Açık Radyo Genel Yayın yönetmeni Ömer Madra ile anahatlarıyla gündemdeki çevre sorunları üzerine konuştuk.
Aynı anda yaşadığımız kuralık ve seller; bir türlü dolmayan barajlar; kömüre bağımlılık eğilimi; çoğalan madenler, HES’ler; tekrar başlayan GDO’lu ürün tartışması, propaganda mekanizmaları ve tabii ekolojik mücadele...
Son günlerde hem kuraklık haberleri geliyor hem de sular seller götürüyor ortalığı...
Süregelen kuraklık ve ani sellerle ortalığın yıkılıp altyapının yok olması durumu aynı sürecin birer yönü. Fosil yakıt kullanımıyla ortaya çıkan küresel iklim değişikliğinin bunun gibi pek çok göstergesi var. Sera gazı bir battaniye gibi örtüyor dünyayı. Güneş ışınları bu gazların havada kalması yüzünden yeryüzüne çarpıp geri dönemiyor...
Şimdi bir de metan gazı yükselmeye başladı. Bunlar iklim olaylarını altüst ediyor. California’da mesela, beş yüz yıldan beri görülen en büyük kuraklık yaşanıyor, orman yangınlarına sebep oluyor, bir yandan da her tarafta büyük seller oluyor. Çünkü bu yüzden su çevrimi de altüst olmuş durumda.
Barajlar dolmuyor...
Ben uzmanı değilim ama İTÜ’den Orhan Şen ya da Boğaziçi Üniversitesi’nden Levent Kurnaz’ın anlattıklarına göre, bir anda, onyıllardır görülmediği kadar yüksek miktarda yağış oluyor ama on dakika, en fazla yarım saatte yağıyor.
Bir yandan 2000’lerin başından beri, dünyada da Türkiye’de de ilk defa kırsal bölgelerden daha fazla şehirleşme oldu. Bu ciddi bir sorun. Şehirler hem küresel ısınmaya katkı olarak kendi ısı adalarını oluşturuyor, bitki azlığından dolayı, hem de her taraf asfalt, köprü, beton, bina olduğu için akan suyun toprağa geçip yeraltına inme imkanı kalmıyor, denizlere akıp gidiyor...
Kırsal bölgelerde de özellikle son 30-40 yıldır görülen mono kültür ekonomisi var. Endüstriyel tarım yapılıyor. Bu da toprağı tutacak, erozyonu önleyecek bitkileri değil, tamamen para getirecek bitkileri yaygınlaştırıyor. Bütün tarımcıların söylediği gibi bunlar toprağı beton gibi bir hale getiriyor.
Çağdaş endüstriyel kapitalizm son derece karmaşık bir sistemi bozmuş durumda. Sonuçları da maalesef artarak görülecek.
Böyle mi gidecek?
Bütün rekorların kırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Endüstri devriminden başından beri sadece küresel ısınmadaki artış toplam bir derece bile değil ve bu gördüğümüz kuraklıklara, deniz seviyesinde yükselmeye, buzların erimesine yol açtı.
Dünyada medeniyetler hep deniz kenarında ve bu fırtınalardan etkileniyor, etkilenecek. Sadece bir derece bile olmayan artışla bunlar yaşanıyor.
Dünyada yaratılmış en büyük bilim topluluğu olan Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin, 40’dan fazla ülkeden binlerce bilim insanın çalışıp ortaya koyduğu rapor bu eğilimin artarak gideceğini ve belki yüzyıl sonunda beş dereceye kadar ulaşabileceğini gösteriyor.
Bu sonuçlar hayatımıza değmeye başlayınca anaakım medya da artık ilgilenmeye başladı galiba...
Ama bunların fosil yakıtlarla, küresel iklim değişikliğiyle bağlantısını söylemiyorlar. Ayrıca bu konuyla ilgili bakanlar da söylemiyor. Önce uzun süre inkar ettiler, şimdi de kuraklık biraz var, tedbir alacağız, size diş fırçalamayı öğretmemiz lazım gibi konuşuyorlar.
GDO’lu ürünlerin binde 9 sınırı üzerinden Türkiye’ye girebilmesine yol açacak bir düzenleme tartışılıyor şimdi. Dünyada yaşanan gıda sorununun çözümünün GDO gibi mekanizmalarla mümkün olduğunu iddia eden araştırmalardan söz ediliyor...
Bunların herhangi bilimsel bir temeli yok. Doğrudan doğruya bu işten kâr edecek olan, bu işle iştigal eden şirketlerin yaptıkları propaganda sonucunda çıkıyor bunlar.
Bir avuç şirketin kârı uğruna dünyanın geri kalanının feda edildiği bir dünya sistemi var.
Onun için iklimi değil sistemi değiştir, diye büyük bir hareket başladı şimdi. Birleşmiş Milletler de eylül ayında tüm dünya liderlerini büyük bir toplantıya çağırdı...
GDO hakkında bu söylenenlerin anlamı yok. Tıpkı bir zamanlar tütün şirketlerinin sigaranın zararı olmadığı ifadeleri gibi...
O sıralar tütün şirketleri için çalışan halkla ilişkiler firmalarının adamları şimdi de kömür, fosil yakıt ve GDO’lar için aynı propagandayı yapıyor.
Bence kapitalizmin en başarılı buluşu bu PİAR, propaganda, reklam mekanizması.
Türkiye’deki ve dünyadaki bu kömür aşkı ya da bağımlılığı bitmiyor...
Küresel iklim değişikliğine yol açan bir numaralı faktör kömür. Fosil yakıtların hepsi tükenir olmakla birlikte nispeten bol ve ucuz olan kömür çünkü.
Fosil yakıt bağımlılığının uyuşturucu bağımlılığından farkı yok. Enjeksiyonu almadan yaşayamayan bir organizma haline gelmiş durumda modern kapitalist çağ insanı. Kömür ise bunların bir numarası.
Yalan ve propagandayla örülü sistem içinde temiz kömür diye laflar var ama alakası yok. Bilim dünyasında yapılan bütün hesaplar öncelikle kömüre yapılacak bütün yatırımların ve mevcutların en geç yirmi yıl içinde tasfiye edilmesini öngörüyor.
Ümit Şahin bu konuda iyi bir inceleme yaptı. Türkiye tam anlamıyla bir kömür tuzağına çekilme durumunda. Planlanan, izni alınmış olan ya da mevcut 80 kadar termik santral projesi var. Bu Türkiye’nin büyük bir yıkıma sürükleneceğini gösteriyor.
Büyük bir mücadele de var, hem uluslararası düzeyde hem Türkiye’de...
Bence son derece önemli bir gelişme bu. Zaman yeter mi ve nereye varılabilir bilmek mümkün değil ama...
En büyüklerinden biriydi Sinop Gerze’de yapılması planlanan kömür yakıtlı termik santral; halk başta kadınlar olmak üzere buna büyük bir direniş gösterdi. Aynı anda Manisa Yuvarlakçay’da HES’lere karşı protesto vardı mesela...
Türkiye’nin bazı yerlerinde direniş olmadı. İstihdam imkanı gibi nedenlerle ya da topraklarının değerleneceğini düşünenler aldanarak direnmedi ama direnenlerin bir kısmı kazandı. Ordu’dan otoyol geçmesine halk izin vermedi mesela... İkizdere’de Şimşirli köyünde vazgeçildi... Amasya’da direnenlerin dediği oldu.
Tarihten de gelen bir sürü örnek daha var. Direnebiliyorsanız kazanıyorsunuz. Girmezseniz bu işe kazamayacağınızın garantisi var...
Şimdilik Gerze’de tamamen kazanılmış görünüyor ama etrafından dolaşabilirler... İnsanlar ölümlü, halbuki şirketler ve devletler ölümsüz olduğu için tekrar tekrar geliyorlar, ama bu mücadeleyi yapmaktan başka da bir yol yok.
Benim için en olağanüstü görüntülerden biri Sinop Gerze’deki insanların ellerine meyve ve sebzelerini de alıp Gezi Parkı’na gelmeleriydi. Artık birbirinin dilinden anlamaya başlayan insanların buluşmasıydı, yatay bir buluşma oldu.
Başbakan ne derse desin, Gezi ekolojik meseleyi odağına alan dünyadaki ilk büyük kitle protesto hareketiydi belki de...
Dünya bütünüyle büyük bir şantiye halinde ve bu tam bir yıkıma götürecek ama buna karşın her yerde de ciddi direnişler var.
Naomi Cline gibi yazarlar ve aktivistler hafriyat ekonomisi diyorlar buna. Hiçbir maliyeti olmadan, tamamen dışsallaştırılmış, yeryüzüne ait, tamamen kamunun olan, müştereklere ait bir toprağı alıyorsunuz, onun içinden çıkan ağacı da kesiyorsunuz, kömürü de çıkarıyorsunuz ve satıyorsunuz, böyle bir sistem var.
Bu böyle devam edemeyeceği için birtakım insanlar sistemle aralarına kendi bedenlerini koyuyorlar ve bu böyle devam edecektir. (YY)