Ben onun kötü kızıydım; cesur, gözü pek, kaygısız, eğlenceli, samimi ve hatta laylaylom. O da benim iyi annemdi; cesur, gözü pek, kaygılı, düşünceli, mükemmeliyetçi ve sevecen.
Şimdi o kadın gitti ve yerine aşırı ince, dayanıksız, çekingen, çıtkırıldım bir kadın geldi. İşin kötüsü bu gidiş-geliş sürecinde hiç ayak seslerini duymadık.
Annem... 84 yaşında. Öğretmen emeklisi. İki kız annesi. Babamı 16 yıl önce kaybettik. Geçim sıkıntısı yok. Yıllardır Pembe Hanımın günlük işlerini yapmasına verdiği destekle yaşamını idame ettiriyor, biz hafta sonları uğruyor, her gün telefonla birbirimize 'ajans' haberleri veriyorduk. Eczane, manav bahanesiyle dışarı çıkar, komşularının kabul gününe katılır, öğretmen arkadaşlarıyla Öğretmen Evi'de buluşurdu. Pazar günleri onu dışarıya yemeğe götürürdük. Rahatsız etmemek adına nadiren de bize, kardeşime gelirdi.
Yüksek tansiyon, şeker, kalpte ritim bozukluğu, dizlerinde kireçlenme... İki yıl önce
banyoda kayıp düşene kadar hastalıklarıyla barış içinde yaşıyordu. Şimdi durum başka...
Uyluk kemiğindeki parçalı kırık ameliyatla halloldu, geç de olsa ayağa kalktı ama, bu travmayla birlikte annem geriye dönüşü olmayan yola girdi.
Kambur, öne eğik, yavaş ve güç yürüyor. Gazete manşetlerini bile okuyamaz oldu. İmza atamıyor, telefon kullanamıyor. Banyodan nefret ediyor. Altını petletmiyor. Neredeyse yutmayı bile unuttu.
Plastik kupa bile tutamaz olan annem, munis, sevecen ve kibar değil artık. İnatçı, hırçın, inkarcı, suçlayıcı ve yakınmacı. Dört mevsimi aynı anda yaşayabiliyor ama bizim için o ani mevsim değişikliklerine uyum sağlamak pek kolay olmuyor.
Kalabalıktan ürküyor, gürültü sevmiyor, canı isterse konuşuyor, ilaçlarını içmek istemiyor. Kendisine dokunulmasından hoşlanmadığından ayak yaralarının pansumanında zorlanıyoruz.
Beyninin konuşma merkezi felç ya; derdini anlatmaya kalkıştığında kelime bulamayıp, aynı kelimeyi defalarca tekrarlıyor. Konuşmaları mantıklı başlayıp, zırvalamayla bitiyor. Kendine özgü diliyle mırıl mırıl söylediklerini anlayamıyoruz. Sorumuzu cevaplayamadığında "konuşmak istemiyorum şimdi" diye kıvırtıyor.
Beyin saati bozuk ya; uykusu kuş uykusu adeta.
Bizi sıkça şaşırtıyor. Öğlen kaşıkla, üstüne dökmeden çorbasını içerken, akşam çatalı tutamıyor. Menekşe saksısındaki toprağı yiyor, koynunda ekmek saklıyor. Evde kapılar dahil tehlikeli olabilecek her şey kilit altında. Geçenlerde bakıcımızın bir anlık dalgınlığından yararlanıp kaçmış ama merdivenlerde apartman görevlisine yakalanmış.
Çok huzursuz ve sıkkın olduğunda sürekli yürüyor. Eşyalarla saklambaç oynatıyor bize. Elbisesini, koltuk örtülerini eliyle ütülüyor hep. Burnunu kaşımak da yeni alışkanlığı.
Doktorumuz "Kırılgan bir anneniz olduğunu kabullenirseniz, ona daha fazla yardımcı olabilirsiniz." diyor her kontrole gidişimizde.
Düşme, hastanede yatma, uzun yatak istirahati, depresif durumu, beslenme bozukluğu, idrar -dışkı da- kaçırma, ilerleyen yaş, kronik hastalıkları, üst üste değişik tedaviler uygulanması, her gün içtiği on-on iki ilaç, kilo kaybı, bağışıklık sisteminin -neredeyse- çökmesi, kabızlık... Her şey bir araya gelince nedenler ve sonuçlar karıştı anlayacağınız.
Süregiden eklem baş ağrılarını -nedense- hep yaşlılığa bağlamışız. Uykusuzluğunu yatmadan önce süt içirmekle, ada çayı içirmekle giderebileceğimizi sanmıştık hep.
En çok üzüldüğüm; yıllardır doktor kontrolü altındaki annemin B12 eksikliğinin saptanmamış olması. Değilse bu kadar ilerlemezdi bunaması diye düşünüyorum. Şimdi çevremde yaşlısı olan tüm tanıdıklarıma "aman; bi baktırın B12 düzeyine" diyorum.
Annem kayıplarını, gerilemelerini saklamayı çok iyi başarınca, biz de hayat taşkalasıyla sergilediği depresif belirtileri yorumlayamayınca; başlangıç ve ilerleme dönemini fark edilmeyen hastalığın tanısı gecikti ve tedavi şansını azaldı. Şimdilerde "keşke bazı şeyleri daha erken yakalayabilseydik" demenin anlamı yok.
Doktorumuza "Annem düşmeseydi, bunaması bu denli hızlı seyretmezdi herhalde!" dediğimde verdiği uzun cevaptan aklımda kalan "Bunama yaş ile geometrik artarak, bir çok alanda yıkımlara yol açar." cümlesi oldu.
Bir insanın tüm gün yaşlı ve demanslı biriyle yaşaması çok zor. Bakıcımız Pembe Hanım bizi bırakıp kaçmasın diye, elimizden geldiğince nefes almasını sağlıyoruz.
Yaşadığımız günlük sıkıntılar bizi yoruyor elbette. Çaresiz kaldığımız zamanlar olduğunu da itiraf etmeliyim.
Annemin bu kırılganlık ötesi "çıtkırıldım" hali içimi(zi) acıtıyor.
Ve inan olsun annemin 'kötü' ve 'laylaylom' kızı' olan ben; kendi "çıtkırıldım"lığımın ayak seslerini duymaya başladığım bugünlerde gelecek beni ürkütmüyor desem yalan olur.(ŞD/EÜ)
___________________________________________________________________
* Şadiye Dönümcü, Sosyal Hizmet Uzmanı.
** Bu yazı "çıtkırıldım"lık arifesindeki arkadaşım Ayfer'le yaptığımız bir dertleşme oturumunun özeti olup, onun önerisiyle ve başkalarının aynı hatalara düşmemesi temennisiyle kaleme alınmıştır.