Osmanlı Devleti köhne yapısıyla varlığını sürdüremeyeceğini 19. yüzyıl ortalarında nihayet kavradığı zaman, önce askerlikle sonra da altyapı yatırımlarıyla ilgilenmek gereğini duymuştu. İstanbul-Şumnu hattında ilk telgraf, İzmir-Aydın hattında ilk demiryolu derken, ilk karayolu inşaatları da devreye girdi.
Yol inşaatları için seçilen yöntem geleneksel Osmanlı devlet anlayışına çok uygundu. Bir nizamname çıkarılarak 16-60 yaşları arasındaki bütün erkeklere yol mükellefiyeti getirildi. Mükellefler yol yapımı için ya bedel ödeyecek ya hayvanlarını çalıştıracak ya da 5 yılda 20 gün inşaatlarda çalışacaklardı.
Osmanlı’dan sonra da bu yönteme devam edildi. Daha 1921 yılında “Tarik Bedeli Nakdisi Hakkında Kanun” çıkarılarak uygulama sürdürüldü. 1925 yılında çıkarılan Yol Mükellefiyeti Kanunu ile 18-60 yaş arası bütün erkeklerin dört işçi gündeliği kadar nakit ödemesi veya yılda 6-12 gün yol inşaatlarında çalışmakla yükümlü olması kararlaştırıldı.
1929 yılında yılda 10 gün çalışma yükümlülüğü veya 8 lira ödeme kuralı getirildi. Bu bedel önce 12 liraya sonra da 18 liraya çıkarıldı. Yol vergisi 1952 yılında kaldırılana kadar uygulama sürdü. Demokrat Parti’nin 1950 seçimini kazanmasında önemli etkisi oldu.
Yol vergisinin mantığı çok açıktı; “Devletin bu yollara ihtiyacı var, bu ihtiyacı karşılamak için zenginseniz paranızı, yoksulsanız emeğinizi karşılıksız olarak alacak.” İnsanları ödeme ya da angarya ikilemi içinde bırakmak feodal dönemlerde yaygın bir uygulamaydı ama modern toplumlarda, özel dönemler dışında, fazla örneği görülmez.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar yeni askerlik sistemini açıkladı. Buna göre 20 yaşına giren bütün erkekler önce bir ay askerlik yapmakla yükümlüdür. Bir aydan sonra, ya bedel ödeyecekler ya da 5 ay daha askerlik yapacaklar. Bakan daha sonra, profesyonel asker olma olanaklarından da söz etti ama bunlar şimdiki uygulamadan çok da farklı olmadığından, yeni bir yanı yok.
TIKLAYIN - Akar Yeni Askerlik Sistemini Açıkladı
Bedelin, 40.000 göstergenin memur maaş katsayısı ile ve 6 ile çarpılmasından oluşan bir formülle hesaplanacağı ve bunun da 2019 yılı için 30 bin lira civarında olduğu da açıklandı. Yani yükümlüler 30 bin lira ödemek veya 5 ay emeğinin karşılığı verilmeden çalışmak arasında bir tercih yapacaklar. Bu tercihin nasıl yapılacağı da açık, gelir düzeyi yüksek olan bedelini ödeyecek ve askerlikten “yırtacak”.
Açıklamanın en ilginç yanı Bakanın “askerlik süreleri arasındaki farkları kaldırıyoruz” demesiydi. Bundan, üniversite mezunları ile daha düşük eğitim düzeyindekilerin askerlik sürelerinin eşitlendiğini kastediyor olmalı. Doğru, yeni sistemde eğitim düzeyleri ne olursa olsun bütün yoksullar aynı süre boyunca askerlik yapacak. Öte yandan eğitim düzeyleri ne olursa olsun bütün zenginler, bir ayda, askerlik yapmaktan kurtulacak.
Bu sistemle askerlikte fiilen var olan sınıfsal ayrım kurumlaşıyor. Askerlik yoksullara özgü bir faaliyet olarak yerleşiyor. Yasa muhtemelen çıkacak ve çoğu zaman olduğu gibi bu ülkenin yoksulları bunu da alkışlayarak kabul edecek.
Burada, bu yasaya neden ihtiyaç duyulduğu konusunu tartışmak gerekiyor. Halen TSK kadrolarında 200 bin kişi civarında yükümlü askerlik yapıyor. Fakat yıl içindeki bütün dönemleri dikkate alınca, yılda 350 bin kişinin askere gidebileceği belirtiliyor. Milli Savunma Bakanı her yıl 700 bin kişinin askerlik çağına girdiğini söyledi (TÜİK’e göre 600 bin).
Sonuçta sistemin düzene girmesi için her yıl yaklaşık 300 bin kişinin bedel ödemesi gerekiyor. Her yıl bu kadar ailenin bu tutarı ödemesi, çok güçlü bir neden olmadıkça, pek mümkün görünmüyor. Eğer 30 bin lira bedel ödeyecek bu kadar yükümlü çıkarsa, bu yılda 10 milyar lira dolaylarında bir tutara ulaşır. 2019 yılında MSB bütçesinin 46,5 milyar lira olduğu dikkate alınırsa, önemli bir kaynak anlamına gelir.
Fakat Türkiye’nin savunma harcamaları Milli Savunma Bakanlığı bütçesinden ibaret değil. Savunma Sanayii, Jandarma, Sahil Güvenlik, fonlar, vakıflar, krediler gibi bir dizi harcama grubunu da bütçeye eklemek gerekiyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Kurumu’nun (SIPRI) verilerine göre, Türkiye’nin savunma harcamaları 2017 yılında 18,2 milyar dolarla dünyada 15. sıraya ulaşmış.
Sorun sadece savunma harcamalarının düzeyinde değil, asıl sorun harcamaların artış hızının yüksekliğinde. Savunma harcamaları 1985 yılında 2,4 milyar dolar düzeyindeydi. 1995’te 6,6 milyar dolara, 2005’te de 12 milyar dolara ulaştı. 2015 yılında 15,9 ve 2017 yılında 18,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Pek hız keseceğe de benzemiyor.
Özellikle 2008-2017 arasındaki son on yılda Türkiye’nin askeri harcamalarının yüzde 46 oranında arttığı görülüyor. Bu, dünyada Çin’den sonraki en hızlı artış oranı.
Kişi başına askeri harcama rakamlarında da benzer bir durum görülüyor. 1988 yılında kişi başına 51 dolar askeri harcama yapılırken, 2015 yılında bu sayı 202 dolara ulaşmış.
Askeri harcamalar hızla artarken Türkiye’nin dış ilişkileri de hızla gerginleşiyor. Çok sayıda ülke ile aynı esnada ilişkiler gerginleşirken askeri harcamalar daha da artırılıyor. Harcamalar arttıkça Türkiye’nin daha da riskli bir ortama girdiği görülüyor. Fakat tuhaf bir şekilde risk almaktan gurur duyan bir atmosfer de besleniyor.
Bu ortamda, bir savaş çıkarsa kimin gideceği de yeni askerlik sistemi ile şekilleniyor. (BD/EKN)