklim bilimci Hansen, ABD Kongresi önündeki “tanıklıkta”[vii] meseleyi sadece 2000 kelime ile adeta eksiksiz bir biçimde özetliyor: Kömür yakan termik santrallerin tümünü askıya almak çok iyi bir fikir olabilir.
Yani, karbondan arıtma teknolojisi bulunabilirse o bulunana kadar yeni tek bir kömür yakıtlı santral bile inşa etmemek, mevcut olanları da kısa sürede elimine etmek, ayrıca karbon vergileri koyup “temettü”leri ya da “vergi iadelerini” her vatandaşın hesabına yatırmak, enerji verimliliğine geçmek, rüzgâr-güneş-jeotermal-dalga vb.yenilenebilir enerji kaynaklarını derhal devreye sokmak, toprak kullanımını ve tarım yöntemlerini derhal ıslah etmek, yoğun bir ağaçlandırmaya yönelmek gerekiyor.
Yani, bırakalım 4 dereceyi, 2 derecenin bile asla yeterli olmadığı ortada. 4 derece ise çocuklarımızın dahi hayatta kalmasına imkân vermeyecek bir seviye. Dolayısıyla, iş, kavrayamayacağımız, hatta tahayyül dahi edemeyeceğimiz kadar ciddi. Bildiğimiz dünyanın sonu derken insanın içinden inanmak gelmiyor, biliyorum. Ama tek evimiz olan bu dünyayı korumak için elimizden geleni ardına koymamamız için dünya kadar sebep var önümüzde; onu da biliyorum.
Evet, dünya kadar.(ÖM/EÜ)
Kaynaklar
[i] “ Climate change: Prepare for global temperature rise of 4C, warns top scientist”, The Guardian online, http://www.guardian.co.uk/environment/2008/aug/06/climatechange.scienceofclimatechange (erişim: 14.08.08)
[ii] “Too hot for head of climate panel,” New Scientist, http://environment.newscientist.com/channel/earth/climate-change/mg17423392.400, (erişim: 14.08.08)
[iii] Mark Lynas, “Climate change catastrophe by degrees”, The Guardian online, http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2008/aug/07/carbonemissions.climatechange (erişim: 14.08.08)
[iv] Joss Garman, “The truth is, we're fighting for survival,” The Guardian online, http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2008/aug/08/kingsnorthclimatecamp.climatechange (erişim: 14.08.08)
[v] Lynas, a.y.
[vi] Noah Diffenbaugh et al, “Heat stress intensification in the Mediterranean climate change hotspot,” Geophysical Research Letters, 2007 in: Ömer Madra-Ümit Şahin, Küresel Isınma ve İklim Krizi, Agora, 2. bası, 2007, s. 266.
[vii] James Hansen, “20 Yıl Sonra Küresel Isınma: Devrilme Noktalarına Az Kaldı”, http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=22933&cat=100; İngilizce orijinali için bkz.: http://www.huffingtonpost.com/dr-james-hansen/twenty-years-later-tippin_b_108766.html