İstanbul Cumhuriyet Savcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosuna gittiler… Özgür Gündem Gazetesi ile dayanışma için bir günlük genel yayın yönetmenliği görevinden dolayı çağrılmışlardı, basın suçuydu ama soruşturan büro, terör ve örgütlü suçlardı…
“Terör Örgüt Propagandası Yapmak suçundan” sorguları tamamlandı. İfadeleri alan Cumhuriyet Savcısı Eşref Durmuş; 20.06.2016 tarih ve 2016/(225-226-227) soruşturma sayılı yazılarıyla birlikte Şüphelileri “tutuklama istemiyle” ve “mevcutlu olarak” Sulh Ceza Hâkime gönderdi.
Sulh Cezada görevli Hâkim’de 2016/225-226-227 Sorgu Nolu zaptı ile 20.06.2016’da üç şüpheliyi de Savcının istemine uygun olarak tutuklama kararı verdi.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) temsilcisi gazeteci Erol Önderoğlu ve gazeteci/yazar Ahmet Aziz Nesin İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinde görevli Hâkim Bekir Altun’un kararı ile tutuklandı.
Gerekçesi basit… Terör örgütünün propagandasını yapmak. Savcı tutuklama istemiş, Hâkim Özgür Gündem gazetelerini ve suça konu olduğu ileri sürülen haberleri incelenmiş. Zaten “gazete ile dayanışma amaçlı başlatılan nöbetçi yayın yönetmenliğini üstlenen” şüphelinin ifadesi de alınmış, kendi söylemiş… O halde kanunlara göre “sorumlu” oldukları çok açık! Basın özgürlüğü, dayanışma deseler de kim dinler, dinlemediler!
Gerekçe birkaç tuhaflık dışında bilinen gerekçelere çok benziyor. “Bu itibarla şüphelinin (…) tarihli Özgür Gündem gazetesinin yukarıda belirtilen haber içeriklerinde silahlı terör örgütü KCK ve alt yapılanmalarının propagandasını yapan şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, yüklenen suçun yasada öngörülen cezanın üst sınırı, basın yayın yoluyla işlenmiş olması nedeniyle artırım sebebinin bulunması, 5271 sayılı CMK’nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelinin tutuklanmasına engel bir halinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 13. maddesinde ifade olunan “ölçülülük” ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheli açısından “yetersiz” kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak…” TUTUKLANMASINA…
Olağan gelebilir, ama değil. Yaşadığımız günlerin anlam ve ehemmiyetine uygun düştüğü için tutuklandıkları düşünülebilir, ama değil, daha vahim ve hukuksuz! Çok uzun yıllardır ve bir türlü geçemediğimiz “hassas” günlerin içinden geçiyoruzdur belki, kim bilir… Belki Türkiye çok zor günler geçiyordur, biz bilmiyoruz!
Zaten biz bilmeyenlerin içinden “seçilenler” sürekli tutuklanıyor, hassas ve çok önemli günlerin içinden geçtiğimizi söyleyenler, sürekli söylenip duruyor. Bölünmez bütünlüğün korunması adına herkes suçlanıyor; hassas ve çok önemli günler bir türlü hiç geçmiyor, içinden bir türlü geçilemiyor ve hassasiyetler neyse, hiç bitmiyor.
Suçlamak suretiyle kendi suçlarından aklandıklarını sanıyorlar. Ama dayanışma ve basın özgürlüğüne karşı açılan her ceza davasında sanık olan gazetecilerinin savunmalarında kendileri yargılanıyorlar.
Kuvvetli suç şüphesi var! Suç işlediği hakkında somut deliller var! Basın yayın yoluyla işlendiği için cezası çok… Şüphelilerin tutuklanmasına engel bir hal yok, tutuklanabilirler. İş önemli bir iş, eh engel de yok o zaman tutuklama daha iyi olacak! Dahası var… Soruşturma konusu suç ve bu şüpheliler bakımından Anayasadaki “ölçülülük” ilkesi hiç uygun düşmüyor. Adli kontrol uygulaması yetersiz kalacak. Zaten tutuklamak daha ölçülü olacak; o zaman ver tutuklama kararını şüpheliler gitsin yatsın cezaevine…
Tutukladınız gittiler cezaevindeler… Kanun adına, hukuk adına çok memnun olmalısınız, ne de olsa dirlik, düzenlik ve hukuk güvenliğidir asıl önemli olan!
Ama er, ama geç haklarında tahliye kararı verilecek, o zaman neden tutukladınız?
Şart mıydı? Tutuksuz yargılama yapamıyor musunuz?
20 Haziran Pazartesi günü sorgu yapıp hemen tutukluyorsanız, yarın 21 Haziran Salı günü haklarında iddianame düzenleyip ceza davası açıyorsanız eğer; neden tutukladınız?
Kötü mü işte, hemen dava açıldı, hiç beklenmedi… Bir türlü kimseye yaranamıyorsunuz bu çabukluğa şaşırıyorlar ve güvensizlikle bakıyorlar. Haklılar güvenmemekte! Gazete haberleri ortada, dayanışma için bir gün yayın yönetmenliği yapanları tutukladınız. Toplanacak delil sadece gazete ve daha soruşturmanın başında toplanmış. İfadesi alınacak kişiyi, çağırmışsınız kendisi savcılığa gelmiş, kaçmamış… Zaten bilmezsiniz (bilirsiniz aslında) böyle huyları yoktur, “kaçmazlar”!
Yeri geldi söylemeli; bir zamanların anlı şanlı savcıları kendileri hakkında açılan soruşturmalar nedeniyle yurtdışına kaçtıkları bir ülkede yaratılan yargıya güvensizlik yargılama ikliminin sonuçlarından sadece birisidir. Acaba o savcılar ne oldu, ne yaptınız?
Dönelim “tutuklama” ve “ölçülülük” arasındaki ilişkiye… Anayasanın 13. maddesinden bahsediliyor tutuklama kararlarında. Aslında birçok tutuklama kararında aynı şablon kullanıyor, kes, yapıştır örneği. Temel hak ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Öze dokunma yasağı vardır ve ölçülülükten anlaşılması gereken budur… Sınırlandırma, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Anayasaya göre; suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunanlar, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir (AY. m.19.)
Asıl ölçülülük budur ve başta adalete sonra hukuka uygunluk gerekir.
Kaçmayacak, delilleri yani gazeteyi değiştirme olanakları bulunmayan ve sadece “dayanışma” için sembolik yayın yönetmenliği görevi yapmaktan verildiği açık olan tutuklama kararı, ölçülük ilkesine aykırıdır ve hukuki ölçüsüzlüğü adalete aykırılıktır.
Basın özgürlüğü adına yargının hali üzüntü verici olmaktan çıkmıştır artık endişe vericidir.
Sadece haber vermek göreviyle görevli gazetecilerin korunmasını sağlayan basın özgürlüğü değil, korunması gereken haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkına sahip olan herkesin ifade özgürlüğü tehdit altındadır.
Hapishaneler, “askıya alınmış haklar düzeni” kurar. Kapatmanın yani kişiyi cezalandırmak amacıyla hapse atmanın tarihi kapitalizmin tarihine koşuttur. “Hapishane, başlı başına bir şiddet kurumudur. Şiddet hem kapatılana yöneliktir, hem de (henüz) kapatılmamış olanlara, topluma.(…) Şiddet, kapatılmanın ta kendisidir ”( Ergüden Işık, Politika ve Hukuk.2000).
Erol Önderoğlu tutuklandı ama basın özgürlüğü ve dayanışma adına “mutluyum” diyor.
Şebnem Korur Fincancı “…ben cezaevinde olmaktan onur duyarım bu dönemde. İnadına gülmek, inadına iyi olmak gerek.” diyor, sadece adresi zorla değiştirildi, hapishanede!
Ahmet Nesin, hiç farklı düşünmüyor. Adalet üzerine çalışıyor, araştırıyor, notlar alıyor.
Üçü de gururlu ve onurlu bir dayanışma içindeler. Duvarları değil, bizleri çok önemsiyorlar.
Biz “dışarıdakilerin” gururu ve onurunu böylece koruyan, düşündükleri ve söyledikleri gibi yaşayan, tutuklu üç kişi ile birlikte dayanışmak, onur duymak için inadına gülmek ve inadına iyi olmaktır işimiz, gülümseyin!
Ama eğer bugün susarsanız; bir gün savunacak basın ve ifade özgürlüğümüz kalmadığında yaratılan suskun, yılgın, umutsuz ve hiç sesi çıkmayan, sessiz ve itaatkâr ve boynu bükük toplum hepimizin ortak eseri ve utanç veren suçu olacaktır. (Fİ/HK)