ÖMER MADRA uyarıyor
Kapkara Bir Gelecek İstemiyorsak
Daha fazla dalga geçmeden, artık eyleme geçmeli, öncelikle kömüre dur demeliyiz. Kendimizi ve sevdiklerimizi kömür karası bir geleceğe mahkûm etmemek için. Hemen, şimdi!
Dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinden, NASA Goddard Uzay Dairesi Başkanı ve Columbia Üniversitesi Yer Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Dr. James Hansen, geçen Haziran ayı sonunda ABD Kongresi önünde tam 20 yıl aradan sonra yaptığı yeni bir “tanıklık” konuşmasında, gezegendeki iklimin durumu hakkında bilim dünyasının tespitlerini ve eldeki verileri bütün insanlık için özetledi.
Bu konuşma “20 Yıl Sonra Küresel Isınma: Devrilme Noktalarına Az Kaldı” başlığı ile yazıya döküldü. 2030 kelimeden oluşan kısacık bir metin bu. Ne var ki, kısalığı, hayati önemini gözden kaçırmamıza yol açmamalı. Küresel ısınma konusuyla ilgilenenler, ilgilenmek zorunda kalacak olanlar için, yani hem kendimizin, hem de çocuklarımızın hayat şartlarının çok da uzak olmayan bir gelecekte düpedüz çökmesi ihtimalini gözönüne alan herkes için canalıcı önem taşıdığını, hatta insanlar için bir tür yeni “eski ahit” niteliğinde olduğunu söylemek büyük bir abartı olmaz. Hayatın bağlamını teşkil eden iklimin dünü, bugünü ve yarını konusunda neredeyse her şeyi o 2 bin kelime içinde anlatmayı biliyor Hansen:
“Bugün de, tıpkı 20 yıl önce olduğu gibi, bilimsel verilerin dürüst bir değerlendirilmesi, siyasi toplumu şoke edecek sonuçlar getiriyor,” diyor. “Yirmi yıl önce olduğu gibi bugün de, sözkonusu sonuçların % 99’un üstünde bir kesinlik taşıdığını teyit edebilirim.”
Günümüzde herkesin karşısında donakaldığı, felce uğradığı terorizmi çağrıştırmayı amaçladığı için olsa gerek, hayli çarpıcı bir metafor seçmiş iklim bilimci: Küresel ısınmayı, kurulu bir saatli bomba olarak tanımlıyor ve onu etkisiz hale getirmek için artık daha fazla zaman kaybına tahammülümüz kalmadığını olağanüstü serinkanlı, ama bir yandan da insanın kanını donduracak netlikle detayları da içeren bir bilimsel dille anlatıyor:
Küresel ısınmanın, su döngüsünün iki uç noktasını da körüklediğini, yani bir yandan daha güçlü kuraklıklara ve orman yangınlarına sebep olurken, diğer yanda da aşırı yağışları ve selleri beraberinde getirdiğini, deniz seviyelerinin bu yüzyıl içinde en az iki metre yükselmesinin muhtemel olduğunu, bu durumda yüz milyonlarca insanın mülteci olacağını, insanlığın tasavvur edebileceği herhangi bir zaman dilimi içinde hiçbir sabit kıyı şeridinin bir daha yeniden oluşamayacağını, bazı hayvan ve bitki türlerinin gezegenin dışına itileceğini, iklim değişikliğinin canlı türlerinin neslinin tükenmesinin birincil nedeni olacağını, birbirine karşılıklı bağımlılık ilişkileriyle bağlı türlerin yok oluşu ekosistem çökmelerine yol açacak sayıya ulaştığında da, gezegen üzerindeki hayat için eşik noktasının aşılmış olacağını, ısınmanın devam etmesiyle kitlesel yokoluşlar görüleceğini, biyolojik çeşitliliğin yeniden toparlanmasının ise ancak yüz binlerce yıl sonra belki mümkün olabileceğini öngörüyor dünya bilimi...
Dahası, şunları öngörüyor Hansen: Sera gazlarının yükselmeye devam etmesinin sonuçları, türlerin topluca yok olmasının ve gelecekte deniz seviyesinin yükselmesinin çok ötesine geçiyor. Çorak subtropikal iklim kuşakları kutuplara doğru genişliyor. ABD’nin güneyini, Akdeniz bölgesini, Avustralya’yı ve Afrika’nın güneyini etkileyen, yaklaşık 400 kilometrelik bir genişleme olduğu tespitini yapıyor ve karbondioksit artışı durdurulmaz ve geri çevrilmezse, orman yangınlarının ve göllerin kurumasının daha da artacağını belirtiyor.
İlaveten, şunları da: Yüzmilyonlarca insanın taze su kaynağı olan dağ buzullarının tüm dünyada, Himalayalar’da, Andlar’da ve Kayalık Dağları’nda geri çekildiğini, karbondioksit artışı süreci geri çevrilmedikçe bu buzulların yok olacağını ve o koca nehirlerini yaz sonlarında ve son baharlarda cılız bir su sızıntısı halinde bırakarak, yaşamları buna bağlı olan kitleleri açlık ve susuzluğa mahkûm edeceğini belirtiyor.
Üstüne üstlük, şunları da: Okyanusların yağmur ormanları demek olan ve denizlerdeki canlı türlerinin üçte birine ev sahipliği yapan mercan kayalıklarının, okyanusların ısınması da dahil olmak üzere bir çok nedenden ötürü baskı ve stres altında olmakla birlikte, özellikle okyanusun asitlenmesi yüzünden büyük tehlikede olduğunu, okyanus giderek asitlendikçe, karbonat kabuk ve iskeletlere bağımlı olan okyanus canlılarının yaşamının, çözünme tehdidiyle yüzyüze kaldığını da...
Özet olarak Hansen “saatli bomba”nın yanına, aynı derecede ürkütücü ikinci bir metafor daha yerleştiriyor: “Kusursuz fırtına”. Gerçek bir küresel felaketin bütün unsurları, kara bulutlar halinde büyük bir hızla bir araya toplanmakta. Fırtına patladı patlayacak! İnsanlık, mütemadiyen değişen kıyı şeritlerinin ve gittikçe şiddetlenen bölgesel aşırı iklim olaylarının getireceği harabiyetten dolayı bitap düşecek. Sayısız canlı türünün yok olmasıyla gezegen gittikçe ıssızlaşıp viraneye dönecek.
Yukarıda sayılan olaylar ve özellikle Kutup buzullarıyla büyük buz kütlelerinin günümüz karbondioksit seviyesinde gösterdiği istikrarsızlık, daha şimdiden çok ileri gitmiş olduğumuzu gösteriyor. “Bildiğimiz gezegeni korumak için, atmosferdeki karbondioksit miktarını aşağı çekmeliyiz,” diyor Hansen. Yeniden ağaçlandırma ve iyileştirilmiş tarım yöntemleriyle atmosferdeki karbondioksiti 1980’lerdeki seviyesine çekmemiz ve o seviyeyi (350 ppm/milyonda 350 parçacık) aşmayacak bir düzeye ulaşmamız hâlâ mümkün, “ama ancak zar zor – zaman bitmek üzere!”
Herşey bir yana, sadece kömürün gezegen için mutlak bir “idam fermanı” olduğu konusunda dünya üzerinde artık tam bir bilimsel bir mutabakat olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. İşte bu hususta Hansen’ın söylediklerinin bir “kolajı”:
* Küresel ısınmayı halletmek için en öncelikli hedef, karbonun tutularak yer altında depolanabildiği durumlar hariç, kömür kullanımına son vermek. (Denenmiş, güvenilir, uygulanabilir bir karbon tutma ve depolama teknolojisine henüz ulaşılamadı.)
* Fosil yakıt rezervleri bitimli; fiyatların yükselmesinin temel nedeni de bu. Er geç fosil yakıtların ötesine geçmek zorundayız. İklim sorununun çözümü, derhal karbondioksitsiz enerjiye geçmekte yatıyor.
* Siyasiler birbiriyle didişmekten vazgeçmezse, vatandaşlar başı çekmeli. Kömür yakan yeni termik santral yapımına karşı moratoryum ilan edilmesini talep etmeliyiz.
Oysa, çok paradoksal bir durum var ortada. Bütün kıyamet alametlerinin belirmesine, bilim dünyasının neredeyse tamamı alarm kampanalarını gümbür gümbür çalmasına rağmen, dünyanın ezici çoğunluğu kömür yakıtlı yeni termik santralleri açmak için adeta yarışa giriyor, yeni hava limanlarını birbiri ardından açmaya koşuyor, ucuz petrol peşinde feryat figan koşturuyor.
Sadece Türkiye’den örnek verirsek, mesela TBMM’de 9/11/2007 tarihinde kabul edilen, 5710 Sayılı “Nükleer Güç Santrallarının Kurulması Ve İşletilmesi İle Enerji Satışına İlişkin Kanun”, özellikle ölümcül kömür yakıtlı santralleri teşvik eden, hatta bunlara en az 15 yıl, fiiliyatta ise 30 yıla kadar alım garantisi veren “Yerli Kömür Yakıtlı Santralların Teşviki” başlıklı Geçici 2. Maddesi ile gerçek dünyanın bu temel bilimsel verilerine tamamen aykırı düşen bir saatli bombayı kucağımıza bırakıyor. Ayrıca, gazeteci Özgür Gürbüz’ün yaptığı araştırmalar, Adana’dan Zonguldak’a, yani A’dan Z’ye Türkiye’nin neredeyse her yerinde, neredeyse sınırsız miktarda termik santraller (fosil yakıt, özellikle de kömür yakan santraller) kurmak için yönetimde delice bir “hamle” olduğunu ortaya koyuyor.
Gerçekten delice. Yazının başında “hayatın bağlamı” olan iklim demiştik; bitirişi de bağlamla bağlayalım bari: Britanya’da 30 yıl sonra yeniden kömür yakıtlı santraller inşası hazırlıkları başladı. İngiliz gazeteci ve aktivist George Monbiot da Kingsnorth’daki bu santrali durdurmak üzere harekete geçen doğrudan eylemcilerin kampına katılmak üzere trene atlamadan önce şöyle yazıyordu:
“Artık her şey kömürü durdurmamıza bağlı. Kontrolden çıkmış iklim değişikliğini önleyip önleyemeyeceğimiz de, büyük ölçüde, kömür denen bu en karbon yoğunluklu fosil yakıtı kullanmaya devam edip etmeyeceğimize bağlı. Onu – ya da çıkardığı karbondioksiti yerin altında bırakmazsak, insanlığın gelişmesi gerisin geriye savrulup gidecek. Ne kadar çok kömür yakarsak, ilerde rahat ve refah yüzü görme şansımız o kadar düşük. Endüstri devrimi tersine döndü.”
Aynı eyleme koşan gazeteci Johann Hari de kömür gibi fosil yakıt şirketleriyle hükümetlerin el ele verip gezegeni içine sürükledikleri kaosu görmezden gelişimizi, psikologların “dışsal bağlam sorunu” dediği şeyden mustarip olmamıza bağlıyor: “[Küresel Isınma] bugüne kadar yaşadığımız deneyimlerin hepsinin öylesine dışında kalıyor ki, burnumuzun dibine kadar sokulan o kadar kanıta rağmen, içgüdüsel olarak bu asla mümkün olamazmış gibi görünüyor bize.”
Ama, pekala mümkün işte. Dolayısıyla, daha fazla dalga geçmeden, artık eyleme geçmeli, öncelikle kömüre dur demeliyiz. Kendimizi ve sevdiklerimizi kömür karası bir geleceğe mahkûm etmemek için. Hemen, şimdi!(ÖM/EÜ)
Bu konuşma “20 Yıl Sonra Küresel Isınma: Devrilme Noktalarına Az Kaldı” başlığı ile yazıya döküldü. 2030 kelimeden oluşan kısacık bir metin bu. Ne var ki, kısalığı, hayati önemini gözden kaçırmamıza yol açmamalı. Küresel ısınma konusuyla ilgilenenler, ilgilenmek zorunda kalacak olanlar için, yani hem kendimizin, hem de çocuklarımızın hayat şartlarının çok da uzak olmayan bir gelecekte düpedüz çökmesi ihtimalini gözönüne alan herkes için canalıcı önem taşıdığını, hatta insanlar için bir tür yeni “eski ahit” niteliğinde olduğunu söylemek büyük bir abartı olmaz. Hayatın bağlamını teşkil eden iklimin dünü, bugünü ve yarını konusunda neredeyse her şeyi o 2 bin kelime içinde anlatmayı biliyor Hansen:
“Bugün de, tıpkı 20 yıl önce olduğu gibi, bilimsel verilerin dürüst bir değerlendirilmesi, siyasi toplumu şoke edecek sonuçlar getiriyor,” diyor. “Yirmi yıl önce olduğu gibi bugün de, sözkonusu sonuçların % 99’un üstünde bir kesinlik taşıdığını teyit edebilirim.”
Günümüzde herkesin karşısında donakaldığı, felce uğradığı terorizmi çağrıştırmayı amaçladığı için olsa gerek, hayli çarpıcı bir metafor seçmiş iklim bilimci: Küresel ısınmayı, kurulu bir saatli bomba olarak tanımlıyor ve onu etkisiz hale getirmek için artık daha fazla zaman kaybına tahammülümüz kalmadığını olağanüstü serinkanlı, ama bir yandan da insanın kanını donduracak netlikle detayları da içeren bir bilimsel dille anlatıyor:
Küresel ısınmanın, su döngüsünün iki uç noktasını da körüklediğini, yani bir yandan daha güçlü kuraklıklara ve orman yangınlarına sebep olurken, diğer yanda da aşırı yağışları ve selleri beraberinde getirdiğini, deniz seviyelerinin bu yüzyıl içinde en az iki metre yükselmesinin muhtemel olduğunu, bu durumda yüz milyonlarca insanın mülteci olacağını, insanlığın tasavvur edebileceği herhangi bir zaman dilimi içinde hiçbir sabit kıyı şeridinin bir daha yeniden oluşamayacağını, bazı hayvan ve bitki türlerinin gezegenin dışına itileceğini, iklim değişikliğinin canlı türlerinin neslinin tükenmesinin birincil nedeni olacağını, birbirine karşılıklı bağımlılık ilişkileriyle bağlı türlerin yok oluşu ekosistem çökmelerine yol açacak sayıya ulaştığında da, gezegen üzerindeki hayat için eşik noktasının aşılmış olacağını, ısınmanın devam etmesiyle kitlesel yokoluşlar görüleceğini, biyolojik çeşitliliğin yeniden toparlanmasının ise ancak yüz binlerce yıl sonra belki mümkün olabileceğini öngörüyor dünya bilimi...
Dahası, şunları öngörüyor Hansen: Sera gazlarının yükselmeye devam etmesinin sonuçları, türlerin topluca yok olmasının ve gelecekte deniz seviyesinin yükselmesinin çok ötesine geçiyor. Çorak subtropikal iklim kuşakları kutuplara doğru genişliyor. ABD’nin güneyini, Akdeniz bölgesini, Avustralya’yı ve Afrika’nın güneyini etkileyen, yaklaşık 400 kilometrelik bir genişleme olduğu tespitini yapıyor ve karbondioksit artışı durdurulmaz ve geri çevrilmezse, orman yangınlarının ve göllerin kurumasının daha da artacağını belirtiyor.
İlaveten, şunları da: Yüzmilyonlarca insanın taze su kaynağı olan dağ buzullarının tüm dünyada, Himalayalar’da, Andlar’da ve Kayalık Dağları’nda geri çekildiğini, karbondioksit artışı süreci geri çevrilmedikçe bu buzulların yok olacağını ve o koca nehirlerini yaz sonlarında ve son baharlarda cılız bir su sızıntısı halinde bırakarak, yaşamları buna bağlı olan kitleleri açlık ve susuzluğa mahkûm edeceğini belirtiyor.
Üstüne üstlük, şunları da: Okyanusların yağmur ormanları demek olan ve denizlerdeki canlı türlerinin üçte birine ev sahipliği yapan mercan kayalıklarının, okyanusların ısınması da dahil olmak üzere bir çok nedenden ötürü baskı ve stres altında olmakla birlikte, özellikle okyanusun asitlenmesi yüzünden büyük tehlikede olduğunu, okyanus giderek asitlendikçe, karbonat kabuk ve iskeletlere bağımlı olan okyanus canlılarının yaşamının, çözünme tehdidiyle yüzyüze kaldığını da...
Özet olarak Hansen “saatli bomba”nın yanına, aynı derecede ürkütücü ikinci bir metafor daha yerleştiriyor: “Kusursuz fırtına”. Gerçek bir küresel felaketin bütün unsurları, kara bulutlar halinde büyük bir hızla bir araya toplanmakta. Fırtına patladı patlayacak! İnsanlık, mütemadiyen değişen kıyı şeritlerinin ve gittikçe şiddetlenen bölgesel aşırı iklim olaylarının getireceği harabiyetten dolayı bitap düşecek. Sayısız canlı türünün yok olmasıyla gezegen gittikçe ıssızlaşıp viraneye dönecek.
Yukarıda sayılan olaylar ve özellikle Kutup buzullarıyla büyük buz kütlelerinin günümüz karbondioksit seviyesinde gösterdiği istikrarsızlık, daha şimdiden çok ileri gitmiş olduğumuzu gösteriyor. “Bildiğimiz gezegeni korumak için, atmosferdeki karbondioksit miktarını aşağı çekmeliyiz,” diyor Hansen. Yeniden ağaçlandırma ve iyileştirilmiş tarım yöntemleriyle atmosferdeki karbondioksiti 1980’lerdeki seviyesine çekmemiz ve o seviyeyi (350 ppm/milyonda 350 parçacık) aşmayacak bir düzeye ulaşmamız hâlâ mümkün, “ama ancak zar zor – zaman bitmek üzere!”
Herşey bir yana, sadece kömürün gezegen için mutlak bir “idam fermanı” olduğu konusunda dünya üzerinde artık tam bir bilimsel bir mutabakat olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. İşte bu hususta Hansen’ın söylediklerinin bir “kolajı”:
* Küresel ısınmayı halletmek için en öncelikli hedef, karbonun tutularak yer altında depolanabildiği durumlar hariç, kömür kullanımına son vermek. (Denenmiş, güvenilir, uygulanabilir bir karbon tutma ve depolama teknolojisine henüz ulaşılamadı.)
* Fosil yakıt rezervleri bitimli; fiyatların yükselmesinin temel nedeni de bu. Er geç fosil yakıtların ötesine geçmek zorundayız. İklim sorununun çözümü, derhal karbondioksitsiz enerjiye geçmekte yatıyor.
* Siyasiler birbiriyle didişmekten vazgeçmezse, vatandaşlar başı çekmeli. Kömür yakan yeni termik santral yapımına karşı moratoryum ilan edilmesini talep etmeliyiz.
Oysa, çok paradoksal bir durum var ortada. Bütün kıyamet alametlerinin belirmesine, bilim dünyasının neredeyse tamamı alarm kampanalarını gümbür gümbür çalmasına rağmen, dünyanın ezici çoğunluğu kömür yakıtlı yeni termik santralleri açmak için adeta yarışa giriyor, yeni hava limanlarını birbiri ardından açmaya koşuyor, ucuz petrol peşinde feryat figan koşturuyor.
Sadece Türkiye’den örnek verirsek, mesela TBMM’de 9/11/2007 tarihinde kabul edilen, 5710 Sayılı “Nükleer Güç Santrallarının Kurulması Ve İşletilmesi İle Enerji Satışına İlişkin Kanun”, özellikle ölümcül kömür yakıtlı santralleri teşvik eden, hatta bunlara en az 15 yıl, fiiliyatta ise 30 yıla kadar alım garantisi veren “Yerli Kömür Yakıtlı Santralların Teşviki” başlıklı Geçici 2. Maddesi ile gerçek dünyanın bu temel bilimsel verilerine tamamen aykırı düşen bir saatli bombayı kucağımıza bırakıyor. Ayrıca, gazeteci Özgür Gürbüz’ün yaptığı araştırmalar, Adana’dan Zonguldak’a, yani A’dan Z’ye Türkiye’nin neredeyse her yerinde, neredeyse sınırsız miktarda termik santraller (fosil yakıt, özellikle de kömür yakan santraller) kurmak için yönetimde delice bir “hamle” olduğunu ortaya koyuyor.
Gerçekten delice. Yazının başında “hayatın bağlamı” olan iklim demiştik; bitirişi de bağlamla bağlayalım bari: Britanya’da 30 yıl sonra yeniden kömür yakıtlı santraller inşası hazırlıkları başladı. İngiliz gazeteci ve aktivist George Monbiot da Kingsnorth’daki bu santrali durdurmak üzere harekete geçen doğrudan eylemcilerin kampına katılmak üzere trene atlamadan önce şöyle yazıyordu:
“Artık her şey kömürü durdurmamıza bağlı. Kontrolden çıkmış iklim değişikliğini önleyip önleyemeyeceğimiz de, büyük ölçüde, kömür denen bu en karbon yoğunluklu fosil yakıtı kullanmaya devam edip etmeyeceğimize bağlı. Onu – ya da çıkardığı karbondioksiti yerin altında bırakmazsak, insanlığın gelişmesi gerisin geriye savrulup gidecek. Ne kadar çok kömür yakarsak, ilerde rahat ve refah yüzü görme şansımız o kadar düşük. Endüstri devrimi tersine döndü.”
Aynı eyleme koşan gazeteci Johann Hari de kömür gibi fosil yakıt şirketleriyle hükümetlerin el ele verip gezegeni içine sürükledikleri kaosu görmezden gelişimizi, psikologların “dışsal bağlam sorunu” dediği şeyden mustarip olmamıza bağlıyor: “[Küresel Isınma] bugüne kadar yaşadığımız deneyimlerin hepsinin öylesine dışında kalıyor ki, burnumuzun dibine kadar sokulan o kadar kanıta rağmen, içgüdüsel olarak bu asla mümkün olamazmış gibi görünüyor bize.”
Ama, pekala mümkün işte. Dolayısıyla, daha fazla dalga geçmeden, artık eyleme geçmeli, öncelikle kömüre dur demeliyiz. Kendimizi ve sevdiklerimizi kömür karası bir geleceğe mahkûm etmemek için. Hemen, şimdi!(ÖM/EÜ)
ilgili haberler
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
ilgili haberler
diğer yazıları
İKLİM VE DÜNYA DEĞİŞİRKEN
Yangınlar çağında Dr. Faustus ve çocuklar
26 Ağustos 2021
İKLİM VE DÜNYA DEĞİŞİRKEN
Hayatımız, biz yaşarken tarih oluyor!
20 Mayıs 2021
İKLİM KRİZİ YAZILARI - 12 / ÖMER MADRA
İntihar mı Bozkır Yangını mı?
25 Aralık 2019
ÖMER MADRA YAZDI
Krize Kriz Demek: İklim Terminolojisi
9 Temmuz 2019
52 ERKEK 52 HAFTA/ 46 ÖMER MADRA
İklim Değişikliği - Erkek Şiddeti - Tesadüf Değil
21 Kasım 2018