Yıllar önce kitaplarını okuduğu kadın yazarları ve karekterleri düşündü Aslı. Kendilerini özgürlüğe adamış bu kadınlardan bazıları, Karen Blixen, Virginia Woolf ve Emma Goldman'dı. Sonra, L. Tolstoy'un romanlarından olan "Anna Kerenina"yı düşündü. Anna, herkesi karşısına almış ve aşık olduğu insandan vazgeçmemişti. Bu aşkın bedelleri ağır olmuştu elbette. Ama zaten insan olmak, onuruyla ve tüm benliğiyle kendi yaşamına kendisinin yön vermesi değil midir? 1800'lerde bile, bir kadın (evli olduğu halde) hakim olan değer yargılarına meydan okuyabilmiş; kendi rotasını kendisi belirlemek amacıyla her şeyi göze almıştı. Peki, ben ne yapıyorum, dedi Aslı.
Böyle düşünmek Aslı'yı cesaretlendirmişti. Ben de yapacağım, bitti! Dünya her zaman benim umrumdaydı, ama görüyorum ki ben dünyanın umrunda değilim, diyen sesini, ürpererek duydu. Bu ses, uzaklardan gelen yabancı bir ses gibiydi, çünkü günlerdir hiç konuşmamıştı.
Aslı, büzüşerek yattığı koltuktan kalktı ve aynanın karşısına geçti. Ayna ona, "artık uyanması gerektiğini" tavsiye ediyordu! Dudaklarına bakarak yüreğinin sesine kulak verecekti. Kendi sesini özlediğini kanıksadı. Bu kez ağzının ve dudaklarının hareketlerini izleyerek "kızım, özgürlüğün elden gidiyor, kendine gel! Bitti, bu mahpusluk bit-tiii!" dedi. Bu kez, sesini daha fazla yükselterek tekrarladı. Sesi güçlendikçe daha da bağırır oldu. Sonunda sustu."İşte bu kadar basit!" Gözleri, aynadaki gözlerini inceliyordu hâlâ.
Evet, günlerdir bakmadığı aynanın karşısından bir türlü ayrılamıyordu. Taranmamış saçları, soluk yüzünün yanlarından orantısızca dökülüyordu. Kaşları uzamış, göz kapakları da sarkmıştı. Gözleri yarı kapalı ve baygındı hâlâ. Kaşlarını kaldırdı ve gözlerinin içini görmeye çalıştı. Uzun uzun baktı onlara. Ne görüyordu onlarda? Aynaya daha da yaklaştı. Dikti gözlerini gözlerinin en iç noktasına. Bir pırıltı gördü. Dudakları gerildi. O pırıltı şimdi daha iyi görülüyordu. İşte ben... oralarda bir yerde... gizli kalmış." dedi.
Aynadaki kendini dikizledikçe, umudu büyüyordu. Umudu büyüdükçe, o pırıltı da büyüyordu.
Derin derin nefes aldı Aslı. Musluğu açtı. Ellerini suyun altında kavuşturdu. Suyun parmaklarının arasından nasıl sızarak akıp kaybolduğuna uzun uzun baktı. "Benim hayatım da, birilerinin parmaklarının arasından akarak kaybolmayacak. Buna izin vermeyeceğim", dedi. Nefesi normalleşmişti artık. Avuçlarıyla soğuk suyu yüzüne çarptı. Bir daha, bir daha çarptı yüzüne ve "ohhh", dedi. "Ben, ne bir esir, ne de bir köle olacağım. Seni terk edeceğim. Buraya kadarmış, Memo!" derken, musluktan akan soğuk su Aslı'nın sesini alıp beraberinde götürdü.
Sonra, ivedilikle çıkardı elbiselerini. Yukarıdan aşağıya bedenini seyretti. Elleriyle, önce boynunu inceledi, memelerini tuttu; sonra karnını - karnı çökmüştü içe. Günlerdir bir şey yememişti. Hareketleri çabuktu ve hemen duşa girdi. Uzun süre sadece suyun başından aşağı akmasını sağladı, kıpırdamadı! Sanki, Memo'dan tenine sinmiş olan tüm "atıkların", suyun yardımıyla akıp yok olmasını ister gibi bir hali vardı. Bu, aynı zamanda, bir meditasyondu belki. Bu duşun, Aslı'nın kendisini toparlamasında; hayatı ve geleceğine dair alacağı radikal kararda, büyük bir katkısı olacaktı.
Aslı eğitimli ve içinde bulunduğu krizi iyi tahlil edebilen bir kadındı. Fakat evliliği iyi gitsin diye defalarca taviz vermişti şu ana kadar. İkna olduğundan değil; sadece, toplumun ve ailelerin dayattığı gelenek ve göreneklere aykırı davranmamak adınaydı bu. Zaten Mehmet'e ilk aşık olduğu dönem, o da, Aslı'nın verdiği tavizleri "büyük fedakarlıklar" olarak görmüştü. Peki ya şimdi?
Yıllar geçtikçe, Memo'nun - toplumun da erkeklere reva gördüğü- bir "maço"ya dönüşmesine tanıklık ediyordu Aslı. Bir zamanlar aşık olduğu ve sevdigi bu adama olan sevgi ve saygısı, her geçen gün silinip yok oluyordu. Hele o agresif halleri, küçümser gözlerle bakmaları; kadınları yargılayıcı yorumları Aslı'yı içten içe derinden öfkelendiriyordu. Aslı hem beraberliklerini zedeleyen bu davranışları sindiremiyordu, hem de "ikinci bir varlık" konumuna düşmek niyetinde değildi.
Ben, bir nesne olmayı reddeden ve haklarını savunan biri olmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Baskı altında yaşamayı ve küçük görülmeyi kabullenmeyeceğim; özellikle bu son yaptıklarından sonra, dedi Aslı. Şu ana kadar hep "aman annesi kırılmasın, biraz altdan alayım ve onun agresifliklerini fazla abartmayayım"ları devreye koymuştu. Ne var ki, Aslı'nın bilinci buna tahammül etmiyordu artık. Bana, cenderede yaşamayı reva görme hakkını, kimseye vermeyeceğim, dedi.
Memo'nun sinirlendi diye, telefonunu fırlatıp kırması, hiç affedilir bir davranış olamazdı. O telefondaki bilgi ve numaraları da yok olmuştu. Memo, ne bir özür dilemiş, ne de yeni bir telefon almaktan söz etmişti şu ana kadar. Onun yüzünden, üç gündür, ne ailesine ne de arkadaşlarına ulaşabilmişti. O zamandan beridir de koltukta büzüşüp yatmış ve deprasyonunu yenmeye çalışmıştı Aslı.
Ben nasıl bu hale geldim? Düşlerimi benden almalarına nasıl izin verdim böyle, dedi. Aslı bu düşüncelere kaptırmışken kendini; sanki bir yardım eli istiyormuş gibi, kitaplıktaki kitaplarına, parmak uçlarıyla okşar gibi dokundu.
Aslı, pırıldayan bir Güneş'ken, şimdi, her an solmaya yüz tutan bir çiçekcik oluvermişti. Böyle bir hayata devam etmesi halinde bir kar tanesi gibi eriyip yok olacaktı. Hayır, buna asla izin vermeyecekti!
Ve yine, çok iyi biliyordu ki, kendi kaderi de yeryüzündeki milyonlarca kadının kaderine çoktan benzemişti. Ve kim bilir şu an, kaç kadın onun gibi, içinde bulundukları hapishaneden kurtulmanın yollarını arıyordu...
Aslı'nın telaşlı bir hali vardı. Yatak odasına girdi ve gardroptaki kıyafetlerini yokladı. O an, en çok da Memo'nun, o renk değistirmiş ellerinin, bundan böyle kendisine dokunamayacağına sevindi. "Böyle bir adamı ben nasıl sevdim ve yıllardır onunla nasıl seviştim", diye düşünürken kendisine de öfkesini yüreğinde hissetti.
Akşama doğru Memo eve gelmeden önce, Aslı bir karar vermiş ve heyecanı artmıştı. Verdiği karar ona güç vermişti. Üç yıllık evliliği boyunca, güzel kokulu bir çiçek muamelesi görmüştü. Sonra da koparılıp bir kenara atılan bir bitki yani! Buna "dur" demenin zamanı gelmişti artık.
Annesinin ve arkadaşlarının kendisini mutlaka aramış olabileceklerini düşündü yine. Onlara nasıl ulaşabilecegini tasarlıyordu kaç gündür. Gurur yaptığı için, Memo'nun telefonunu da kullanmayı düşünmedi. Anlaşılan, onun da umrunda değildi bu.
Memo az önce eve geldiğinde ne bir selam verdi, ne de sual etti. Aslı da istifini hiç bozmadan, oturduğu koltukta kitabını okumaya devam etti. Memo salona viski şişesi ve bardağıyla girince, Aslı kalktı yerinden ve mutfağa gitti. Bir süre orada oyalandı. Yine sigara kokusunu aldı. Belli ki, Memo yine sigara içiyordu salonda. Aslı öfkeyle tezgaha abanıp dişlerini sıktı, ama kendisini frenledi. "Nasılsa bitecek her şey. Odun kafalı yaratık, cirit de atabilirsin artık bu evde" dedi içinden. Derin derin nefes aldı birkaç kez ve kararlı adımlarla salona geldi. Göz ucuyla Memo'ya baktı ve geçip üçlü koltuğa oturdu usulca. Bu odada, yabancı bir erkekle bir arada gibiydi.
Memo'nun oradaki varlığı, odada uçuşup duran bir sinek kadar, canını sıkıyordu Aslı'nın. Tiksinti duygusunu hissetti. İçi içine sığmıyordu. Derin bir nefes alıp Memo'ya çevirdi yüzünü.
"Mehmet, konuşabilir miyiz? Ben ciddi bir karar aldım", dedi. Memo umarsızca telefonuna bakıyordu. "Beni duyuyor musun Mehmet? Bu evlilik böyle devam edemez artık", dedi Aslı.
Ok yaydan çıkmıştı artık! Aslı soluk soluğaydı. Heyecanlanmıştı. Memo'nun tepkisini bekliyordu, ama Memo hiçbir reaksiyon göstermiyordu. Sehpanın üzerindeki viski bardağı boştu. Başını kaldırmadan alçak bir sesle "öyle mi", demekle yetindi Memo.
Evet, dedi Aslı. "Artık senin Çiçeğin değilim ben." Koltuktan çalımla kalktı. "Bundan böyle, ne senin ne de bir başkasının çiçeği olacağım, anladın mı beni?" Gözleri inek gözleri gibi kocaman olmuş ve sulanmıştı.
Salonun kapısından çıkıp hole geçti Aslı. Derin derin soluyor ve homurdanıyordu. Tekli koltukta dilini yutmuş gibi oturan Memo, doğruldu. Etrafına bir göz attı ve sonra salonda oluşan sessizliğe kaptırdı kendini. Parmaklarının arasındaki sigaranın külleri uzamıştı. Gözleri Aslı'nın oturduğu koltuğa kaydı. O yöne ilk kez bakıyordu. Düşündüğü belliydi. Ama ne?
Memo, birkaç dakika sonra elindeki sigarayı küllükte bastırarak söndürdü ve telefonunu da masaya hoyratça bıraktı. Kalktı yerinden ve Aslı'nın peşinden gitmek üzere salondan çıktı. "Sen ne demek istiyorsun, ha! Söyle bakalım, sen ne demek istiyorsun?" dedi yine. Sesi sert ve öfkeliydi. Yatak odasının kapısını açtı ve içeriye girdi. Etrafına bakındı, ama orada değildi Aslı. Banyoya yöneldi. Adımları hızlanmıştı. Banyonun kapısını açıp başını içeriye uzattı ve şaşkınlıkla geri çekti. Aslı orada da yoktu. Telaşlanmıştı Memo. Yine yatak odasına yöneldi. Ve balkona çıktı. Yok, Aslı yok! Memo geri döndü ve tekrar salona girdi. Bir eliyle başını kaşıdı ve etrafına bakındı yine. Hiçbir şey anlamıyordu. "Bu ne ya, Aslııı, sinirlerimi bozma yine! Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdı. Ama bu kez Aslı'yı bulamayacaktı. Çünkü o, çoktan ayakkabılarını bile ayağına geçirmeden dış kapıdan sokağa atmıştı kendini.
Böyle özgürlüğün adımlarını atarken aklına şu dizeler takıldı:
Bir dünya ki, hem de ne azametli
Gör, dokun ve dans et Goldman gibi
Bir kez geldin bu köhne dünyaya
Bacım, kim ne derse desin
Sen ol hem deli, hem de dahi...
Aslı, bedeninde bir güç oluştuğunu hissetti karşı sokağa geçerken. Adımlarını hızlandırdırmıştı. Bir anda, beynindeki her bir hücrenin yerinden oynadığını, damarlarında akan kanın aldığı hızdan anlayıverdi. Adrenalini yükseldi. Sokaklardaki insan kalabalığından sıyrılıp koşmaya başladı. Artık özgür olacağım, diye mırıldandı. Etrafına bakmadan emin adımlarla ilerliyordu. Panorama sinemasının önünde durdu. Nefes nefeseydi. Günlerdir mutsuzluğuna bir çare bulmaya çalışmaktan, hiç evden çıkmamıştı. Kötü kondisyonu da bundandı.
Eliyle saçını düzeltti. Etrafına baktı ve omuz çantasının içini yokladı. Çıkardığı, sigara paketiydi. Karanlık çökmüştü artık- buna sevindi, çünkü bulunması pek kolay olmayacaktı. Yaktığı sigaranın dumanını içine çekerken sinemanın duvarına yaslandı. Sinemanın önünde küme küme durup konuşan gençler vardı. Onları umarsızca izledi bir süre. Karşı bankta oturan yaşlı bir kadın elindeki bastonuyla yere vuruyordu. Aslı, ben de mi böyle yaşlanacağım? dedi içinden.
Gözlerini kadından aldı; sigarasını yere attı ve ayağıyla çiğnedi. Az ilerideki telefon gişesine girdi. Aslı, evliliğini noktaladığını kime bildirecekti acaba?
(HK/AÖ)