AKP’nin kurucu kadroları Cumhuriyet’in mağdur ve mazlumları olarak görülüp yıllarca desteklendi. Bunun farkında olan AKP de özellikle Avrupa Birliği’ne giriş süreci kapsamında ciddi reformların kapısını araladı. Bu reformlar esasında AKP’nin kendi ideolojik kodlarına devlet içinde alan açma amacı taşıyordu; fakat başta Kürtler olmak üzere diğer halklar da bundan yararlanabiliyordu. Her şeye rağmen Kürt sorununun çözümünde 2013 yılına kadar ciddi bir ilerleme olmadı. Çünkü Kürt sorunu artık Kürtlerin kendi aralarında Kürtçe konuşabilmesi serbestisi olmaktan çıkmıştı.
İnsanlar farkında değillerdi ama bölgede en şiddetli çatışmalar, en ucu açık tutuklamalar AKP döneminde gerçekleşti. 2009 Nisan ayından itibaren KCK adı altında neredeyse kapısı çalınmadık Kürt kalmadı. Belediye başkanları, öğrenciler, avukatlar, gazeteciler, milletvekilleri vs. herkes bundan nasipleniyordu. Sokak gösterileri yine şiddetle bastırılıyordu, dağlara tonlarca bomba yağdırılıyordu. Kürt sorununda istikrarlı bir politika yoktu, her şey konjonktürel ilerliyordu. AKP istediğinde özgürlükçü takılıyordu, seçimler yaklaştığında milliyetçi refleksini gösteriyordu.
AKP’nin kabul görmesinin esas nedeni ise ekonomik vaatler, kalkınma hamleleriydi. AKP ülke yönetimini, beceriksiz iktidarların bıraktığı en kötü yerden devraldığı için yaptığı en ehemmiyetsiz şey bile hanesine puan olarak yazılıyordu. Öyle ki okullarda tablet bilgisayar dağıtılırken gururla “Bizden önceki yönetimler yapmadı, biz yaptık” dediklerinde bilgisayar teknolojisinin dünyada gelişimi ve Türkiye’ye gelişi kimseyi ilgilendirmiyordu. Sosyal devlet olmanın zorunluluğu olan bazı şeyleri de bir AKP lütfu olarak kibirle sunuyorlardı.
AKP’nin kalkınmadan anladığı şey, ekolojik dengeyi düşünmeden ÇED raporlarını beklemeden devreye soktuğu HES’ler, köprüler ve yollardı. Ekonomiden anladığı şey ise halkın pek de anlamadığı istatistiki rakamlar oyunuydu. Ama birileri zengin oluyordu, servetlerine servet katıyordu. Bugün ABD’de tutuklu bulunan Reza Zarrab gibileri "Cari açığın yüzde 15'ini ben kapattım" diyordu. Yine İran’da idama mahkum edilen Zencani gibileri “Türkiye'de 8.5 milyar dolar rüşvet dağıttım” diyordu.
Suriye krizi boyunca da AKP ile ilgili inanılmaz skandallar ortaya çıktı. Tüm politikasını Esad’ın gitmesi üzerinden kuran AKP’nin ara çözümlere kapıyı kapatması savaşın ömrünü uzattı. IŞİD ile ilgili uluslararası medyada ortaya çıkan iddialar çok ciddiydi. Türkiye’de söz konusu iddiaları somut bir şekilde gazetelerine taşıyan gazeteciler tutuklandılar. Her ne kadar PYD’ye karşı olduklarını söyleseler de herkes bunu Kürt karşıtlığı olarak okudu. Sonra mülteciler birden Avrupa’ya geçmeye çalıştı. Sahile cansız bedenler vuruyordu. AB ülkeleri insani değerlerini ilk o anda yok ettiler. AKP ile mülteciler üzerinden ticaret yaptılar. Tutanaklar yayınlandığında bu utanç ortaya çıktı. Sonra sırf mülteci korkusundan dolayı demokrasi değerlerini de sattılar, AKP’nin her şantajına boyun eğdiler.
ABD Suriye ile meşgulken, AB mülteciler ile teslim alınmışken Sur, Nusaybin, Cizre, Silopi ve birçok yerde kentler tank ve obüs atışlarıyla tarumar edildi. Çatışmalar, ölümler, hak ihlalleri hiç kimsenin gündemine girmedi. Her gün her kesimden ülkenin gençleri yaşamlarını yitirdiler. Ülke içinde yüz binlerce insan yerinden yurdundan oldu. Her şeye rağmen bu insanlar çözüm ve barış dileklerini siyaset kurumuna haykırdılar. Ama demokratik siyaset zemini de 7 Haziran sonrasında daralmaya başlamıştı bile. AKP öyle bir politik süreci işletti ki tüm muhalif partileri adeta felç etti.
Bunun son halkası da tamamen HDP’yi hedef alan dokunulmazlıkların kaldırılması oldu. Sahada güvenlik güçlerinin yaklaşımları zaten HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını tanımayan bir şekildeydi. Bu yüzden milletvekillerine saldırılar, hakaretler basına da yansıyordu. Şimdi kağıt üzerinde de olsa var olan dokunulmazlıklar kaldırıldı. Savcılar adeta birbirileriyle yarışırcasına son dakikaya kadar fezleke yetiştirmeye çalıştı. Şu an 53 HDP’li milletvekili hakkında düzenlenmiş fezlekeler var.
AKP demokratik siyaset zeminini daralttıkça halkta da Kürtlerin Meclis’te istenmediği duygusu oluşuyordu. Hatta HDP’li milletvekillerinin Meclis’i terk etmeleri gerektiği şeklinde sesler de duyuluyordu. Tabii HDP’nin demokratik siyaset zeminini mücadele etmeden bırakması, AKP’ye güç vermekten başka işe yaramayacaktı. Bu sebeple demokratik siyaset zeminini, halklara karşı sorumluluk duygusu gereği sahiplenmek gerekir. Çünkü hiçbir reaksiyon göstermeden Meclis’i terk etmek sadece AKP’yi güçlendirecektir. Bir yönüyle de HDP’nin Meclis’te kalma ısrarına AKP’nin hukuk dışı müdahalesi, AKP’nin hatalara saplanmasını sağlayacaktır.
Bu saatten sonra dokunulmazlıklar konusunda AKP, CHP ve MHP’nin işbirliğinden dolayı çözüm ve barış isteyenlerin tek adresi HDP olmuştur. Tabii HDP’nin ana muhalefet haline gelmesiyle HDP üzerinde baskılar da artacaktır. DBP eş genel başkanı Kamuran Yüksek’in tutuklanması, ileriki sürecin bir işaret fişeği gibi duruyor. Dolayısıyla HDP’li milletvekillerinin tutuklanması çılgınlığını AKP’nin yapabileceği de öngörülüyor. Bütün bunlara karşı HDP yaptığı açıklamada bu hukuksuzluğu her platformda halka anlatacağını, buna karşı direniş göstereceğini ifade ediyor.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın "Biz demir leblebiyiz, demir leblebi. Bizi her çiğnediğinde dişlerin dökülecek senin ve ağzında ısıracak diş kalmayana kadar da bu süreç devam edecek" sözleri de HDP’nin kararlılığını gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vesayeti altındaki AKP’nin attığı adımlar ülkeyi hem içte hem de dışta kilitleyecek ve yalnızlaştıracaktır. Özellikle başkanlık sisteminin hukuk ve anayasa ihlal edilerek getirtilmek istenmesi, bu projede yer alanlar için büyük riskler oluşturuyor. Her ne kadar AKP tüm gücü elinde bulundurduğu için hiçbir şekilde etkilenmese de bugün hata üstüne hata yapmaktadır. Bütün bu hatalar bir gün AKP’ye fatura edilecektir. Bu süreçte Kürtlere düşen ise uzun vadeli çalışma programlarıyla bunu hem ulusal hem de uluslararası sahada fırsata çevirmektir. (İG/EKN)