*Görsel betimleme:Fotoğrafta, bir grup insanın bir tarlada yürüdüğü görülüyor. İnsanlar, sırt çantaları ve kapüşonlu kıyafetleriyle dikkat çekiyor. Arkada, büyük araçlar ve duman ya da sisin olduğu bir alan bulunuyor.
Gezi Direnişi'nin anısına...
“Ağaçları sevme yeteneğinde çok fazla insanlık vardır. İlk büyülenmelerimize duyduğumuz özlem vardır. Doğanın bağrında kendini bunca anlamsız hissetmenin büyük gücü vardır… “
Muriel Barbery
I Giriş
Hermann Hesse’nin Ağaçlar kitabına rastlamışsınızdır. Bir ağacın kapladığı kapağıyla yemyeşil ve inceciktir. Ağaçlar üzerine, kendisi de bir ağaç gibi ince ve incelikli büyüyen. Sonunda büyük bir ağaç olur göğe doğru uzanan, ev gibi içine girebildiğiniz ve dost gibi içinizi açtığınız, konuşabildiğiniz ve tabii ağaç gibi dallı budaklı, üzerine çıkabildiğiniz, inebildiğiniz, salıncak kurduğunuz, sesini duyduğunuz, yurt bellediğiniz insanı hem çocuklaştıran hem de düşündürten ağaç gibi, ağaçlar gibi.
Hesse’nin ciltlerce yazdığı eserlerinden ağaçlar üzerine yazdığı denemeler ve şiirlerin bir araya getirildiği kitap ve sinemanın ilham veren ağaçları bu yazının da müsebbibi. Yakın zamanda şimdilerde yaşadığım yeri keşfederken en sık yaptığım şey ağaçların yanına gitmek. Ağaçların mevsimsel değişimine tanık olmak. Ağaçların kendini korumasını, yaprak dökümünü, yeniden filizlenmesini ve yapraklarındaki ışık ve gölge oyunlarını izlemek, ayrımına varmak. Aynı şeyin, ışık ve gölgenin ağaçlardaki iz düşümünü görmenin, fotoğraflamanın Japonca’da bir adının olduğunu Wim Wenders’in Perfect Days filminde gördük, yine yakın zamanda: Komorebi. Başrol oyuncusu Koji Yakusho’nun oynadığı Hirayama karakterinin gündelik ritüellerinden biri öğle tatilinde gittiği parktaki ağaçları izlemesi ve Olympus kamerasıyla komorebi’nin fotoğraflarını çekmesiydi. Sadece o da değil, kafasını kaldırıp (ve kafalarımızı kaldırtıp) göğe uzanan o canlıları görmek için bakmasıydı. Türkçe’de olduğu gibi kimi Japonca kelimelerin de bir başka yabancı dile çevrilmesi zor, çevrilmesi kendisi olmaktan çıktığı nokta belki de. Bir buluş gerektiriyor, en azından becerikli, yetenekli bir tarif. Sanırım komorebi de onlardan biri. Ağaçların arasından süzülen gün ışığını, gün ışığının yarattığı ışık ve gölge oyunlarını ve hissettirdiklerini anlatıyor. Gel de anlat tüm bunları bir kelimeyle. Tüm bunlara haleti ruhiyemiz üzerindeki etkisini de eklersek... Her şey biraz da böyle başladı sanırım.
Her şeyin olduğu yerde kaldığı; devrildikleri yerde uzayıp giden ağaç gövdelerinin başka hayatlara kucak açtığı, nemli bir yeşillikle sarıp sarmalandığı ve türlü küçük canlının bir yaşam alanına dönüştüğünü gördüğüm kimi zaman dik, dimdik kimi zaman yan yatmış bu ağaçların diğer canlılarla kurdukları ilişkileri gözlemlemek, gören gözlerle bakmaya çalışmak. Ne kadarını görebilirseniz, size bağlı. John Berger her kitabında gören gözlerle bakmaya çalışır, bizimle de nasıl yaptığını paylaşır. Romanlarında, şiir ve denemelerinde ve hatta çizimlerinde ele aldığı konular, kendisinin de dediği gibi anlatılmasa eksik kalacak şeyler, duygular, kişiler, yer ve mekanlar üzerinedir. “Eksikleri tamamlamak” ya da bunun tam karşıtı tamam olanı eksiltmek. Bu kadim karşıtlığın bir yakasında ağacın insanlığını görenler yer alır. Hesse’den sonra John Berger’in Zeytin Ağacının Metni'ni görmek için bakıyorum şimdi. Onun çizgileri de başlı başına metinseldir, kendisi bu adı verse de vermese de. Yazılarıyla, resimleriyle, desenleriyle bir hikaye anlatıcısının türlü çeşitli hikayeleri, metinleri, dizeleri. Desen çizdiğinde bir görüntüler metni ortaya çıkarır ve dönüştürerek aktarmaya çalışır. Sadece zeytin ağacını değil Filistin’deki bir zeytin ağacını çizmesi de boşuna değildir!
Zeytin Ağacının Metni – Hoşbeş – Metis Yayınları
A Palestinian Olive Tree, John Berger, 2008 (Gareth Evans Koleksiyonu)
II İğne yapraklılar
John Fowles, doğayı tam anlamıyla tanımanın bir bilim olduğu kadar, sanat da olduğunu söylüyor Ağaçlar’ında; iki ayrı kuşağın-babası ve kendisinin- doğaya yaklaşımını anlatırken ve sorgularken…
Fowles’un kitabındaki kuşaklarla, farklı coğrafyalarda ağaçları savunmak mücadele veren kuşaklar birleşiyor insanlıkta; çünkü ağaçları sevme yeteneğinde insanlık var. Kopenhag Belgesel Film Festivali’nde (CPH:DOX 2024) kuzeyden gelen filmlerden biri olan Bir Zamanlar Bir Ormanda (Once Upon a Time in a Forest, Virpi Suutari, 2024) Finlandiya’daki ormanların tarihsel ve aktivist hikayeleriyle beraber yeni bir kuşağın aşk içeren mücadelesiyle ve orman koruyucu iki genç kadınla tanıştırıyor bizi. Ormanın içinde su perisi gibi daldıkları kristal sular ve kendi aralarında yaptıkları konuşmaları dinlemek onlara, doğaya ve izleyene iyi geliyor. Büyükanne ve büyükbabalarıyla yaptıkları konuşmalar Fowles’un kitabındaki kuşaklara dair anlattıklarını çağrıştırıyor.
Bir Zamanlar Bir Ormanda filmi iki genç kadın aktivistin, Ida ve Minka’nin gözünden tehlike altındaki ağaçlar için verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Bu mücadele kimi zaman bir çadır kurarak karlar altında bir ormanda nöbet tutma şeklinde oluyor kimi zaman bir kadın çevreci olarak kendilerini ciddiye alıp almadıkları üzerine düşündükleri erkek egemen orman endüstrisi temsilcileriyle bir masada buluşup, tartışmak. Kimi zaman diğer arkadaşlarıyla bir eylem planı, yol yöntemi üzerine tartışmak kimi zaman da eski kuşaklarla çatışmak.
1979’dan 1991’e arşiv görüntüleriyle Finlandiya’da farklı dönemlerdeki çevresel mücadelenin tarihsel arka planını da dahil eden film, hayatları pahasına dahi sermayenin doğa talanına karşı mücadele eden insanların varlığı ve sürekliliğiyle beraber insanın doğayla kurduğu ilişkisinin değişen felsefesi üzerine bir tartışma alanı açıyor. Aktivistlerin kendi aralarında eylem planı belirlemek için yaptıkları tartışmalar, kapitalist-endüstriyel cenahla karşı karşıya gelme ve bir sofada oturularak yapılan aile içi tartışmalar doğanın, ağaçların iyileştirici ama bir o kadar çaresiz güzelliğiyle beraber resmedilirken aslında karşı karşıya kalınanın yerleşik bir politik düzen olduğu hissediliyor. Finlandiya’nın iğne yapraklı ormanlarının kaderi sermaye tarafından çizilmiştir maalesef. İğne yapraklı ormanların yüzde 90’ı ticari amaçlarla kullanılır. İnsanların ticari çıkarlarının hammaddesi ve nihai ürünüdür. Tabiri caizse etinden budundan yararlanılır. Özel mülk olarak alınır, satılır, kesilir, biçilir ve ihraç edilir… Once Upon a Time in Forest Finlandiya ormanlarının görsel bir metnidir.
Once Upon a Time in a Forest, CPH: DOX, 2024
III Yalnız Meşe Ağacı
“Üzgün olduğumuzda ve hayata katlanamadığımızda bir ağaç şöyle konuşabilir bizimle: Sus! Bak bana! Yaşamak kolay değil, yaşamak zor değil. Bunlar çocuksu düşünceler. Bırak konuşsun içindeki Tanrı, o zaman susacaklar. Yolun seni anandan ve yurdundan uzaklaştırdığı için endişelisin. Ama attığın her adım, her yeni gün seni anana yaklaştırır. Orası ya da şurası değildir yurdun. Yurt ya içindedir ya da hiçbir yerde. Yollara düşme özlemiyle kederlenir yüreğim, akşamları rüzgârda uğuldayan ağaçları duyduğumda. Sessizce, uzun uzun dinlerseniz, bu özlemin esası da anlamı da çıkar ortaya. Sanıldığı gibi acıdan kaçıp gitme arzusu değildir bu. Yurda, ananın belleğine, hayatın yeni kıssalarına duyulan özlemdir. Eve götürür insanı.”
Hermann Hesse
Ağaçların yaşama dair anlattıklarını dinleyenler sadece edebiyatçılar değil, yıllardır ağaçların etkileşimi üzerine çalışan Suzanne Simard’ın çalışmaları da dinlediğinde ağaçların sadece sizinle değil kendi aralarında konuşabildiklerini yıkıma karşı ekosistemin sahip olduğu bir dizi olanaklar içerisinde yapısını ve işlevini iyileştirme yeteneğine sahip olduğunu, direnç gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu direnç ağaçlarla beraber tüm canlıların birlikte olmasıyla direnişe dönüşüyor.
Lonely Oaks (Yalnız Meşe Ağaçları) bir direnişi, isyanı, mücadeleyi belgelediği kadar hiç tanışamayacağımız ancak anısını bir ormana katan genç bir sinemacının hikayesini de anlatıyor bize. Kederli, hüzünlü, aynı anda yaşananlara belli bir mesafeden bakarak analiz eden bir hikaye.
Genç bir sinema okulu öğrencisi Steffen Meyn bisiklet kaskına taktığı geniş açılı, biraz da gerçekliği büken, büyüten kamerasıyla biraz ürkek biraz heyecan duyarak ağaçların arasına, ağaçları savunmak için gözaltını, hapsini göze alan ve tepelerine kurdukları ağaçlara çıkarak, evler kurarak ormanı terk etmemeye göze alan bir grup insanın sofrasına, evine, yoldaşlığına konuk olur. Onlardan biri olur. Çektiği görüntüler ve Hambach Ormanı’ndaki trajik sonu bunu dememize yeterince neden olur. Steffen Meyn, Yalnız Meşe Ağaçları belgesel filminin hem kameraman ve yönetmeni ve Hambach direnişinin bir parçası ve karakteri olur. Karakterin saf bir yanı da var sanki hüzünlendiren insanı biraz da bu.
Zaman içinde dönüşen, orman yaşamına karışan sinema okuyan bu genç çocuk başlangıçta ağaçları yurt edinen aktivistlerle söyleşiler yapmaya geliyor. O ağaçları yurt belliyor zamanla. İki yıl boyunca çekim yapıyor. Yurduna müdahale edildiğinde de sahip çıkıyor ve oradaki yaşamı olduğu kadar müdahaleyi de belgelemeye çalışıyor. Ta ki polisin sert müdahalesi sırasında bir ağaçtan düşene kadar… Polisler ormana dalıp ağaçları savunanları, ağaçları ev belleyerek korumaya çalışanları ormandan zorla çıkarmak üzere müdahale ediyorlar ve bunu Steffen’in ağaçtan düşmesine neden olarak başarıyorlar da… Steffen Meyn kazara kendi ölümünü çekiyor, ölümüne çekiyor. Yalnız Meşe Ağaçları filmi tam da bu sonla başlıyor. Müdahale eden kolluk kuvvetlerini ve konuşmalarını düşen kamera kaydetmeye devam ediyor. Steffen Meyn ise hayatını kaybediyor, yalnız bir meşe ağacı oluyor. Filmi Steffen’in görüntülerinden yola çıkarak sinema okulundan arkadaşları tamamlıyor. Sadece Steffen ile ilgili ya da Hambach Ormanı ile ilgili bir film olmaktan çıkıyor Lonely Oaks, bir direnişten derslere dönüşüyor.
Hambach Direnişi’ne katılanlar direniş günlerine dair bir değerlendirme yapıyor. Bir eleştiri yapıyor; bu sistem eleştirisi olduğu kadar bir özeleştiriye de dönüşebiliyor. Bunu kimi zaman haklı gerekçelerle kimliklerini saklayarak yapıyorlar çünkü yeryüzünü savunmak, ağacı, ormanı, dünyanın canlılarını savunmak bu düzende suç unsuru sayılıyor. Steffen ise kendi filminde bir anti-kahramana dönüşüyor. Bize asıl suç unsurunu gösteriyor. Hikayesinin en başında çekingen yaklaştığı aktivistleri de Hambach direnişini de bir bakıma sonuyla ölümsüzleştiriyor. Hambach Ormanı’na yapılan acımasız baskını polis, ağaç evlerde can güvenliği olmamasına dayandırıyor absürt bir biçimde ve meşe ağaçlarını yalnızlaştırıyor ölümle sonuçlanan baskınla.
Lonely Oaks, Sheffield Doc Fest, 2023
ZAD de Dünya: Korunması gereken bir alan olarak dünya
Bu yıl Berlinale’de Encounters (Karşılaşmalar) bölümünde en iyi film ödülü alan yönetmenliğini Guillaume Cailleau & Ben Russell’ın yaptığı Direct Action filmi de Fransa’dan bir direniş hikayesini, direnişle beraber bir yaşamın nasıl kurulduğunu ve sürdürüldüğünü anlatıyordu. ZAD de Notre-Dame-des-Landes, nam-ı diğer Alan Savunması ilk kez Fransa’nın batısında havaalanı yapılmak istenen Notre-Dame-des-Landes’te kullanılıyor. Yerel insanların, çiftçilerin ve çevreci aktivistlerin 2007’den 2018 yılına dek gösterdikleri direniş sonunda Fransa’da havaalanı projesinden vazgeçildi ve alan acımasızca boşaltılmaya çalışıldı. Ancak bugün hala orada yaşayan insanların varlığı hem bir kararlılık hem de başka bir dünya inşa etmenin mümkünatının göstergesi.
Direct Action belgeseli gündelik hayattan sahneleriyle direnişle beraber başka bir hayatın nasıl filizlendiğini; ekmek yoğurmanın, demir dövmenin, tohum ayırmanın da inançlarına uygun yaşayan bu aktivistler için direnişe dahil olduğunu gösteriyor. Eylem ve polisle çatışmaların yanı sıra sessizce, yorumsuzca ve içeriden bir bakışla uzun uzadıya izlediğimiz sükunet içeren sahnelerden birinde belki yeni bir yaşam alan açmak için üzerinde Pınar Selek için adalet isteyen protest yazılamaların olduğu bir duvarın yıkımı da var. Bir yandan da burada bir yaşamı filizleyen bu insanların dünyanın herhangi bir yerindeki adaletsizliğe karşı çıkışlarının da izleri denilebilir.
ZAD’lar, Zadistler bize tüm dünyanın korunması gereken bir alan olduğunu onlara eko-teröristler diyenlerin dünyayı çıkarları uğruna nasıl yağmaladıklarını hem bir tarlada ve bir ekmek teknesinde hem de barikatlarda gösteriyorlar. No Other Land gibi gidecek bir yer olmadığını hatırlatıyorlar. Gidecek başka bir yer yok, başka dünya yok. Direct Action’ın yönetmenleri Berlin Film Festivali’nde en iyi belgesel film ödülü alan Filistinli aktivist Basel Adra ve İsrailli gazeteci Yuval Adra’nın işgal altındaki Filistin köylerindeki yıkıma karşı verdikleri mücadeleleriyle dayanışıyor ve filmleriyle giriştikleri insani diyalog ödül töreni konuşması sırasında sahnede de devam ediyordu. İnsanların, sanatçıların, yönetmenlerin etkileşiminin iyileştirme yeteneğine dair…
Direct Action filminden bir kare
IV Ölmez Ağaç: Zeytin Ağacı ve Zeytinliğin Ardı
“Ağaçların birer varlığı vardır. Her birinde türüne göre değişen, hareket ve durağanlık, eylem ve eylemsizlik arasında gidip gelen olağanüstü bir denge vardır. Ağaçların varlığı bu denge kurulurken duyulur hale gelir. Uzun süre evlerin çatılarını taşımış olmaları pek şaşırtıcı değildir. Bir dostluk sunarlar. Kayıtsızlıktan pek ayırt edilemeyen bir uzaklığın dostluğudur bu. Yalnız evlerin değil sarayların, vergi tahsil dairelerinin, hapishanelerin, karargahların çatılarını da ayakta tutan onlar olmuştur. Ağaçların varlığı bir dostluk sunuyorsa, bu varoluş adalet ya da kayıtsızlık kavramından önce geliyordur.”
John Berger
Muğla Milas’a bağlı İkizköy’ün bitişiğindeki Akbelen Ormanı’nın altındaki linyit yatağına göz diken sermaye ve kolluk kuvvetlerine karşı zeytin ağaçlarını savunan köylüler ve gönüllü çevre kuruluşlarının nöbeti, adalet arayışı 2019’dan beri süregeliyor. Kendileri için, ağaçlar için verilen bir adalet arayışı bu.
Yıllık 8 milyon ton linyit yakan termik santral için ancak 4 yıllık kömür ihtiyacını karşılayacak Akbelen Ormanı altındaki linyite göz diken enerji şirketi 400 yıllık kızıl çam ve zeytin ağaçlarının kökünü kazmak istiyor. Akbelen işte bu nedenle maden sahası ilan ediliyor ve 2019’dan itibaren istimlak edilmeye başlanıyor. Arazilerini satmak istemeyen köylülerle enerji şirketi arasında hukuki mücadele böylelikle başlıyor. Bilir kişi raporları köylülerden yana çıkınca tanınmıyor sermayeden yana çıkınca bilinir, tanınır oluyor. Bilir kişiler, bilmeyen kişiler pek çok raporlar hazırlıyor suç duyurularıyla yenileri geliyor, eskileri gidiyor. Yürütmeyi durdurma kararları, ilerletme kararları birbirini takip ediyor. Mücadele ormanda, alanda, alan savunmasında verildiğinde köylüden yana esiyor hava. Gerçekten de pek çok insan bu haksızlığa karşı verilen isyanı, insani itirazı alanda gördü, duydu ve katıldı.
Akbelen Ormanı’na 2023 Temmuz ayında gerçekleşen son saldırıda ağaçlara sarılanlar, ağaçlarla ve birbirleriyle dost olabileceklerini gösterdiler. Zeytinliğin Ardı (Mervan Serhan Sarışın, 2023) belgeseli de bir nevi bu dostluğun ürünü. Bu kısa filmde Akbelen’de nöbet tutulan çadıra misafir oluruz. Ağaçlarla kurulan dostluğun hikayesi, başlarından geçenler, geçmek bilmeyenler bir bir anlatılır ve bir türkü tutturulur. Belgeselde tanıdığımız Akbelen direnişçilerinden Nejla Işık bugün artık İkizköy’ün muhtarı. Ona da alanlar dar edilmeye çalışılıyor ancak o da, ağaçları savunanlar da yılmıyor. Akbelen bugün artık hepimize ilham veren bir mücadele ve direniş alanıdır. Bunu sadece orantısız bir biçimde saldıran kolluk güçlerine gösterdiği mukavemetle değil ağaçlara sarılarak, birbirlerine sarılarak yapmıştır. Her bir ağaç yere düştüğünde canları yanar, bunu Akbelen köylüsü söyler.
Ölmez Ağaç: Yırca Direnişi belgeselinde Soma’nın Yırca köylülerini, zeytin ağaçlarını ve “bir bilgeliği ve sevme halini” anlatan Kazım Kızıl’ın Akbelen direnişini takip ederken söyledikleri aslında dünyanın bir ucundan diğer ucuna kapitalizmin değişmeyen dinamiğinin ve retoriğinin yeniden ve yeniden üretildiğini gösteriyor. “Bir yanda inşaat ve enerji sektöründe milyar dolarlarca ihale alan şirketler diğer yandan sahip oldukları Türkiye’nin her noktasına ulaşan medya gücü. Bu durumda bu medyanın ormanlarına, su kaynaklarına, toprağına sahip çıkan İkizköylüleri, Karacadamlıları, Çamköylüleri ‘protestocu’, onlara desteğe gelenleri de ‘marjinal, provokatör, terörist’ olarak yaftalaması çok şaşılası bir durum olmasa gerek.”
Son söz yerine: "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine"
Barış içinde yaşamak için ağaçlarla ve hayvanlarla konuşmayı öğrenelim, nasıl davranacağımızı öğrenelim diyen Erazim Kohak’ı, Erik Ağacı’yla konuşan Bertolt Brecht’i, doğanın topyekün direndiği ya da saldırıya geçtiği animasyon filmleriyle usta Hayao Miyazaki, ‘Dünyaya Orman Denir’ diyen, ütopyaların, dünyaların en güzelini yazan ‘Mülksüzler’in Ursula Le Guin’i, Ayva Ağacını, dal ve yapraklarını ve yaprağına düşen ışığı çektiği Ayva Ağacının Güneşi’ni (El Sol Del Membrillo) hayret ve hayranlıkla izlediğimiz Victor Erice’yi, Prensin Yolculuğu filminde Hambach direnişini çağrıştıran ağaçların üstünde kurdukları dünyaya bizi götüren Jean-François Laguionie, Xavier Picard’ı ve elbette “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine” dizeleriyle Nazım Hikmet’i bir araya getiren yaşamın temsili ağaçlar ve yaşamı ağaçlarla beraber savunanlardır.
Ne ıssız Finlandiya Ormanları’ndaki Mika ve İda ne İkizköylüler ve ne de şimdilerde Gördes’in gözlerden ırak ama gönüllerden ırak olmayan bir köyünde direnen Kalemoğlulular hiç yalnız kalmadılar, kalmayacaklar. Gezi Direnişi'nde orman talanına karşı çıkmak için Kalemoğlu adına açılan o pankart bugün daha da büyüdü, tüm köylüleri arkasına alarak…
Le Voyage Du prince, 2019
@kalemoglucevre
Kaynakça:
- Çevrebilimci Suzanne Simard, ağaçların ihtiyaçlarını bildirmek ve komşu bitkilere yardım etmek için toprak mantar ağını nasıl kullandıklarını yani ağaçların birbirleriyle “konuştuklarını” keşfetmişti. Şimdi ise toplu ağaç kesimi ve iklim değişikliği gibi tehlikelerin bu önemli ağların işlevini bozabileceği konusunda bizleri uyarıyor. https://evrimagaci.org/agaclar-neden-ve-nasil-birbirleriyle-konusurlar-5325
- Yönetmen Kazım Kızıl ile söyleşi: https://www.evrensel.net/haber/496698/cevre-mucadelesi-akbelen-ve-medya-kazim-kizil-gazeteciligin-ayarlari-bozulmus-durumda
- https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/09/20/hambach-ormani-direnisi-ve-alman-hukumetinin-ikiyuzlulugu
- https://www.kedistan.net/2016/01/24/zad-nddl-direnis-havaalani-nantes/
- https://www.greenpeace.org/finland/tiedotteet/metsat/greenpeace-activists-at-metsa-groups-pulp-mill-finnish-forest-industry-must-respect-the-limits-of-nature-and-climate/
- John Berger, Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar (Çev. Bülent Somay), Metis Yayınları
- Hermann Hesse, Ağaçlar (Çev. Zehra Aksu Yılmazer), Kolektif Kitap
- John Fowles,Ağaçlar (Çev. Süha Sertabiboğlu), Ayrıntı Yayınları
(SG/HA)