Doğrudan savaş ve barış konularını ele alan ve kurmacadan çok belgesel türünde birçok film var. Ancak, savaş ve barışı daha farklı bağlamlarda ve simgesel düzeylerde işleyen filmler de var. Sanat dünyasındaki simgesel anlatım eğilimleri eskiden sansür nedeniyle gerçekleşirdi. Doğrudan anlatmanın yasal olarak mümkün olmadığı konular vardı. Bugün öyle değil. Birçok konuda düz anlatımlı (yani sanatsal dilden çok, içeriğin öne çıktığı) çeşitli filmlerden söz edebiliyoruz. Fakat bunların etkisi sanıldığı kadar geniş kapsamlı olmuyor. Toplum kutuplaştığı için bir kesim bir filmi göklere çıkarırken, diğerleri onu propaganda yapımı olarak değerlendirip tümüyle görmezden gelebiliyor. Simgesel anlatımlı yapımlar ise böyle değil. Bu tür yapımlar her eve rahatlıkla girerler; anlatısal özellikleri dolayısıyla kendilerini her kesime izletebilirler. Bu nedenle, bu simgesel anlatılı filmlerin barış psikolojisi için çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.
“Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti” (2014), barış yanlısı bir film örneği olarak sayılabilir. Gerilim, bilim-kurgu vb. diye izleyeceklerin çok şey kaçıracağını söyleyebiliriz. Film, iyi taraf-kötü taraf gibi basit sınıflandırmaların ötesine geçip iki tarafta da iyi insanlar (canlılar) olabileceği noktasına odaklanıp anlatılanı insanileştiriyor (canlılaştırıyor). Şu örnek filmde ete kemiğe bürünmüş oluyor: Vietnam-Amerikan Savaşı'nda savaş karşıtı Amerikalılar da vardı, Amerikan ordusuna çalışan Vietnamlılar da... Savaş yanlılarının yalnızca fiziksel silahları yok; aynı zamanda insandışılaştırma gibi silahları da var. Karşı tarafın insani hikayeleri yok sayılınca, “karşısı tümüyle kötü; bizim taraf tümüyle iyi” gibi görünüyor ki, bu, doğru değil.
Bu açıdan, sosyal psikolojide önemli bir alan işgal eden grup kimliği kavramı öne çıkıyor. Grup kimliği inşası için her zaman ortak bir düşman ve olağanüstü koşullar mı gereklidir? Kovboy anlatısıyla uzaylı anlatısını başarılı bir biçimde birleştiren “Kovboylar ve Uzaylılar” (2011) filmi bu soruyu akla getiriyor. Ortak düşman olan kötü uzaylılar beş birbirine benzemezi bir araya getiriyor: Bireysel trajedisi dolayısıyla kavgaya katılan başkişimiz, kaçırılan yakınlarını bulmak için yola çıkan kasabalılar (toprak sahibi, toprak sahibinin evlatlığı, doktor ve diğerleri), Beyazlarla son derece haklı gerekçelerle (vatan savunması) kanlı bıçaklı olan Kızılderililer, Amerikan dağlarının eşkıyaları olan haydutlar ve halkı için saflara katılan başka bir ırktan (iyi) uzaylı. Olağan koşullarda yan yana gelmesi mümkün olmayan bu beşli, iş başa düştü mü omuz omuza savaşıyor. Ne biri birinden ne öteki ötekinden üstün. Ve dahası, hepsi zafere ulaşmak için vaz geçilmez. Onlar “birlikten kuvvet doğar” sözünün cisimleşmiş hali...
Peki ama filmin sonundaki barış ne kadar sürer? Bu beş kesimin çıkarları yeniden çatışana kadar... Ve ne zaman yeniden gelir barış? Yeniden bir başka ortak düşman yaratıldığı zaman mı? İşte 100 puanlık sosyal psikoloji uzmanlık sorusu... Ve bu ortak düşmana karşı savaşma, sonra barış olunca birbiriyle savaşma hali bu coğrafyada ve birçok başka coğrafyada yaşananları başarılı bir biçimde özetliyor gibi...
Ortak düşman algısının birleştiriciliğine güncel bir örnek, 2015 Rusya krizi. Bu kriz MHP oyları yanında CHP oylarının bir kısmını AKP'ye yöneltiyor gibi görünüyor. Sözcü Gazetesi vb. çevreler, konu Rusya oldu mu Erdoğan savunuculuğunda rol çalıyor. O günlerde seçim olsa MHP baraj altında kalacak; CHP ise birkaç puan kayıp yaşayacaktı. Öte yandan, Rusya'nın hamlelerini Putin'in öfkesiyle açıklayanlar bu hamlelerinin stratejik hedeflerini gözden kaçırıyor. Üstelik, bu, birçok yazıda eleştirdiğimiz "büyükadamcı tarih" yanılgısına bir örnek*. Tarihi büyük adamlar değil kitleler yapıyor. Putin, arkasında bu kadar büyük bir destek (iç politika) olduğunu bilmeseydi bu kadar esip kükreyemezdi. Daha basit bir ifadeyle: “İmam uçmaz; cemaat uçurur.” Her şey psikoloji değil; aynı zamanda sosyoloji ve politika.
Şimdi üçüncü filme bakalım. Aslında bu, bir bilim kurgu romanından uyarlanmış olan bir dizi film: “Çocukluğun Sonu” (‘Childhood’s End’) (2015). Yalnızca üç bölümden oluşan dizi, özellikle “2001: Bir Uzay Efsanesi” adlı filme uyarlanmış olan romanıyla tanınan Arthur C. Clarke’ın (1917-2008) 1953 basımı aynı adlı kitabından uyarlama (kitabın Türkçe basımı için tıklayın).
Aslında Clarke’in birçok yapıtı savaş ve barış izlekleri üzerine kurulu; ancak bu yazıda ‘Çocukluğun Sonu’na odaklanıyoruz. Film, bir uzaylı istilası filmi; fakat bu kadar eski bir tarihte yazılmasına karşın, olay örgüsünde beklenmedik gelişmeler var. Uzaylılar gelip dünyadaki tüm kötülükleri ortadan kaldırsa, tüm dünyada barış inşa edilse nasıl olurdu? O zaman ortak düşman da kalmıyor. Ne kadar sürebilir bu huzur ortamı? Aslında, bu durumda bile, huzur falan yok; çünkü iyi uzaylılara karşı bile özgür istenç yanlısı olan özgürlük savaşçıları çıkıyor. Zaten iyi uzaylılar da kötülük yapanlarla savaş isteyenleri ötekileştirmiş oluyor. Bu durumda bile, dünyanın en az dörde bölünmesi kaçınılmaz: İyi uzaylılar, iyi uzaylılara destek olanlar, onlara karşı olanlar ve kötülük yaptıkları ya da savaş yanlısı oldukları için iyi uzaylıların misyonunun tam karşısında konumlananlar... Ama barışı getiren iyi uzaylıların niyeti bozuktur aslında ve insanlar bunu öğrendiklerinde çok geç olacaktır. Oysa ne güzel ortak düşman uzaylı imgesi sayesinde kendi aralarındaki kavgaları unutup bir araya gelebiliyorlardı ilk başta... Gerçekte kötü olan iyi uzaylılara karşı direnmeleri gerekiyordu, ama direnmeyip barış yanlısı oldular... Hatalar zinciri buradan yürüdü...
Her yazın uyarlamasında olduğu gibi “Çocukluğun Sonu”nda da romanda yer alıp filmde yer almayan ve de tam tersi öğeler var. Bir kere, filmde baş kişi, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri yerine bir çiftçi. Bu da, dizi sektörünün özdeşleşme süreci üzerinden etkili olmak için ortalama bir izleyiciye benzer bir kişilik (buna “average Joe” deniyor) yaratma eğilimiyle açıklanabilir. Çatışma örnekleri olarak Güney Afrika’nın yerini İsrail-Filistin almış durumda. Bunun dışında roman ve film arasında kişilikler ciddi anlamda farklı; olaylar da öyle. Roman neredeyse yeniden yazılmış; yine de asıl ileti korunmuş: “Barışın her türlüsü iyi midir? Ya değilse? Ya bu, seni/bizi yok etme amacını güden geçici bir barışsa?”
Bütün bunlar, yaşadığımız çatışma koşullarında lüks tartışmalar gibi görülebilir; ancak “umursamaz” olan çoğunlukta birkaç soru işareti bile uyandırmak kârsa, bu üç film izlenmeye ve barış psikolojisi açısından tartışılmaya değer... (UBG/EA)
* TIKLAYIN - DİRENİŞİN PSİKOLOJİSİ: KİBİR SENDROMU TEZİ NELERİ ÖRTÜYOR